30 Ağustos 2011

Eskimeyen Bayramlar Herkese

Nerde o eski bayramlar...
Derler, deriz ya, diyoruz ya hani çok görmüş geçirmiş biri olarak.

Ben bile (ki çok da görmüş biri değilim ama) diyorum. Aslında ben nerde o çocukluk yıllar diyorum. Amcalarımız, teyzelerimiz ise hem gençlik, hemde çocukluk yıllarının özleminde diye düşünüyorum.

Eski bayramlar, eski insanlar... Kendi bayram heyecanını, şimdiki  çocuklarda göremeyenlerin serzenişi.

Çocukken bayramlık almanın heyecanı. O bayramlığı arkadaşlarına gösterme telaşı. Şıklık yarışı. Ve tabiki şeker toplama yarışı vardı bizde.
Hatırlıyorum. Baya gezerdik elimizde poşetle. Hiç isteksiz, gönülsüz gittiğimi bilmem. Ayrı bir şeydi o. O bayramdı işte bize göre.
Şimdi babamın gözü kapıda. Çok çocuk gelmedi diyor. Gezmiyor artık çocuklar...
Aslında geziyorlar. Ama çok değil. Bayramlar değişmedi ama insanlar değişti. Korku var ailelerde artık...

Bayramlar aynı.
Ama nerde, o güzel bayramları yaşayan insanlar... Büyüdüler mi ? Evet. Beğenmiyorlar yeni nesli, ondan eski günlerinin hasretini çekiyorlar.

Bayramlar da gezilir. Ama bayramlar tatil değil, sevdiklerimize özlediklerimize zaman ayırma vaktidir.
Şu koca dünyada, iş güç arasında unutulan büyükleri sevindirme, küçükleri şımartma vaktidir bayramlar.

Eski bayramlar nerde... ?
Kapalı, sandık sarısı olmuş hatıralarda mı ... ?
E çıksın o vakit eskimeyen bayramlar. Çünkü hatıralar eskimez...

Herkese İyi Bayramlar

26 Ağustos 2011

Mübarek Kadir Gecesi

O bin aydan daha hayırlı, O mübarek Kur'an'ın indirildiği gece, Kadir Gecesi.

Rahmet kapılarının tan ağrıyana kadar açık olduğu gece.

Rabbim, bu gece huzuruna varan, el açıp dua eden biz kullarının dualarını ibadetlerini kabul eylesin İnşaallah.

Kadir Gecemiz Mübarek Olsun.

25 Ağustos 2011

100. Yazım

Evet evet, şaka maka tam olarak 100 konu paylaştım şu ana kadar.
Hep özgün ve popülerlik peşindeydim. Duyduğumu, gördüğümü, okuduğumu kendi dilimce aktarmaya çalıştım.
Çünkü bu benim günlüğüm. Benim yerim. Benim dünyam...
Uyuşuk bir hayalperestin, ay ışığında kurduğu bir dünya...

Şimdi ise bu kendimce özel olan 100.yazımda ne yazsam derdindeyim.

Neden kendime "uyuşuk hayalperest" dediğimin sırrını vereyim size.
Ben kendince, herkes kadar hayalleri olan biriyim. Hayallerim öyle sadece geleceğe dair değil. Kendimce yazdığım senaryolar olur. Onları hayata geçiririm. Dünya çapında popüler olurlar.

Normalde kurduğum hayallerin hakikaten hayal olduğunu bilirim. Ve cidden bir şeyi hayata geçirirken, üzerinde onu yapanakadar en az 10 kere düşünürüm. Düşünmeden yaptığım şeyler, genelde rutin işlerim sadece.
Bu kadar düşünerek yapınca bazen yavaş damgası yiyorsun.
Uyuşukluk da ordan geliyor... Çekingenlikten.

Çekingen bir hayalperest olmaz. Hiçbir hayalperest hayaller kurarken çekinmez ki kimseden...
Uyuşuk bir hayalperest ise kurduklarının peşinden gitmez... Sadece hayale dalar.

Son olarak 100. yazımı bitirirken, bugün eklediğim ankete cevabımı vereyim.
Adımın anlamı, Ay'ın çevresindeki Işık. Ay'ın Işığı...

Ay'ın ışığında uyuşuk hayalperest' in hayal dünyası.
Kocaman, aydınlık ve hayal dolu...


Teşekkürler !

Manzaralı Oda

Kapıdan içeri girince, asansörün başında biri olunca sevindim. Kullanmayı pek sevmem ve acaba kullanabilir miyim korkusu da mevcut. Hele içine binince daha bi tuhaf oluyorum. Bu asansörün diğer bindiğim asansörlerden farkı, durduğu katta ne olduğunu söylüyor olması. Bu konuda ablam tarafından uyarılmıştım.

İneceğim kata geldim ve indim. Levhalara baktım. Gideceğim Göz bölümü sağ taraftaymış. İlerledim o tarafa doğru. Hem de bakınıyorum. Ablamı yada annemi görür müyüm diye. Bir odaya baktım. Karşıma bir adam çıktı, hızlıca kaçtım odadan.
Az daha ilerleyince annemi odanın camından o güzel manzarayı seyrederken gördüm. Ablam beni görünce şaşırdı, nasıl duldum diye. Babama el salladım her zamanki gibi, geldiğime dair.

Odada sadece hasta olarak babam vardı. Yani gece için rahat edecektik.
Aslında gece kalmasını beklemiyorduk. Ama doktoru ameliyattan sonra gelmemiş. Hemşirelere kalsın dedi demek ki. Yoksa birşeyi yok babacığımın.
Gözüne damlası ve içeceği ilaçları var bir iki tane. Arada tansiyonuna bakıyorlar. Bu işlem rutin olmalı herhalde.

Odanın manzarasına gelince, Gölcük tam karşımızda. Deniz...
Gece ışıl ışıl oldu heryer. Hele bir de 6. katta olunca izlemesi daha güzel.

