31 Ekim 2011

Dünya, Artık 7 Milyar İnsanın

Dünya aynı. Hatta eriyor, küçülüyor. Ama dünya nüfusu artıyor. Hemde endişe verici bir şekilde.

Dünyanın nüfusu artık tam olarak 7 milyar. O küçük dediğimiz dünyada 7 milyar kişi yaşıyor artık. 7 milyarıncı kişi yani bebek Filipinlerde merhaba demiş küçük dünyamıza. Adı Danica May Camoda. Bir kız çocuğu. Hiçbişeyden habersiz. Ailesi mutlu. Geleceği nasıl olacak kimbilir. Şansı hep böyle güzel gitse keşke. Keşke çünkü, 99 yılında 6 milyarıncı bebek olan Adnan Mevic, şuan açlık sınırında yaşamını devam ettiriyor. Babası kanser, annesi olmuş evini geçindiren. O da temizlik yaparak. Yani bilmem kaçıncı olarak doğmak Adnan'a şu küçük dünyada bir şey getirmemiş. Kayıtlara öyle geçmiş işte.

BM sembolik olarak dünya ülkelerinde de 7 milyarıncı bebekleri seçmiş.
 Türkiye 'de de 7 milyarıncı bebek Yusuf Efe. Anne- baba şaşkın. Umalım ki talihi yüzlerini hep güldürsün.

7 milyar kişi olduk adı büyük, kendi küçük bu dünyada. Hadi bakalım.

Allah Korusun, Kazadan Beladan

Cumartesi akşam, ablamlar ve yanımızda yeğenlerimle gidiyoruz. Bir bayır yol yani aslında yarı yol, yarı merdiven bir sokak. Ben ve büyük ablam önden gidiyoruz. Çocuklar diğer ablamla arkadan geliyorlar. Merdivene yaklaştım ki arkamdan bir şey beni itmeye başladı. Adımlarımı hızlandırdım, yoksa düşeceğim yani. Bir yandan aldı beni bir korku. Araba az hızlı olsa, ya da ben hızlanmasam düşeceğim, kalacağım altında arabanın. Allah'tan olmadı ama. Aracın sahibi ise biz sesimizi çıkarmasak hiç umuru bile olmayacak. Ki yaptığının bile farkında değildi. Görmemiş. Özrü ise kabahatinden büyük. Ben nasıl görmemişim onun arabasını! Hele bunu söylerken ki hali vardı ki, Allahım nasıl uyuzdu, sanki görmedik büyük ayıp ettik arabasına beyefendinin. O derece yani. Elleriyle “bunu görmedi mi?” diye güzel! arabasını gösteriyor. Hiç özür yok. Bizim sesimize evdeki diğer vatandaşlar çıktı. E tabi hepsi aynı soydan olunca onlardan da aynı tavrı gördük. Ölen kalan mı varmış ki bu kadar olay çıkarmışız. O arada arabayla tam gaz çekti gitti ö...z.
Bizde insan olmayan diğerleriyle de konuşmak mümkün olmadığı için yolumuza devam ettik.

Allaha şükür bir şey olmadı. Allaha şükür o kişi bendim, yeğenlerimden biri değildi.
Verilmiş sadakam varmış. Öyle der ya büyükler.

Bumerang Üyeliğim


Blogumda yeni bir eklenti var.
Bilmem ki dikkatinizi çekti mi?
Vizyondaki Filmler adlı eklenti/şablon.
 Hürriyetin Bumerang eklentisi aslında. Bunun dışında haber, yaşam gibi değişik şablonlarda mevcut. Ben her ne kadar çok ve sık gidemesemde sinemayı takip etmeye çalışırım.
O yüzden seçimim vizyondaki filmler oldu.

Ayrıca bumerang ödülleri başlamış.
Çeşitli kategorilerde katılan üye sahiplerini güzel hediyeler bekliyor. Ben katılmadım. Çünkü hala onay bekliyorum. Bakalım o onaydan ne çıkacak. Ve onayı aldım. Platin üye olarak.
Sonraki hedefim yazarkafede yerimi almak. Şimdi de onun için onay bekliyorum. Bir yazımı yolladım. Ve o da yayınlandı. Yaşam/İnsan kategorisinde.

27 Ekim 2011

Paylaş ve Beğen

Bildiğimizi, gördüğümüzü yakınlarımızla paylaşırız. Doğru bildiğimizi paylaşmak da dinen yapılması güzel olan bir davranış.
Şimdilerde depremzedenin ihtiyacı olan malzemelerin listeleri mesela. Paylaşılmalı ki ona göre yardım yapacaklar onlara öncelik versin.
 Bunlar için en çok tercih edilen yer:
Sosyal iletişim aracı Facebook.

