31 Aralık 2012

Hesap Lütfen...


Ama üstü kalmasın. Kapatalım tüm hesapları. Kapansın bitsin. 2013 yeni doğmuş bir çocuk olsun mesela.

Zor mu?

Kapanmaz mı o hesaplar.. hiç mi?

Bir denesek..

Bak saatler kaldı.

Hadi.. Hadi.. Herkescikler sıraya lütfen...

Kapanmayan hesap kalmasın.

Nur topu gibi bir 2013 alalım, en tazesinden. En güzelinden. En sağlıklısından. En aşk kokanından...

Dolduralım boşlukları... Bütün enler bizim olsun.

29 Aralık 2012

Cesaret Dediğin...

Lisede dilime ve kalemime dolamıştım. Önüme gelen, neredeyse her hatıra defterine bu sözleri yazmıştım. Son veda sözüm gibi olmuştu galiba, son sınıfta.

" Birgün bir çılgınlık edip, seni sevdiğimi söylesem. Alay edip güler misin yoksa sende sevir misin?"

Aslında sevdiğim yoktu. Ama şarkının sözlerini çok sevmiştim. -miş olmadı ama hala seviyorum.
Belki de tersini hayal ediyorumdur... bilemiyorum şu an.

Neyse, bir dinleyin, dinleyelim.


27 Aralık 2012

Küçük Gemi.


Ben bir küçük gemiyim.
Sakin ve sığ denizlerde başladı yolculuğum.
Sonra denizler büyüdü.. büyüdü. Ve artık sakinde değillerdi.
Fırtınalar koptu, savruldum.
Kıyılara vurdum kaç defa. Parçalandım.
Ve her defasında yine kendimi en orta yerinde buldum denizin.
Ben hala küçük bir gemi idim.
Deniz ise kocaman.
Ben yönümü kaybettim ama o benden umudunu kaybetmedi.
Ortasındasıyım denizin.
Amaçsız, yorgun, paramparça..
Ama hala içindeyim denizin,
Dibinde değil.

25 Aralık 2012

Merdivenden Düşme Korkusu.


Aslında asıl mevzu, merdivenden düşme değil. O ilk düşmeden sonra hep düşecekmiş gibi korkmak asıl mevzu.

Aynen bir hatayı yapıp, sonra, tekrar yapar mıyım acaba korkusu yaşamak gibi. Bu bende çok oluyor. Öyle ki, hiç yapmadığım bir şey için bile bu şühpe içimde olur. Mesela, işyerini ben kapatırım. Ve her akşam acaba kapıyı kapadım mı ki sorusu ile kendimi yer bitiririm. Kapatır, ardımdan bakar, sonra biraz gider yine bakarım. Sonra baktığımı da unutur, ya kapamadıysam diye içime kurt düşürürüm. Tamam kabul, az biraz paranoya var.

Şimdi şu merdivenden düşme meselesine gelelim. Merak etmeyin hiç düşmedim. Ama.. ama, düşüyordum. Allahım korudu beni resmen.

Lisedeydik. Bir tören olacaktı ve herkes bunun için aşağı inmişti. Bizim sınıflarda en üst katta. Bende niyeyse geç kalmışım. Sebebini hatırlamıyorum. Bir başıma, hızlıca merdivenlerden iniyorum. Ki törene geç kalmayayım. Bir dönemeci geçtim yahut ikinciyi. Hızlıca inerken, birden ayağımın dengesini kaybettim ve ayağım burkuldu. Sonra birkaç basamak merdiveni resmen havada indim. Diğer ayağımada bir şey oldu. Resmen üstlerine basmıyorum ama iniyorum merdivenden. Ama elimle de korkuluğunu tutuyorum. Diyorum ya, resmen Allah korumuş beni. Sonra dengemi buldum ama iki ayağımın üstüne de basamıyorum. Öyle acıyorlar ki. Ama bir yandan da törene geç kalmaktan korkuyorum. Etrafa bakıyorum kimse yok. Yani o an, orda düşmüş olsaydım, beni en az bir saat kimse bulamazdı herhalde.
Bir müddet bekledim ve acım azalınca da inip törene katıldım. Ve hiç kimseye ne olduğunu anlatmadım. Çünkü o an neler olduğunu inanın ben bile hala anlamış ve idrak etmiş değilim.

Bu sebeple merdivenlerden mümkün olduğunca yavaş yavaş inerim. Böyle tuhaf tuhaf yapıyorlar birde onları var ya, binsaat inip çıkamıyorsun. Birde .. kaygan yapıyorlar ki, tutup hepsinden paspas yapıp, üstlerinden geçeceksin ki, anlayacaklar ne kadar kızgın olduğunu. Değil mi ama?

Merdivenden bahsederkene aklıma birde çok komik bir video geliyor. Videoda bozulmuş olan yürüyen merdivende bekleyen insanlar var. Öylece merdivenin yeniden çalışmasını bekliyorlar. Ki gidebilsinler. Yürüyen merdiven de demişken, sırf mecburiyetten dolayı, kullanmaktan korktuğum yürüyen merdivenlere alışmış biriyim. Hemde bu sene oldu bu olay. Belediyeye gitmek için illa ki yürüyen merdivenli köprüyü geçmemiz gerekiyor. Gıcıklığa bak ya. Yoksa ben alış-veriş merkezlerinde bile kullanmazdım. Alıştırdılar insanı. Ama ya alışmasaydım. Yaa.. bunu düşünen yok tabi. Gıcıklıkları da ordan geliyor zaten.