Ama zor, hastanede kalmak. Var mı insanın evi gibisi..

Allah tüm hastalara acil şifalar versin. ( Amin )

23 Ağustos 2011

Bir Tweetim Bile Yok

Anlıyorsun değil mi?

Bir twitter adresim yoksa niye tweetim olsun ama demi? Ama benim var. Sırf ama sırf meraktan aldım. Evet itiraf ediyorum meraktan sadece. İngilizce ile aram iyi olmadığı için Türkçe olunca bu merakımı gidermek maksadı ile kendimi twitterin o bilinmez, derin mi derin, kör kuyusuna atıverdim.
Ve birkaç takibe değer birilerinin peşine takılmak maksadı ile takipçisi oluverdim.
Ama benim bir takipçim bile yok...



Aldığım o adres öylece duruyor. Ne bakıyor, ne de ilgileniyorum. Hiç tweetsizim twitter aleminde.

Aaa... Olmaz demeyin olur.
Tıpkı Cem Yılmaz gibi.
Yalnız aramızda tek fark var. Onun 750bin takipçisi var. Benim 0 (zero).
Ve artık ikinci farkımız da Cem Yılmaz'ın artık bir tweeti var. Benim yok...

Demek ki neymiş. Tivitır aleminde tivitlemek o kadar da önemli değilmiş. İnsanın yeterki adı olsun.

Yani çıkıp, panpiş punpiş ne demek istendiğiniz anlaşılamayan, abuk sabuk resimlerle tivit atmak, sadece sizin kalitesinizi düşürürmüş. Elegüne tivit malzemesi olurmuşsunuz.

Birçok sanatçının fanclubu vardır nette. Hayranları sırf o sevdiği sanatçı ordadır diye üye olur çoğunlukla. Öyle değil mi? Ama bilir ki aslında sadece adı kullanılan bir sitedir. Yada harbiden onundur da senede birgün uğrarsa bayram edersin.
Hedef ona sevgini göstermektir. Hayranlığını, ona olan manyak ötesi duygularını paylaşmaktır. Gün gelir, görür diye.
İşte hiç tweeti olmayıp ama 750bin takipçisi bulunan Cem Yılmaz da bu olaya benziyor. O 750bin takipçide de büyük ihtimal o umut ve haykırış özlemi var.
Bunu yadırgamamak lazım bence.
Gani Müjde bunu kapalı bir TV 'yi izlemeye benzetmiş de ondan öyle diyorum.

Bizler bir ünlüyü nerde görsek, ne şekilde görsek mercek altına alırız. Takip ederiz. İster sanal olsun bu, ister real. (Bkz. magazin programları.)
Onlar kaçar ( yada biz öyle sanarız), biz kovalarız. İster milyarlarca tiviti olsun, ister hiç...

Ne demişler, kaçan kovalanır...

haber detayı: ntvmsnbc

22 Ağustos 2011

Sadece Futbol

Kalbimizden geliyor bu inanç sana
Sanmasınlar hepiniz ayrı yollarda
Para pulla ölçülmez inancımız sana
Hiçbir zaman bırakmayız seni koğuşlarda

Marş söylerken yumruk göklerde
Ligden düşsende düşmesende kalbim hep sende

Ne derlerse desinler futbolcun için
Hiç inanmadık, inanmayız taraftarız biz
Gururumuzsun sen yeşil sahada
Koca UEFA bir yana sen bir yana

Marş söylerken yumruk göklerde
Ligden düşsende düşmesende kalbim hep sende



Futbolda son günlerin en çok konuşulan konusu;
Şike

Gerçekten yapıldı. Yapanları var. Yada çoğu masum... Kimse tam bilmiyor şimdilik.
Öyle yada böyle futboldan çok şike konuşulur oldu.
 Lig TV'nin de reklamlarında ön plana çıkarttığı gibi, İnşaallah bu sezon ve önümüzdeki her sezon sade ve sadece futbol konuşulsun. Yeşil sahalara dair...

Ne fanatik bir taraftarım, ne de tarafsızım. Bazı maçları izlemeyi seven biriyim.

Bu da orjinal Athena - Holigan şarkısı

kalbimizden kopuyor bu şarkı sana
 sanmasınlar ikimiz ayrı yollarda
 para pulla ölçülmez aşkımız sana
 hiçbir zaman bırakmayız seni yollarda

marş söylerken yumruk göklerde
 yensen, yenilsen kalbim hep sende

ne derlerse desinler ikimiz için
 hiç takmadık takmayız taraftarız biz
 gururumuzsun sen yeşil sahada
 koca dünya bir yana sen bir yana

marş söylerken yumruk göklerde
 yensen, yenilsen kalbim hep sende

Survivor Dersem Çık Müzik Dersem Çıkma

Evet... Benim neyim eksik diye sorsam ?
Niye mi ? Bi benim mi başım kel ki Nihat Doğan ile ilgili bir yazı eklemiyim şu güzelim bloguma.
Gücenirse ne yaparım Nihat bana. Uykusuz geçer her günüm... Gecelerime birşey demiyorum.

Gelelim haberimize.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan ve beraberindeki ekip Somali'ye gitmişlerdi. Bu ekibin içinde Nihat Doğan da bulunuyordu.

İlk şu detayı aktarayım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kimlerle gideceğini sayarken dil sürçmesi ile Nihat'a da "hanım" demiş.

Nihat Doğan'ın Somali'ye ilk gittiğini duyduğumda aklımdan şu geçti:
" bizi kime emanet etti de gitti oralara Nihat ? "
Malum ülkesini seven ve her an düşünen biri kendileri.

Ve Nihat Doğan Survivor ile gündeme neredeyse hergün gelen bir şahıstı. Survivor Nihat Doğan özleşti.
Türkiye gerçeği, en son ne yaparsan üzerine o bir yapışır pir yapışır. Geçmiş de neler yaptığınız, başarılarınız pek hatırlanmaz. Daha ziyade artık önemsizleşir desek yeridir.