Son dakika olaylar, yorumlar. Videolar ve hikayeler, yazılar.
Bunların tümü insanların paylaşmasıyla oluyor. İstemesen ya da beğenmesen  paylaşmazsın değil mi?
Facede paylaştığınızı illaki başka bir yerde buldunuz. Orda illaki paylaş diye bir yazı vardı da ona göre mi paylaştın ki?
Bunu niye ki söylüyorum. Hemen hemen nerdeyse tüm paylaşılan video, haber ve yazıların üstünde yada altında ayrıca belirtiyorlar ya: 
“Paylaş” ve tabiki de “Beğen”. Ama illaki yap bunu. Tam bir emrivaki var bana göre.
Paylaş herkes görsün. Oku ve sonra paylaş. Paylaştıktan sonra aman sakın beğenmemezlik etme. Beğeneceksin çünkü paylaşacaksın. Ayrılmaz ikili bunlar. Beğendiğini paylaşmalı. Paylaştığını beğenmelisin. Face kanunu sanki.
Paylaşım yaptığın zaman illaki bunu belirtmenin manasını şahsen çözemedim.
Bana çok itici geliyor. Paylaşacağım varsada oda yok oluyor yani.

Siz hangi haber sitesinde gördünüz bu uygulamayı? Önemli bir haberi yayınladıklarında altına, sağına soluna sosyal paylaşım sitelerinde  bunu mutlaka paylaşın diye yazan bir not mevcut mu?
Yok.
Bu Face de olan bir uygulama. Face tarzı yani. Face kanunu.
Ama sinir bozucu bir ayrıntı, gereksiz bir şey.

Haksız mıyım? Neden bana yapacağım şeyi söylüyor hiç tanımadığım biri. Kaldı ki istediğimi istediğim zaman paylaşma ve beğenme lüksüm varken.

Yanlış mıyım acaba?

26 Ekim 2011

Enkazdan Çıkan Hikayeler

Her insanın bir hikayesi vardır. Çoğununki hiç bilinmez. Bilindiğinde de artık bir anlamı kalmaz O kişi için. Kendisi bunu öğrenememiştir çünkü. Kimi de inanılmaz hayat öyküsüyle umut olur yüreklere...
Van depremi ardından yine yürekleri burkanlar, sevinçle dolduran hikayeler çıktı enkaz yığınları ardından... Keşke hepsinin sonu iyi olsaydı.

Minik Azra. Daha 14 günlük. Depremin ardından saatler sonra canlı kurtarıldı. Ve annesine de kavuştu Azra. Umut doldurdu yüreklere Azra.

Küçük Yunus. O da umut olmuştu herkese enkazdan sağ çıkarak. Kameralara o bakışı enkazın altından, hala akıllarda. Ama olmadı. Yunus tutunamadı. İç kanaması vardı ve hayata gözlerini gümdü.

Daha 3 aylık öğretmendi Melike. Ailesini yine bir başka depremde kaybetmişti. O zamanlar daha çocuktu. Evlatlık verildi. Öğretmen olarak geldiği Van, ölüm yeri oldu. Ailesi gibi depremde hayatını kaybetti.

Bir başka öğretmenimiz Hanife. O da yaşamıştı bir başka deprem. O depremden sağ kurtarıldı. Van depreminde yine enkaz altında kaldı. Yine yaşadı o korkunç anları. Ve yine umut oldu, saatler sonra canlı olarak kurtarıldı O öğretmen.

Bir başka öğretmenimiz Okay ise tutunamadı hayata. Oysa kanseri yenmişti öğretmen olma aşkıyla. Müzik aşkıyla. Enkaz altında da kalmadı oysaki. Yolda giderken buldu O'nu ölüm. Başına isabet eden beton parçası sebebi oldu. Arkadaşı buldu yolda öylece yatarken. Ama yapacak birşeyi yoktu.

Bir baba. Kendi elleriyle yapmıştı evini. Şimdi sadece kendisi hayatta. Mezar oldu ev ailesine. Mezarlarını yapmışım diyor baba ağlayarak. Elinden bir şey gelmiyor artık.

Ve bir okul. Kolonları dahi sağlam kalmamış depremde. İnsan şöyle bir düşünüyor. Sınıfların dışarı dökülmüş, kırılmış sıralarını görünce. Ya çocuğum, çocuklar okulda olsaydı? Ya deprem bir gün sonra olsaydı... Susuyor. Susmalı ki dillenmesin o korkunç manzara.

25 Ekim 2011

Van İçin Rock

Van'da meydana gelen depremin ardından ülkece seferber olduk.
Yardımlar çığ gibi büyüdü.
Bu yardımlardan biri de konserle gelecek.
Türkiye'deki önemli rock sanatçıları bir araya gelerek, gelirinin tümü Van için harcanacak olan bir konser verecek.
30 Ekim Pazar günü saat 12'de başlayacak konser.
Yer; Maçka Küçükçiftlik Parkı
Ücretler 20 T.L.

Katılacak İsimler ise şöyle:
4x4, Aslı, Aylin Aslım, Ayşe Saran- Murder King, Can Bonomo, Cem Köksal, Çilekeş, Demirhan Baylan, Demir Demirkan, Dilemma, Duman, Direc-t, Emre Aydın, Ete Kurttekin, Feridun Düzağaç, Foma, Gece, Gece Yolcuları, Gripin, Haluk Levent, Kurban, Mabel Matiz, Malt, Marsis, Melis Danişmend, Model, Moğollar, Mor ve Ötesi, Multitap, Ogün Sanlısoy, Özge Fışkın, Pamela, Redd, TNK, Yüksek Sadakat.



Bu yardım konseri hem toplanacak yardımla hemde bunca ismi bir araya getirmesiyle kaçırılmaz bir fırsat.
Detay için: ntvmsnbc

24 Ekim 2011

Deprem ve Sonrası

Yine oldu. Hiç beklenmedik bir anda.

Yine oldu. Çığlıklar, acılar, kaybedilenler...

Yine oldu. Seferberlik, dayanışma ve paylaşma.

Van depremi.
Bize yine depremin o çirkin yüzünü gösterdi. Korku saldı yüreklere. Canları canlarından ayırdı. Ders almadığımız için. Doğal afet olan depremin değil, binaların can aldığını öğrenemedik.

Bugün Tv'de bir profösör, bina yapılmadan önce o yerin toprağın kalitesine bakılmadığını, depremle ilgili olarak ölçümlerin yapılmadığını söyledi. Toprak kalitesizse üzerindeki binanın sağlamlığının pek de önemli olmadığını vurguladı.

Depremde gms operatörleri yine sınıfta kaldı bana göre. Haberleşme yine yoktu depremin o ilk dakikaları. O çok önemli, hayati önem taşıyan o anlarda. Kendilerine güvenmiyorlar böyle zamanlarda. Çünkü Vodafone yeni reklamında kapsamı alanından, kesintisiz iletişimden bahsediyor. Kesiliyorsa ücretlendirme yok diyor ya. O reklamın alt yazısında deprem gibi doğal afetler hariç benzeri bir yazı geçiyor. Daha ne denir.

Şimdi Türkiye olarak seferberlik zamanı. Yardımlaşma zamanı. Sabah Fox Tv'deki sunucunun dediği gibi; Somali için gösterilen dayanışma, o yardım yarışı şimdi Van için, bizim kendi vatandaşlarımız için olsun. O tatlı rekabet yine başlasın.
Kargo şirketlerinden açıklamalar geliyor peşisıra. yardım gönderilerini ücretsiz gönderecekler.
Mevsim kış, gece ayaz. Allah cümlesinin yardımcısı olsun.

21 Ekim 2011

Zamanın Akışı İçinde Unutmak

Unutmak... İnsan unutur çeşitli nedenlerle. Yahut alışır zamanın akışı içinde. Sevincini unutur, evladını unutur, sevdiğini unutur, acısını da unutur. Yahut alışır zamanın akışı içinde. Yokluklarına, acısına.

Herşey insan için derler. Sevinç de acıda. Yaşayacağı ne varsa yaşar, öyle son bulur ömrü.

Geride kalan için hayat devam eder. Ya unutur ya da alışır zamanın akışı içinde.

Biz yine unutacağız. Alışacağız, diğerlerine alıştığımız gibi.

Ekranlardaki yerini alacak yine sabah kuşakları programları, gündüz programları. Profil resimleri değişecek, yerini eskileri alacak. Ya da başkaları.

Hani annesi düşüp canını yakan çocuğuna der ya hani, " geçti geçti bir şey yok.” Geçiyor işte herşey zamanla. Zamanın akışı içinde. Çoğu zaman anlamadan. Geçip gidiyor mutluluklarda, sevinçlerde, acılarda.