Sevgili Nihat Doğan'ın başına da bu gelmiş. Bir haber kanalı Nihat'ı, Survivor Nihat Doğan olarak takdim etmiş Somali'ye gidenlerin ismini sayarken. Yani türkücü Nihat "sanatçı diyemem hiç kusura bakmasın" olmuş Survivor Nihat.

Milliyet Gazetesi yazarı Ali Eyüpoğlu işte bu noktaya değinmiş yazısında. Nihat'a yapılanın haksızlık olduğunu belirtmiş.

Bu yapılan şey, yapışma, yakıştırma olayı her "ünlü"nün başına gelmiştir herhalde.
Sonuncusu şimdilik Nihat Doğan.

Ha ben Nihat'ı sever miyim ki de değindim bu olaya.
Hayır. Kesinlikle hayır.
Benim dikkatimi genel olarak meydana gelen bu yakıştırma/yapıştırma olayı dikkatimi çekti. Bunu iyi oyunculuklarıyla bir karakteri üstlerine yıllardır yapıştıran gerçek sanatçılar da yaşadı.
Kimi taşlandı, kimi yere göğe sığdıralamadı.

Yani burda, çıkıp bir yarışmada artistlik yapıp, laf kalabalıkları üretip, ülke sevdalısı görünmeyle yapışan bir kelimenin çok da kaydadeğer olduğunu düşünmüyorum.

Bir ve tek Nihat Doğan konulu yazının sonuna geldik.

Bir sürç-ü lisan ettim ise affola...

19 Ağustos 2011

Benim Sevgili Köpeğim

Onlar, tarih boyunca insanların en hakiki dostu olmuşlardır. Köpekler...

Hemen hemen her insanın küçükkken bir köpek sahibi olma, ona bakma isteği olmuştur. Onlar filmlerin bile başkahramını olmuştur birçok zaman.
Hayat kurtaran ve ölümüne sadık bir dost.



Köpeklerin koku alma duyuları çok gelişmiş hayvanlardır. Aldıkları eğitimlerle birçok kişinin hayatını kurtardıkları o uyuşturucu operasyonlarında gösterdikleri olağanüstü performanslarıyla dillere destanlar.

Bu koku alma özellikleri üzerine Almanya/Schillerhöhe kliniği bir rapor hazırlamış. Bu raporun sonucuna göre köpekler, insanların akciğer kanseri olup olmadıklarını anlayabiliyorlarmış.

Bunu kanserli insanın nefesinde olması mühtemel olan farklı kimyasallar sayesinde anlayabildikleri sanılmaktaymış.

Akciğer kanserinin yanında deri, bağırsak ve göğüs kanserlerini teşhis edebiliyorlar.
Avrupa Kanser Vakfı, bu sonucun kanser teşhisinde güvenli bir yol olabiliceğini açıklamış.

Sadık dostlarımız köpekler, her şekilde bizleri düşünüyorlar.
Az biraz, bazen korksam da onlardan,  hep istemişimdir bir köpeğim olsun. Ama hiç olmadı.
Belki ilerde... Kısmet. Hele bu haberi okuyunca.
Öyle değil mi ?

18 Ağustos 2011

Damağımızın Tadı Tuz

Biliyor musunuz  tuz; Farmasonluk sembolizmine göre  yaratıcı dişi yapıyı yani hayatı, anneyi ve kadını temsil ediyor.

Tuzun önemi çok eski çağlarda keşfedilmiş. Tüketimi ise o zamanlarda gayet bilinçli ve ölçülü iken medeniyetin ilerledikçe tüketimi çoğalmış.

Ve tuz sadece gıda olarak değil, birçok yerde kullanılmaktadır.

Tuzun Hristiyanlıkta vaftiz törenlerinde kutsal suya katılarak, kişiyi arındırdığı, temizlediği ve günahtan uzak tuttuğuna inanılmakta.

Tuz peki en çok nerde bulunur biliyor musunuz? Denizde diyebilirsiniz ama yerin metrelerce altınca denizden uzak birçok tuz madeni de mevcut.

Yeryüzünde yedi milyon kilometrekare deniz tuzu bulunmakta.

Evimizden soframızdan eksik etmediğimiz tuzun ise iyotlusunu tercih etmeliyiz.

Çünkü iyotlu tuz, guatr hastalığını önlüyor. Zeki gelişimine de kattkısı mevcut.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta ise yemeğin tuzunu, yemeğin pişmesine yakın atmak gerekiyor.

Böylelikle içindeki iyotu kaybetmemiş oluyor. Yemeğin başında tuzu eklendiğinde, yemek pişene kadar tuzun içindeki iyot tüm etkisini kaybediyor ne yazık ki.

Bir insanın günlük tuz ihtiyacı bir tatlı kaşığı kadar. Fazlası zarar.

Ama sıcak havalarda bol su tüketiminin yanında tuz da önemli. Çünkü tuz suyu tutma özelliğine sahip. Yani bol bol su içmek, tuz tükemi az olunca bir işe yaramıyor.

Yemeklerde tuzu azaltmak, ömrü de uzatır.


Ne tadımız ne de tuzumuz kaçmasın...

17 Ağustos 2011

Adres Değişikliği

Belki de yıllardır aynı adresde oturuyorsunuz. Kim sorsa evinizi gösterirler. Oyunuz o adrese çıkar. Çocuğunuz  adresinize göre okula gider.

Ve birgün işiniz düştüğünde, muhtarlıkda, bankada yada emniyette, memur size adresiniz yok. Sistemde görünmüyorsunuz deyiverir. Şaşırıp kalırsınız.
İtiraz edersiniz. Kızarsınız. E tabi kendinizce haklısınız.
Ama ne var ki Adres Kayıt Sistemi'nden silinmişsiniz işte. Memurun suçu ne ?

Peki nasıl oldu da silindi bu adres?..