Bir acı daha geçecek. Ardında bıraktığı izlerde. Düşürdüğü ateşin yanık izleri. İşte onlar için zaman biraz geç işliyor. Akışı yavaşlıyor. O akış içinde unutmak da alışmak da yavaş oluyor haliyle.

Unutmak dediğin tuhaf bir olay. Farklıdır her insan için. Adı aynı olsada farklı işler her insanda zamanın akışı içinde.

20 Ekim 2011

Bugünlerde Güzel Şeylerden Bahsetmek İyi Gelir

Bugün iyiliklerden bahsetmek iyi gelir insana. Güzelliklerden. Umut dolu yarınlardan... Yoksa acılardan mı konuşmalı? Oğlunu şehid vermiş ana-babaların acısından. Aslında onlarınki acı değil. Hüzün. Her ayrılıkta olan o hüzün. Kaybetmedi çünkü Onlar. Onlar bir şehid kazandılar.
Gönül böyle istiyor. Ateş içe düşmeyince anlamak zor belki. Anladığımız kadarıda böyle olmasını temenni ediyor.
...
Dünya bir tuhaf. Bir yanda yeni doğmuş oğlana kızına kavuşma sevinci yaşayanlar. Bir diğer yanda ise ayrılık acısı düşüyor ocaklara.
Bizde o sevinci yaşayanlardanız. Küçük bir insan geldi dünyaya. Henüz adı bile konmadı.
Şu sıralar çok ağlıyor. Gece hastanede kimseyi uyutmamış nerdeyse. Sabaha karşı anca. Kalkıp gitmek mi istiyor ne evine. Başı kalkıyor arada. Öyle minik ki. Sevmeye korkuyorsun.

Bugün iyi ve güzel şeylerden bahsetmek moral verir.
Bir bebeğin gözlerine bakıp, geleceğini düşünmek iyi gelir.
Onu kucağınıza aldığınızda bir tek o kaplar tüm benliğinizi ki tarifini yapamazsınız.

Bugünlerde güzel şeylerden bahsetmek, onları görebilmek iyi gelir.

...

19 Ekim 2011

Dün Bir Bebek Geldi Dünyaya

Dün kaç bebek dünyaya merhaba dedi biliyor musunuz?
Ben bilmiyorum. Ama bildiğim biri var.
Kapkara saçlı, gözleri fıldır fıldır ve tabiki miniminnacık bir oğlan.
Adı henüz bilinmiyor. Doğması beklendi ama doğumu bir telaş olunca bizim bebekcik "bebek" ismini aldı. Aşı kartında aynen böyle yazıyor.
Annesinden ayrılmak istemedi. Yada annesi ondan. Doktorlarda biz işimizi biliriz dediler. Sezeryanla doğdu bizim "bebek".
Teyze oldum. Hemde 3. kez. Diğer ikisi kardeş. Bu diğer ablamın ilk çocuğu. Yani bizim yeğenlerinde ilk kuzeni.
Allah, hayırlı evlat nasip etsin Cümlemize. Analı babalı büyütsün İnşaallah.

İsim için önerisi olan var mı? Yardımcı olalım.

17 Ekim 2011

Eurovision 2012

Yıl 1975

Semiha Yankı sahnede “Seninle Bir Dakika” şarkısını söylüyor.

Sonuç başlangıç olarak kötü. 3 puanla sonunculuk.

Eurovision macerası böyle başlıyor Türkiye için. Çeşitli dereceler, her seferinde yaşanan heyecan.

Yıl 2003 ve sahnede Sertap Erener var. Sonuç; birincilik. İlk kez.

İkinci ilk ise Manga ile 2010 yılında 2.cilikle geliyor.

2011 yılında ise hayalkırıklığı vardı. Yüksek Sadakat yarı finali geçemedi.

Ve 2012 Eurovision konuşulmaya başlandı dedik.


Eurovision 2012 temsilcisi Atiye seçilmiş diye çok haber çıktı ama hepsi yalan çıktı. Yada Trt yalan çıkarttı hepsini.

Ve 2012 Eurovision için Trt Can Bonomo 'yu seçtiğini açıkladı.
Kimdir nedir tanımıyorum.
Bekleyip görelim.

14 Ekim 2011

Kanserojen Maddeler Her Yerde

Eskiden hayat zor gibi görünse de bize, aslında teknoloji ile kolaylaşan hayatımız çoğu zaman zehir oluyor. Çünkü teknolojiyi iyi yönde kullanmayanlar, sadece para kazanma peşinde olanlar biz tüketicilerin sağlığını tehlikeye atmaktan hiç çekinmiyorlar.