Biri sizin adresi "yanlışlık"la kendi adresi olarak verdi nüfus müdürlüğündeki Adres Kayıt işlemi esnasında. Elinde de bunu ispatlayan bir faturası mevcut. Ki o olmasa aynı adrese iki aile kayıt yapılamıyor. Sadece birinci ailenin izni varsa imza karşılığı gerçekleşiyor bu işlem. O ayrı.

Peki bu yanlış adres karışıkları nerden geliyor ? Bir dizi yanlışlık ve hatanın sonucu ne yazık ki... En çok sorun yeni binalarda. Numaraları yanlış veriliyor.

Yada apartmanlar için konuşursak, vatandaş daire numarasını yanlış biliyor.
Özellikle çift dairelerde. Normalde yani Adres Kayıt Sitemine göre daire sayımı soldan başlar. Yani soldaki daire 1, sağ 2 olur. Gerisi için tekler aynı hizada olur demeye hacet yok sanırım.

Böyle bilinen yanlışlıklarla vatandaşdan habersiz adresi siliniyor.
Yada vatandaş taşınıyor. Boşalan binaya yeni biri taşınıyor. Yeni gelen kişi de giden gibi önemsememezlik etmiyor. Gidiyor Nüfus Müdürlüğü'ne elinde fatura ile adresini yeniliyor. Oradan ayrılan kişi ise  adres değişikliği işlemini artık üşengeçlik mi, umursamazlıktan mı desek yaptırmıyor. Ve Adres Kayıt sisteminden siliniyor.

Adres değişikliğinizi en geç 20 gün içinde oturduğunuz mahallenin bağlı olduğu Nüfus Müdürlüğüne giderek yaptırmalısınız.

Ve en çok sorunun seçimlerde yaşanması nedeniyle, siz siz olun askı listeleri çıktığında üşenmeyin, adınızı kontrol ettirin.
Bu işlem sandığınız kadar uzun bir işlem değil. Listeler bilgisayar ortamında da oluyor. T.C. kimlik numaranızla saniyeler içinde işiniz görülüyor.

Nedensiz yere ceza ödemek istemiyorsanız ( cezası: 360 T.L.), özellikle taşındıktan sonra adres değişikliğini bildirmeyenler, bu işleminizi hemen yaptırın. Nüfus müdürlüklerinde çok da uzun bir zamanınızı almadan, işleminizi yaptırın.
Bu işlemi, yani Adres Değişikliği bildirimini, aynı mahallede sokak değişikliği, aynı binada kat/ daire değişikliği yapsanız bile Nüfus müdürlüğüne gidip yaptırmanız gerekiyor.

Önümüzdeki ay Eylül'de Tüik yine nüfus sayımı yapacak. Bilgisayar ortamında olacak bu sefer sayım işlemi.
Böylelikle yanlış adres gösterenler( bilhassa bile bile), adres bildiriminden kaçanlar, silinmiş olanlar hepsi ortaya çıkar diye düşünüyorum.

17 Ağustos ve Deprem

Bugün o büyük depremin yıldönümü.
Acılar, korkular ve unutulmak istenen ama unutulmayan o anlara dair herşey bir kez daha tazelendi.

Şahsım olarak o günü yaşadım diyemem. Ama şöyle söylebilirim.
Ben "doğa olayı depremi" yaşadım.
"deprem felaketi"  ni yaşamadım.

Neden mi böyle söylüyorum ? Benim ne evim yıkıldı, ne de bir yakınımı kaybettim. Ne de zihnime kazılacak o ( nasıl söylesem ki) manzaralara şahit oldum.

Sadece doğa olayı depremin doğal sarsıntısını hissettim ben. Can alan depremi, felaketler yaşatan depremi değil.

Peki deprem hangisi ? Doğa olayı mı yoksa can alan, evsiz yersiz bırakan bir felaket mi deprem?

Biz ne biliyoruz ki deprem hakkında. Ki çocuklara, çocuklarımıza depremi nasıl anlatacağız.

Çocuklara depremi anlatmak konusunda kitaplar mevcut. Ama bu kitapların hepsi çocuklara uygun mu? Adı üstünde çocuk kitabı deyip, her kitabı çocuğumuza almak ne kadar doğrudur?

İşte bunun altına çizen bir yazı paylaşmak istiyorum.
Bir Dolap Kitap ekibi bu konuya çok güzel değinmiş. Teşekkür ederiz kendilerine.

Bir Dolap Kitap / Kel Kedi

Depremi önce biz anlamalıyız. Ki anlatabilelim. Ve anlatırken doğru seçim/leri yapabilelim.

15 Ağustos 2011

Al Yazmalım Umutsuz Ev Kadını İffet

Tüm kanalların en hareketli zamanları. Yeni sezon atakları birbiri ardına yapılıyor.
Ekrandaki bizleri dizi manyağı yapmaya her biri and içmiş. En az 4 yeni dizi ekrana sürülüyor birinde.
Hangi biri izlenecek ? Hangileri takip edilecek kadar güzel olacak ?
Ama en iddialı yapımlarını sona saklıyorlar. Tüm yeni dizilerin yanında eski bombaları da gelecek yakında. Az kaldı.

Yenilerden dikkatimi çeken, yine Amerikan dizisinin Türkçe versiyonu olacak olan adı net olmasa da Amerikan versiyonu olan Umutsuz Ev Kadınları olarak anılıyor.
Umutsuz Ev kadınları / Desperate Housewives dizisini bilen biliyordur. Arada sırada denk gelirsem izlediğim bir dizidir. En sevdiğim karakteri Susan 'dır. Deli dolu, azcık kaçık. Seçilen kişi Songül Öden.
Bree karakteri için Bennu Yıldırımlar seçilmiş. Bence en iyi o olmuş. Bree soğuk, kuralcı bir kadındır. Şöyle bir bakınca Bennu Yıldırımlar da onu iyi yansıtıyor bence.
Ama dersiniz ki tutar mı dizi ?
Bilemiyorum. Çoğu kişinin dediği gibi böyle tip, versiyon olmuşların sonu iyi değil.
Ayrıca şimdi sadece kadınları seçmişler. İyi de bu dört kadının bir de 4 kocası olmalı. Biri herhalde Serhat Tutumluer. Onun adı geçiyor sadece. Diğer 3'ü merak edenler arasındayım.