Şimdilerde neye el atsak içinde kanserojen madde çıkıyor. Gıdalarımızın içinde ne var ne yok muamma.

Geçen gün Saba Tümer'in programına denk geldiğimde duyduklarım içimi kararttı. Dr. Erkan Topuz saç boyasından tutunda bebek beşiklerine kadar her şeyde azda olsa kanserojen madde olduğunu savunuyordu.

Özellikle ucuz olan saç boyası, ruj, rimel, fondaten gibi güzellik ürünlerinde. Bunların dikkatle alınması gerektiğini, güvenilir markaların tercih edilmesinin altını çizdi. Öylelerinde bile azda olsa kanserojen maddenin olduğunu söyledi Dr. Erkan Topuz.

Çocuğa alınan beşiğin, karyolanın cilasında da kanserojen madde olduğunu biliyor muydunuz? Evde yerleri ya da eşyaları cilalandığında en az 10 gün eve girilmemesi gerektiğini bildiğimizi sanmıyorum. Bilinçli ve zengin insanların yurdışında bu ürünü kullanılmış olanlarından seçiyorlarmış.

Her sene bayrama yakın zamanlarda yapılan baskınlarda o açıkta satılan şekerlerin ne şartlarda yapıldığına şahit oluyoruz. Ama yine de almayanlarda bir azalma olduğu görülmedi bence. Hal böyle olunca da yapılan baskınlar, olayın mahiyeti hakkında söylenen sözler havada kalıyor. Millet bilerek zehirlemeye, biz zehirlenmeye devam ediyoruz. Her alanda hemde.

Ne dense boş, ne yazılsa boş.

13 Ekim 2011

Değişim Başlıyor

Üşüyorum artık geceleri. Serin bahar geceleri. Yıldızları göremiyorum. Dolunayı seyredemiyorum bulutlardan. Yağmurlar yağıyor. Ama sonrasında artık gökkuşağını görmeyi beklemiyorum. Renkler soluyor yavaş yavaş. Sesler azalıyor. Rüzgar coşuyor sesini yülselterek.

Değişim başlıyor. Kimimiz yorgun düşüyor. Değişimi kabullenemiyoruz. Görmezden gelip, görmemek için kapatıyoruz kendimizi kapalı odalara.

Değişim başlıyor. Ömrümüz geçiyor. Yaşanmışlar yaşanacak olanları çoktan geçti.

Oysa daha çok şey var yaşanacak. Yaşayacağım. Zaman durmuyor. Bense durduğum yerde bekliyorum.

Zaman geçiyor. Değişim başlıyor.

Sessizlik.
Sessizliği bozan rüzgarın öfkeli sesi.

Çıplaklık.
Çıplaklığı örten beyaz bir örtü sonrasında.

Yalnızlık.
Ne çaresi geliyor ayağına.
Nede çare sen oluyorsun.

Çaresizce yaşıyorsun yalnızlığını.
Soğuk, öfkeli ve çoğu zaman sessiz kışta...

11 Ekim 2011

Milletvekilleri Geçim Derdinde

Siz asgari ücret ne kadar biliyor musunuz?

Net olarak 658 T.L.

Peki bir milletvekillerinin maaşı ne kadar biliyor musunuz?

Ortalama 12.000 T.L.

Aradaki uçurumu, o bariz farkı belirtmeye ya da altını çizmeye lüzum yok.

Ben size bu iki maaşla geçinen iki farklı kişinin ortak bir yanını söylemek istiyorum.
İkisi de geçim sıkıntısı çekmekteymiş. Evet evet yanlış değil ikisi de. Asgari ücreli de, milletvekili maaşı alan vekillerde.
Bu akla zarar sözler, sıkıntı çektiğini söyleyen vekillerden. Çünkü onlar il il dolaşıyorlar. Çünkü onlar nereye gitseler kimse hesaplarını ödemiyor, kendileri ödüyorlar. Masrafları çok vekillerin. Aldıkları maaşı az buluyorlar.

Bunları duyunca insanın acıyası geliyor değil mi? Asgari ücretle geçinemeyenin ne derdi varmış ki? Aldığı o 658 T.L. ile kirasını verebilmeyi, çocuklarını okutabilmeyi, evine kışın kömür almayı dert ediyor sadece. Faturalarını ödeme derdi de var ama milletvekilinin yol masrafı yanında sözünü etmenin manasızlığı ortada değil mi?