Yabancı dizi versiyonları harici yeni sezonda kitaplardan olan uyarlamalarda yine ön planda.
En gözdeleri Al yazmalım ve Kuzey/Güney
Kuzey/Güney için bişey diyemeceğim. Klasik bir konusu var gibi görünüyor ama bakalım.
Al Yazmalım.
Al yazmalım, Selvi Boylum...
Unutulmaz sinema filmi. Türk sinemasının yeri salsılmaz taşlarından olan bir film.
Böyle bir filmin dizi uyarlamasını yapmak cesaret işi.
Hele Türkan Şoray yerine Özge Özpirinçci ile Kadir İnanır yerine de adını, sanını bilmediğim biri seçilmişse.
Bana göre bunun nedeni oyuncuların ana konunun ve filminin üstüne geçmesini engellemek. Tabi Barış Falay gibi bir oyuncu için bişey demiyorum.
Dizinin reklamlarında Kırmızı Eşarp kitabından diyor. Ama ne fayda ki Al Yazmalı deyince insanın aklına Selvi boylumu, o unutulmaz sözleri ve o unutulmaz film geliyor.

Ve son olarak Türk sinemasından uyarlama olan İffet.
İffet filmini izledim. Biliyorum. Sonu etkilemiştir beni. O herifin kendisine abi diyen kıza yaptıkları ve sonunda İffet tarafından öldürülmesi.
Bilmeyenlere dizinin sonunu söylemiş oldum... Eyvah eyvah...

Yazılıp çizilecek o kadar çok dizi çıkıyor ki piyasaya.. Benim ne çenem, ne ellerim dayanır.
Başka bir yazıda İnşaallah.

Kiralık Olmayan Ev


Evler ikiye ayrılır. Kiralık olan ve olmayan.

Kiralık olan evler ise evin sahibi ve kiracı tarafından çeşitli gruplara ayrılma özelliğine sahiptir.

Evsahibine göre kiralık evi kazanç kapısıdır. Az çoğunluğu ise evinde oturacak, kendine komşu olacak birini arar. Bu sebepledir ki kimisi evine itina ile bakar. Döşetir, yeniletir. Ki kirasını yüksek tutma bahanesi olsun.

Kimi de herşeyi gelecek kişiye bırakır. Ya da mevcut haliyle elbet bi alanı, tutanı bulur.

Bıktındır, bezgindir. Gelenleri de bezdirir kimi evsahipleri.

Soyunu, sopunu araştıranı da yok değildir hani. Kaç çocuğun vardır, yaşları kaçtır, ne ederler... falan filan... Gözüne girebildiysen ne ala bir kiracı olarak.

Kiracı çoğunlukla başını sokacak bir ev arar. Tabi kendince aradığı bir ev tipi vardır. Doğalgazlı olması mesela. Ya da farketmezdir ama hastası için bir alafranga wc olması şartı arar. Evsahiplerine göre bu istek fazla iken, kimi makul karşılar.

Peki sizce bunun masrafı kime ait olmalı? Kiracıya ait ise, kiracı o vakit söküp gitsin çıkarken wcyi. Haksız mıyım?

Sizlere yaşanmış bir evsahibi – kiracı adayı diyalogu anlatayım. Artık kim ne düşünür bilemem.

K: (evsahibinin kapısını çalar) Kiralık eve bakacaktık ama...

E: ( camdan bakan kadın) telefon numarası yazılı arayın.

K: evi görmemiz mümkün mü ?

E: kapısı açık girin bakın.

( ev görülür, beğenilir gibi olur. Kirasını öğrenmek için telefon numarası alınır. Tam aranacakken yoldan geçen biri evsahibiyle görüştünüz mü diye sorar. Telefon edeceklerini söyler kiracı adayı. Evde yokmuymuş ki der adam. Yukarıya bakar. Biriyle konuşur. Geliyor der. Evden çıkar müstakbel ev sahibi adam. Meğer işi varmış, inenemiş kapı çalındığında ! Merak ettim telefonu nasıl açacaktı acaba... )

13 Ağustos 2011

Afrikada Çocuk Olmak mı Yoksa Anne Olmak mı Daha Zor

Çocuk hep çocuktur deriz ya her yerde. Bir yaramazlık yaptığında örneğin. Büyür o çocuk ama annesine göre yine hata yapsa, yine o dünkü çocuktur.
Çünkü annedir. Bir tanede olsa, beş tane de olsa hepsi en kıymetli varlığıdır bir anne için çocukları.
Bunu kim, hangi cüretle inkar edebilir ki?

Somalili anneler hariç...
Somalideki çocuklar hariç...

Orda çocuklar yaramazlık yapmıyor. Annelerinin onlar için gelecek hayali sadece edeceği bir dua.
Bir yudum su, bir lokma bulmak için edilen dua. Yaşasın yeter ki. Çocuklarının hepsi değil ama bari biri yaşasın diye edilen dua.

Ardında bıraktığı yüreğinin bir parçası. Vazgeçtiği bir parça. Evladı... Varı yoğu herşeyi bir annenin.
Ama seçmeli bir parçasını. Ki yaşasın o parça. Umudu olsun. Dayanağı olsun anacığının.

Ve bir umut geride kalan için. Belki çıkar bir sahiplenen o yavrusunu...

...

Hepimizin elimden, yüreğinden gelebilecek birşey O anneler, O evlatlar, çocuklar için.
Dua...

Rabbim  varlık içinde yokluk çekenlere de, yokluk içinde yokluk çekenlere de merhamet etsin İnşaallah...

Tosun Paşa

Tanıyorsunuz değil mi Tosun Paşamızı. Kim tanımıyor ki.
Kemal Sunal'ın unutulmaz filmlerinden beri.

En son ne zaman izledim hatırlamıyorum. Ama eminim her karesi aklımızın bir köşesinde yerini almış faziyette.
Hal böyle olunca ufak kesinti bile insanın dikkatini çeker değil mi?

Elbette çeker. Ki çekmiş de zaten. Geçen haftalarda Tosun Paşa adlı sinema filmi TRT ekranlarında yayınlanmış. Ve farklı olarak. Yaklaşık 20 / 25 dakika kesintiye uğratılarak.

Nedeni olarak sonraki programın yayın saati gösterilmiş. İlginç. Bu ne itina böyle. Bu ne yayın saatine itaatlik böyle. Biz alışık değilizdir istediğimiz program tam saatinda başlasın.

Ve alışık olmadığımız diğer bir husus ise sevdiğimiz bir filmin gereksiz bir nedenle kesintiye uğratılmasıdır.
Kaldı ki bu film, Tosun Paşa ailecek izlenecek bir film. Hangi düşünce ile hangi karesi kesilebilir ki.

Sonuç olarak bu yaptığı suçmuş TRT'nin. Hiçbir hakkı yokken.
Sinema Meslek Birlikleri bu işin peşini bırakmaya niyetli değiller.

Türk Sineması ve oyuncuları filmleri için telif hakkı savaşı veriyor bu ülkede. Onlarca filmleri var ama ellerinde birşey yok.

Sinema tarihimizde kesintiye uğrayan filmler bir yana yasaklanan filmlerimizde var.

Bu yasaklara maruz kalan Yılmaz Güney filmlerinin 11 tanesinin yasağı kalkmış. Temizlenmiş, kayıtları tazelenmiş ve DVD olarak yeniden kaydedilmiş.
Yılmaz Güney'in yasağı kalkan filmlerinin isimleri şöyle:
Senaryosunu yazıp yönettiği ;
Arkadaş,
Umut,
Aç Kurtlar,
Duvar,
Seyyithan,
Ağıt 
 Zavallılar
Senaryosunu yazdığı ;
Yol,
Düşman,
Sürü
Endişe

kaynak: tosun paşaya sansür ve Yılmaz Güney'in yasağı kalkan filmleri

11 Ağustos 2011

Bereketi Azaltan Haller

Mübarek Ramazan ayı içindeyiz. Allah bize daha nice Ramazanlar görmeyi nasip eylesin.

Dualarımızda hiç eksik etmeyiz ya evimizden, kesemizden bereket hiç eksik olmasın diye. Ve huzur.
Allah İnşaallah dualarımızı her şekilde kabul eder.
Evdeki bereketi hiç azaltmamak için yapılmaması gerekenleri sizlerle bildiğim kadarıyla paylaşmak istedim.

- Anne-babanın önünden yürümek.
- Cünup halde yemek yemek.
- Elbisenin söküğünü üstündeyken dikmek.
- Abdest aldıktan sonra üzerindekilerle kurulanmak.
- Evde örümcek ağı olması.
- Ayakta giyinmek.
- Gece yarısı evi süpürmek.
- Sofradaki ekmek kırıntısına hürmet göstermemek.
- Yemeklerin üstünü açık bırakmak.

Aklımda kalanlar bu kadar.
Nerdeyse hepsi bilmeden önemsemeden yaptığımız davranışlar. Mesela ben anne-babamın önünden yürürüm çoğu vakit. Ama bundan sonra dikkat edeceğim bir husus olacak.

Allah soframızdan, kesemizden bereketi,
Hanemizdan huzuru eksik etmesin. ( Amin.)

9 Ağustos 2011

Dizi Dizi Hayatlar

 Yaz dönemiyle ekranlarda nerdeyse 24 saat aralıksız dizi çıkıyor.
Her kanal, çoğunluğu eski dizileri gündüz kuşağında, yenileri yine akşam kuşağında yayınlıyor.

Eskilerden seçimleri genelde reytingleri yüksek olmuş dizileri.

Eski tatları sevenler için güzel. Benim için de iyi. İş de boş zamanlarda bakıyorum.

Yalnız... Bir diziyi 3 / 5 bölüm yayınlayıp sonra kesmelerine uyuz olmaktan ziyade fitil oluyorum. Madem yayınlayacaksın tam yayınla. Yada hiç.

Madem gündüz kuşağında izlenme telaşı var. Niye zırt pırt yayın düzenini değiştirmeyi göze alıyorlar anlamıyorum.
Bu çok sinir bozucu.

Buna en iyi örneği şahsen Atv için verebilirim. İki dizisini yaklaşık 10 bölüm yada daha fazla yayınladıktan sonra kesti.
Canım Ailem ve Elveda Rumeli.
Takip ettiğim iki diziydi. Ama artık onların yerine başka diziler geldi.

Gündüz kuşağında istikrar sağlayan bir kanal varsa o da KanalD
Haberler öncesi artık kaç tekrar olduğunu unuttuğumuz Arka Sokaklar dizisi yayınlanıyor.
Öncesinde de Yaprak dökümü mevcut şu an.

Atv de ayrıca dikkat ettiğim nokta akşam kuşağında da tutarsızlığı var şu günlerde.
Mesela geçen hafta İstanbul'un Altınları adlı dizisi için 5 Ağustos 22.00 de dedi. Sonra saati 20.00'ye aldı. Bu böyle perşembeye kadar devam etti. Sonra vazgeçti başka birşey çıkardı.
Hoş onu da cuma mı yoksa cumartesi mi çıkarsın bi türlü karar veremedi akşama kadar.
Sanırım yayın koordinatı işini bıraktı. Gerçi böyle bir departman mevcut mu bilmem de. Var birşeyler yani. Şaşıfelek çıkmazına döndürdü yayın akışını.