Asgari ücret Türkiye'de neye göre hesaplanıyor bilinmekte. Adı üstünde asgari geçim standartları gözönünde bulundurulmakta.
Bir milletvekili maaşı ise başbakanlık müsteşarı maaşına göre hesaplanıyor. Hemde en yüksek olan sözleşmeli persoleninkine göre.

Bu ülkede millet olmaktan ziyade milletin vekili olmak zormuş. Hemde çok zor.

10 Ekim 2011

Şiddetin Önlenmesi İçin Yeni Düzenlemeler Geliyor

Şiddet... Şiddet... Şiddet...

Çocuklarımızı bile şiddet korkusuyla büyütüyoruz. Yok babana söylerim. Kırmıyım elini, yakarım seni...
Korku insana bir şey öğretmez. Sadece sindirir. Ve insan sindirdikçe biriktirir. Ve sonunda ya patlar ya da patlatır.
Şiddetin temeli ailede atılır. Bu tersi iddia edilemeyecek bir gerçek ne yazık ki.

Şiddeti uygulayan genelde güçlü sayılır. Ezilen, dayak yiyen güçsüzdür. Çoğu zamanda çaresiz. Çaresizdir çünkü dayağa boyun eğmesi gerektidiğini düşünür. Öyle görmüştür ya da öyle yetiştirilmiştir maalesef. Halbuki asıl aciz, çaresiz şiddeti uygulayandır. Bunu fark bile etmez.
Bu farkı ancak dayağına boyun eğilmediği zaman görüyor. Öyle aciz öyle çaresiz görüyor ki kendini, son kozunu oynuyor.
Ölüm... Öldürmek.

Son zamanların artan şiddet olayları. Eşinden ayrılmak isteyince öldürülen kadınlar.
Devlet şimdilerde şiddet uygulayanlara psikolojik tedavi zorunluluğu getirmeyi planlıyor. Buna göre şiddet uygulayan kişinin kesinleşen ciddi psikolojik sorunu varsa tedavi görmesi zorunlu oluyor.

Polis merkezlerinde şiddet görenlere karşı alt yapı oluşturulması düşünülmekte.

Tüm bu çalışmalar ne kadar etkili olacak bilemiyorum. Çünkü önceki çalışmalar, televizyonlarda izlediğimiz kadarıyla istenildiği kadar etkili olmadı.

Umalım ki bu çalışmalar etkili olsun.
Etkili olmasındaki en büyük etken de ailede temelde şiddeti yok etmek.

8 Ekim 2011

Yıldız Masalı

Bir yıldız masalı...
Aslında ilk bakışta rockçı Kaya (Gökhan Özen)'nın yıldızlık hikayesi gibi ama değil. Yani benim anladığım değil. Dizi hakkında hiçbiryerde birşey okumadım. Sadece izlediğim kadarıyla kendimce yazıyorum.
Dizide bir sıcaklık var.
Çoğu dizide olduğu gibi entrika, kan, dövüş yada öldüresi öfke yok mesela.
Üç uçuk kızın birgün şöhret olma hayali var. Üçü de birbirinden farklı. Hele biri bonus kafa. Ama peruk olduğu bariz ortada.
Abi korkusu var. Ama öyle ağa dizilerindeki korku değil. Bildik bir korku.
Ağlak bir asistan var. Gözündeki o gözlükler eminim ki ileride şayet devam ederse çıkacaktır.
Sinir bir sevgili var yine. Kafasını otla yemekle bozmuş. Ama Kaya'nın ablası bu akşamki bölümde iyi laf geçirdi.
Ablamız ile Kaya'nın prodüktörünün arasındaki aşk ise ani ortaya çıkışıyla  şaşırttı yani.



Yıldız Masalı, TNT'de cumartesi akşamı saat 20.de.
Keyifle izlenecek bir dizi. Şahsen ben keyifle izliyorum.

6 Ekim 2011

Sürpriz

Sinirli bir şekilde konuşuyordu. Konuşmuyor bağırıyordu adeta. Duydukları onu bu hale getirmişti. Sinirini daha da arttıran ise karşısında sakince oturması idi. Sanki anlattıkları normal şeylerdi. Başkası olsa dahada fazla tepki verirdi ona göre. Hele ki böyle sakin sakin oturan biri varsa karşısında.

Sakince oturan adam, kalktı ve mutfağa gidip su aldı. Yerine dönüp oturdu ve suyunu içti. Odada dolanan sinirli kadını izlemeye başladı. Gözgöze geldiklerinde oturmasını işaret etti.
  • Ne yaparsan yap sonuç değişmeyecek.
  • Evet değişmeyecek ama yaptıkları yanına kalmamalı. Birşeyler yapmalısın. Hep böyle oturup susacak mısın? Deli ediyor bu halin beni.
  • Elbette yapacağım. Sırası geldiğinde. Şimdi bağırıp çağırmak sadece beni yıpratır. Bana değer vermeyen biri için kılımı bile kıpırdatmam.
Tekrar kalkıp mutfaktan su aldı. Camın kenarına gitti. Dışarıya bakarak:
  • Bugün sürpriz yapacaktım ona. Onun için erken gitmiştim eve. Gülümsedi. Asıl onun sürprizi varmış bana. Öyle dalmışlar ki beni görmediler bile.
  • Ne? Bildiğini bilmiyor mu şimdi o kadın?
  • Hayır. Ama öğrenecek merak etme abla. Şimdi çıkmalıyım. Vakit kaybetmeyelim değil mi?
  • Bu kadar sakin olman beni endişelendiriyor ama. İyisin değil mi ?
  • Evet. Dedim ya herkes hakettiğini görür bu dünyada herkesten.
  • O ne demek şimdi. Senin hakettiğin şey bu muydu yani. Sarıldı kardeşine. Kendini suçlamıyorsun demi?
  • Hayır. Ben sadece artık o kadın için hiçbir duygu besleyemem demek istiyorum. Ona nefret bile fazla. Sende üzülme benim için. Çünkü ben hiç üzülmüyorum.  
Ablasını öpüp çıktı evden. Derin bir nefes aldı. Kendide inanmakta güçlük çekiyordu ama iyiydi. Hemde fazlasıyla. En nefret ettiği şey bilinmezlikti ama şimdi herşeyi biliyordu. Ve yapması gerekeni de.

...

5 Ekim 2011

Hayvanları Sevme ve Koruma Günümüz

Küçükken evimiz bahçeliydi. Yüzünü tam hatırlamasam da adı Karabaş olan bir köpeğimiz vardı. Ama onu birileri öldürdü. Varlığınıda pek hatırlamıyorum.
Koyunlarımız, bir deli koçumuz ve yumurtalarını aklına estiği heryere yapan tavuklarımız vardı. Birgün okul dönüşü baktığımızda küçük küçük kuzuları görmüştük.
Aaa birde keçimiz vardı bizim. Ağaçlarımızı perişan etmişti. Annemler onu verdiler. Almaya gelen kişi kocaman otobüsüyle gelmişti de keçi, arka kapıdan nasıl bakıyordu gitmek istemiyor gibi. O anı hala hatırlarım.
Deli koçumuz hele, annemle birbirlerine az çektirmediler. Annem elinde terlikle onun boynuz darbelerine karşılık verirdi. Az dayağını yemedi annemin. O manzaralar hiç korkutmuyordu beni. İzlerdik öylece.

Küçükken bir tavşanım olsun isterdim. Birkaç günlüğüne komşunun tavşanlarına bakmıştık. O vakitlerden içimde kaldı herhalde.

Şimdilerde evimizde sadece muhabbet kuşu bakıyoruz. Daha konuşmuyorlar.



Hayvanlar çok farklılar. Dünyaları keşfedilmeyi bekliyor. Keşfedilmeden yok olan kaç tür var kimbilir. Ve herbirinin farklı karakteri olduğunu anladığımız en başta sadık dostlarımız köpekler ve kediler. Kendilerine özgü birbirinden özel özellikleri. Kimisini biliyordum. Mesela bukelamunların renk değiştirdiğini herkes bilir ama dillerinin boylarından bile uzun olduğunu bilen azdır kanımca. Kutup ayılarının iyi bir yüzücü olduğunu, ki hiç durmadan 100 km yüzebiliyorlarmış. Ya farelerin kuyruklarının geçebildiği her delikten kolayca geçebileceğini biliyor muydunuz?
Daha nicesi. Dedik ya kimbilir kaçı keşfedilmeden yok oldu dünyadan.

Bu hafta dünya hayvan hakları haftası. Dün, yani 4 Ekimde Dünya Hayvan Hakları günüydü. Hayvan haklarına yönelik çalışmalar İngiltere'de 1825 yılında başlamış. Ülkemizde de 1955 yılında kurulmuş ilk dernekleri.
Hayvanları korumak demek, onlara bir kap su ya da yemek vermekten öte birşey. En başta çevremizi temiz tutmak. Çünkü dünyanın dengesi o küçük dediğimiz hayvanların varlığıyla mümkün olmakta. Siz arıların olmadığı bir dünyanın ne hale geleceğini biliyor musunuz?