Ve tahlihsizliği kanımca bu kadarda değil.
Kurşun Bilal adlı yeni dizisi var. Orda Arda Kural başrol oyuncusu idi. Onunla boy boy reklamını yaptı dizinin. Ve ilk bölüm sonunda Arda oldu birden tanımadığım biri. Adamın beynine kurşun girdi, siması tümden değişti. Başka adam oldu çıktı.
İzleyici ile bu kadar oyun oynanmaz ki... Yani bir bölüm mü anlaşma yapılmış Arda Kural ile.
Yani insan neler düşünmüyor ki bu durumda.

Eskisi yada yenisi. Dizi severler dizilerinin saatlerinin öyle zırt pırt değişmesinden hoşlanmazlar.
Duydunuz mu sayın kanallar...

8 Ağustos 2011

Selocanlara Veda

Rtük yeni kararlar almaya hazırlanıyormuş. Bu kararların ana konusu reklamlardaki çocuk oyuncular.
Alınacak yeni kararlarla çocuklar artık her reklamda oynayamıyacak. Yaşlarına uygun ürünlerin reklamlarında oynamalarına izin verilecek sadece.
Bu kapsamda Selocanlar artık olmayabilir. Ne de olsa telefon çocuklara göre bir ürün değil. Her ne kadar Türkiyemizde durum öyle olmasa da.
Buna göre Turkcell'in yeni reklamlarında artık Gülse, Sarp ve Engin Günaydın'a daha fazla ağırlık verir herhalde. Ve tabiki de Öztürkcel'ini de unutmamak gerek.
Neyse canım gerisi zati Turkcellin derdi.

Uygulama hayata geçerse iyi olur da mesela çikolata reklamlarında da oynamayacak mı acaba çocuklar? Yada dondurma.
Çünkü haberde çocuk bezi örneği verildi.
Çikolata her ne kadar çocuklar için olsa da fazla tüketilmemesi öneriliyor.
Bir de cips reklamlarındaki çocuklar. Onlarda mı olmayacak.
Ben de hep yiyecek üzerinden gittim. Ama aklıma başka bişey gelmiyor ki şu saatde de olsa.

Haa.. Birde uygulamaya konulacak yönetmeliğin içinde evlilik programlarına da yasak gelmesi düşünülmekte.
Ne diyelim hadi İnşaallah... Esra Erol'suz kalacağız ama o da artık evinin hanımı, çocuğunun annesi olsun. Demi ama.

Haberin kaynağı: çocuk yıldızlara yasak gelebilir

7 Ağustos 2011

Bugün Ne Pişirsem

Bugün ve hergün yemek pişirmek zorunda olanların en büyük derdi işte bu sorunun cevabının ne olduğunu bilmemek.

Bugün ne pişirsem? sorusu sorulur. Ya kendi kendine, yada evdekilere.. Ama tatmin edici cevap hemen o vakit gelmez. Yada kararsızlık diz boyudur. Öyle gider akşama kadar.

Hele bir de Ramazan ayında. O telaş başka bir hal alır. Önemi artar bir kat daha.

Şu an bizde de o telaş var. Ne pişirsek acaba?
Martarlı bir yemeğin ortaya çıkacağı muhakkak ama nasıl bir yemek olacağı şu anlık muamma.
Martarlı yemeklerden, fırında martar, martarlı pizza öne çıkanlardan.

Diğer ana malzemeyi de patates olarak düşünerek patetesli yemeklere yöneldik gibi oldu.
Patetesli börek, fırında patetes.
İlla ki fırına birşey vereceğiz bu gidişle. O aşikar gibi.

Sonrasında ise tatlı tabiki de. İrmikli tatlılar şuan da ilk tercihimiz.
Revani yada irmik tatlısı mesela.

Evet... Bugün ne pişirsek de pişirsek. Afiyetle yesek sonra.

Benim gönlüm pizzadan yana. Gerçi ekmeklerde öylece duruyor ama. Onları da yumurtalı ekmek yapmalı. Hem bayat ekmekler değerleniyor. Hemde güzel bir alternatif oluyor sofrada.

Biz şöyle akşama kadar düşünelim.
Size de bize de kolay gelsin.

6 Ağustos 2011

İnternet - Özgür Dünya

Yine aradığımı bulamadım ama başka bir habere takıldım.
Aslında iki habere.
İnternet filtresinin hayata geçişi Kasım 22 tarihine ertelenmiş. İnternet filtresi ilk duyulduğundan tepkileri de toplamıştı. Hatta İnternetime dokunma adı altında eylem yürüyüşü bile yapıldı.
Bu internet filtresini isteyen kullanacaksa yapılan bu eylemler niye yapıldı ben anlamadım.

Haberde detaylı bir şekilde işlevi anlatılmış.
İnternet filtresini kişi kendi isteği doğrultusunda kullanmaya başlayacak. Hiçbir ücret alınmayacak. Kişi kendi internet sağlayıcısı olan işletmeye  başvurusunu yapacak.
Zaten ertelemenin nedeni de işletmelerin gerekli alt yapılarını sağlamaları için zaman tanımak.
Ve istenildiği taktirde filtreden vazgeçme imkanı da mevcut olacak.

Yani kimse kimseyi zorla filtre altına almak istemiyor.
Bu sistem evinde çocuğunun internet başında nerelere bakıyor diye dert edenler için çok uygun.

Diğer ikinci haber ise internet tarayıcımıza göre IQ 'muz hakkında tahmin yürütenler hakkında.
İE 6 yani, İnternet Explorer 6 kullananların IQ'larının düşük olduğuna dair bir rapor açıklanmış.
Hani dese ki, bu zamanda bissürü seçenek varken sen niye gidip İE'yi kullanıyorsun, geri kalmışsın. Ha belki biraz anlaşılır olur.
Zaten bunca çeşit, bunca alternatif de gelişerek olmadı mı? Yani eskiden IQ'su yüksek olanlara acımak lazımmış. Öyle ya bir İE vardı. Yetersiz, düşük bir tarayıcı.
İleri zekalılar, ileri teknoloji kullanır. Uygun zekasına sonuçta değil mi?
Saçmalık...
Neyse ki bu haber yalanlanmış. Araştırmayı yapan şirketin 3 günlük bir kurum olduğu ortaya çıkmış.
Aynen denildiği gibi, reklam kokan hareketler bunlar.

Haberlerin detayları için:
internet filtresine erteleme

Tarayıcı ve internet ilişkisi

5 Ağustos 2011

Teoman'ın Müziğe Vedası

Evet veda ettiğini, bıraktığını açıklamış Teoman. Daha doğrusu ara. Büyük ve belki de hiç bitmeyecek bir ara. Açıklamasından anlaşılan yani benim anladığım. O yeşil ışığı az da olsa yakmış ara diyerek.

Severim Teoman şarkılarını. Çoğu güzeldir.

İşte sevdiklerim arasından seçtiğim Kar tanesi ve O şarkısı.

Yeni şarkıları olmayacak belki ama eskileri de unutulmaz.

Teoman - Kar Tanesi

Ve

Teoman - O

Bekliyorum

Bir rüzgar bekliyorum
O rüzgarla savrulmayı
Çok uzaklara...

Ne kalmaya takatim var
Ne de gitmeye.
Bekliyorum rüzgarı
Savursun uzaklara
Bilmediğim, görmediğim.
Yok olmak, unutulmak pahasına...

Kurumuş yaprak misali
Hazırım.
Döküldüm yerlere
Bekliyorum savrulmayı sadece...

4 Ağustos 2011

Uçuk - Başımın ve Burnumun Belası

Akşamdan başlayan kaşıntısıyla kabusum oldu. Aslında biliyordum, kaşımamam gerekiyordu. Ama pc başında işlerim aksayınca sinirimi kaşınan burnumdan çıkardım bende.
Şu an ise kızarmış ve kabarmış vaziyette ne yazık ki...


Hala kıpır kıpır ve yanıyor.


Bu yaz günü grip olunca bu uçuk kaçılmaz oldu ne yazık ki. Çabuk geçti diyordum ama işte grip gitti, uçuk geldi. Ama inanın gribi tercih ederdim.


Uçuk çabuk geçmiyor. Yara oluyor. Oyyy... Oyyy...


Şu uçuklar hep aynı yerde çıkarlar. Virüs vücutta yerini bulur. Ve vücudun direnci düştüğü an ortaya çıkar.
Benimki tam yerini bulmuş. Burnumun sol iç kısmı. Dışa doğru hemde. Az daha kabarsa tek burun deliğim kalacak desem abartmış mı olurum acaba? Eh biraz.


Uçuk konusunda tecrübeli biri olarak söylemeliyim ki,
Uçuğu çıkacağını anladığınız an sakın ama sakın kaşımayın. Benim hatama düşmeyin.
Beslenmenize dikkat edin. Direnç düştü ya çıksın, yükselsin ki uçuğumuz çabuk geçsin.
Ve fazla uğraşmayın. Kendi haline bırakmaya çalışın. O sizi oyuna getirmeye, gıdıklamaya çalışır. Oyununa gelmeyin. Elinizi uçuktan uzak tutun.


Uçuk bulaşıcıdır. Elinizi sürüp, o elinizle başka yerinize dokunduğunuzda orda da çıkma ihtimali var. Unutmayın.


Uzun lafın kısası, bana geçmiş olsun. Size de uçuksuz günler...

3 Ağustos 2011

Yağmur Silecek Kibirimizi

Günlerdir beklenen geldi. Hemde gümbür gümbür desek yeridir. Ve ardından iz bırakacağa benziyor.
Kim mi ?
Yağmur.

Gelişi ani oldu. Şahsım adıma söylersem habersiz üstelik.

Ara ara azalsa da baya şiddetli yağıyor yağmur. Sokakta olanlar sırılsıklam. Kimisi memnun gibi. Kimisi şikayetçi görünmekte.

Bense izlemekten memnunum yani. Hele ilk zamanların içime dolu dolu çektiğim o toprak kokusu. İnsanı rahatlatıyor.

Şimdi yine delirdi yağmur. Şiddetini arttırdı. Hani göz gözü görmüyor denir ya ona yakın oluyor. Ama kısa sürüyor bu hali.

Geldim mi tam gelirim. Doyarsınız bana diyor adete.

Umarım herkesler ben gibi memnun olur bu yağmurdan.
Ramazanı bekledi yağmur. İki rahmet bir arada. Ne diyelim.

2 Ağustos 2011

Sevgili Günlük

Hiç günlük yazdınız mı? Yazmaya kalkıştınız mı yada denemeye?

Günlük böyle birşey işte. Yazması söylemesi kadar basit değil kanımca. Yazmayı deneyenler oluyor mesela. Ama sonucu çıkmıyor. Devamı gelmiyor.

Ben denedim mi diye sorarsanız, hayır. Ama yazmayı düşünmedim değil. Tabi sadece düşündüm uyuşuk bir hayalperest olunca insan. Düşüncede kalıyor çoğu şey haliyle.

Aslında bir nevi günlük de tutuyor sayılırım. Gün içinde yazıyorum bloguma mesela. O da günlük yazmak. Dedikleri gibi sanal günlük. Yazıların başında "sevgili günlük" ibaresi yok. O da olsa tam olur.

Sonuçta öyle yada böyle yazılıyor. Yazmayı seviyorsak nihayetinde yazıyoruz birşekilde, bir yerde.

Yazması benden, okuması sizden. Ve belki de küçük bir yorum.

1 Ağustos 2011

Ve Ramazan Geldi, Hoşgeldi

Onbir ayın sultanı mübarek Ramazan ayındayız. Ne mutlu. Daha nice Ramazanlara...
Layıkiyle, dolu dolu geçirmek, bol bol nasiplenmek nasip olsun cümlemize.