Yani iş sadece sokak hayvanlarıyla bitmiyor. Bunun bilincine varmak lazım. Sokak hayvanları demişken evde bakılmak için alınan ama sonrasında sokağa bırakılan o eve alışmış hayvanların, sokakta ne kadar çaresiz kaldıklarını söylemek bilmem ne kadar faydalı olur.

4 Ekim 2011

Ruhun Yolculuğu

Hergün aynı gibi görünür
Eğer ki umudu tükenmişse kişinin.
Yaptıkları işlemez ruhuna.
Zira ağır yaralı halde terketmiştir bedeni ruh.
Gördükleri, duydukları, dokundukları
Aynıdır.
Herkes herşey birbirinin aynıdır da
Ruh görür ya o ince farkları,
Ölçer, biçer, tartar
Ve gönlünce yaşar sevinci.
İş hüznü yaşamaya gelince
Çeker isyan bayrağını ruh.
İyileşmez sanır yaraları,
Aldığı darbelerin izleri ağır gelir.
Alır başını gider
Usulca ama hızlıca,
Dönüşü olmayan bir yolculuğa.



3 Ekim 2011

Anadolu Kartalları Filmi

Anadolu Kartalları filmi 28 Ekim'de vizyona girecek.

Filmin özelliği Türk Hava Yolları'nın ilk filmi olması. Türk Hava Kurumu'nun 100. yılına özel çekilmiş olması da filmi özel yapıyor.

Başrol oyuncusu Engin Altan Düzyatan film sayesinde ilk savaş uçağı kullanma deneyimini yaşamış. Hatta adet olan, ilk kez uçuş yapıp inenlerin ıslatılmasını da yaşatmışlar oyuncuya.

Mezuniyet töreni sahnesi aslına uygun olarak gerçekleştirilmiş.

Amerikan sinemasında bolca izlediğimiz ama sinemamızda hiç örneği olmayan bu filmi( her ne kadar bu tarz filmleri sevmesemde) izlemek isterim.

Filmde başka birçok ilklere imza atılmış. Umarız ki herşeye değer.

Film hakkında detaylar ve oyuncuları ve yapımcı/yönetmeni hakkında bilgi için tıklayın.

2 Ekim 2011

Oyuncak Seçimi

Ömrüm boyunca çoğunlukla seçim yapmak hep zor olmuştur. Hele birde aklımda net birşey yoksa. O mu yoksa bu mu? Sıkılır bunalırım.
Kendim için geçtim başkasına alırken daha fena.
Özellikle de yeğenlerime. Büyüdükçe ne alsam derdi de büyüyor. Oyuncak alacaksın diyelim. Yaşına uygun birşey bakarsın bulamazsın. Eğitici  birşey bakarsın yine bulmak zordur.
Birde o oyuncağın nerden geldiğine bakarsın.
Malumunuz herşey ve heryer uyduruk Çin malları ile dolu. Hele ki oyuncak dünyası. Hangisine baksan Çin malı yazıyor.
Çocuk aldığında iki gün oynayabiliyor.
Çocuk aldığında. Çünkü büyükler pek öyle uyduruk kaydırık şeyler almayı istemiyoruz. Ama onlar bir tutturunca, ucuz diye alıveriyoruz. Sonunda ev ucuz ve kıytırık oyuncaklarla dolmuş oluyor.
Oyuncak seçimi önemli. Hem eğitim hemde sağlık için.
En başta o oyuncağın nasıl yapıldığı ve içinde nelerin  olduğu yada olmadığı önemli.
Devlet, en başta oyuncak ithalatı olmak üzere bu işe büyük bir önem vermekteymiş. Yakın bir zamanda ithalat denetimi için Dış Ticaret Veri Sistemi'ni (DTSV) oluşturmuşlar. Bu sistemle denetimler daha hızlı, daha güvenli ve daha az riskle yapılıyormuş. Oyuncak ithalatı da bu sisteme ilk dahil edilenlerden.
Çünkü gelecek çocuklarımızla şekillenecek. Çünkü onlar bizim geleceğimiz. Yarınlarımız.
Bu sıkı denetimlerle oyuncaklar çocuklara daha sağlıklı ve güvenle ulaşabilecek.
Ama yine de oyuncak seçimi yaparken, sadace çocuğun beğenisine bakmadan bir kontrol etmekten zarar gelmez.
Öyle değil mi?