24 Aralık 2012

Yeniyılda Yeni Dilekler ve Olması İstenmeyenler.


Efenim, elimden mendilin eksik olmadığı bir haftasonu geçirdim. Hatta dün akşam bile öyle idi. Ama gelin görün ki, şuan pek öyle değil. Sanki burnum, patrondan çekinircesine akmıyor. Ama yine ama, ben resmen donuyorum. Bir türlü ısınamadım. Anca anca kemiklerim ısındı desem yeridir. Birde mide ağrısı çektim ki sormayın. Ya Allah bismillah, haftaya da böylece başladık işte.

E birde dedim ki, haftaya madem pek içaçıcı başlamadım. İç açıcı bir yazım olsun.

Bu da nasıl olsun? E bir mim varmış. Gelmiş ayağıma kadar. Bende tüm iyi niyetimle tüm iyi dileklerimi “yeniyıl dileklerim” mimiyle yazayım.

Aslında herkesin yeniyıl dileği kısmende olsa aynı. Önce sağlık. Şu bilinen söz gibi, herşeyin başı sağlık. Sağlık olsun da gerisi gelir vesselam. Ama bazen gelmediği de oluyor açıkcası. Bizde bu yeni yıl için, gelen bir yıl dileğinde bulunalım bari. Herşey gelsin. 13 gibim uğursuz olmasın. Ki aklıma geldikçe düşünür oldum. Şu 13 rakamına takanlar, koltuğun bile 13 olanına oturmayanlar, 2013 yılında nerde nasıl yaşayacaklar acaba? Kabus gibi, hep bir 13 olacak. Komik.

Ve mimlerden gitmişken bende hepsi bir arada olsun bari dedim. İkinci bir mimi de araya sıkıştırmaya karar verdim.

O da blog dünyası ile ilgili.

“Blog listemde görmek istediklerim/istemediklerim.” mimi.

Şimdi geçenlerde tivitırda sormuştum ama cevap alamamıştım. Bunu da kimsenin bilmediğine hükmettim. Yoksa o 70 kişinin duyarsız olduğunu düşünmem katiyette.

Neyse...

İşte, ben görmek istemediğim şeyi silerim. Hayatımdan çıkarırım. Bu konuda iyiyimdir. Birinin hayatına girmeyi pek beceremesemde çıkmayı iyi bilirim.

Mesela geçenlerde, görmek istemediğim tarzda bir yazı görmüş olup, şu silme işlemini de öğrenip, anında o kişiyi silmiş bulunuyorum. Şimdi, derseniz ki, bizde silmek istesek nasıl yapmalıyız bu işi. Hemen anlatalım. Öncelikle silmek istediğiniz kişinin bloguna son kez ziyaret etmeniz gerekecek. Ordaki izleyici listenin hemen sağ üst kısmında kareye benzer bir işaret var, ona tıklıyoruz. İzleyici listesinin beyaza bürünmüş hali geliyor ekrana. Sağ tarafta ayarlar yazacak. Ki benim başıma gelen gibi, sizde açtığınızda İzle diye bir komut görürseniz, İzle işlemini aynen yapmanız lazım. Sonra dediğim o Ayarlar yazısı çıkıyor. Ayarlara tıklayınca çıkan ekranda “ bu blogu takipten vazgeç” yazısının üstüne tıklıyoruz. Bitiyor. İşte bu kadar... :D

Aslında biri daha var ama sabrediyorum. Yani bilmiyorum. Bir anda dellenip, silebilirim. Belli olmaz.

Lafı uzattım. Şimdi de görmek istediklerime geçeyim. Onlar da kendinilerini biliyorlar zaten. Bende biliyorum. Fazlaca söze luzüm yoktur. Ben artık susayım.

Bakın şimdi aklımda şu mimleri birilerine yollamak var ama, baktığım herkes neredeyse yaptı bu mimleri. E yapmayan da görsün yapsın. Demeye gerek yok. Değil mi yapmayan? :D

20 Aralık 2012

Yaparım Bilirsin. Ben Bilmem Eşim Bilir..


Yarın akşam Show tvde Yaparım Bilirsin adlı bir yarışma programı başlıyor.

Bu programı konu yapan ise, Ben Bilmem Eşim Bilir yarışması ile birebir aynı formatı taşıyor olması.

Sunucusu Behzat Uygur. İtiraf edelim. İyi bir sunucu. Hele ki böyle tarz bir yarışma için. Zira kendilerinin kardeşiyle yaptığı her show programında, bahsi geçen yarışmadaki kadar abuk oyunlar oynanırdı. Mesela ben, şu bardak çekme oyununu ilk onların Şahane Pazar programında görmüştüm.

Yani çılgınca oyunlarda ve sunumlarda oldukça deneyimli sayın Uygur.

Ama... Birde aması var bu işin.

Ben Bilmem Eşim Bilir yarışması bayadır devam ediyor. Haftasonlarında reytingleri kimselere kolay kolay bırakmadığını da biliyoruz. Bu kadar iyi devam eden bir programın birebir aynısını yapmak saçma olmuyor mu? Bence oluyor. Ha, şimdi Yaparım Bilirsin yarışmasında sadece erkekler yarışacakmış ki, demeyin. O bir fark sayılmıyor bana göre.

Üstelik formata göre, bence yarışmanın adı Yaparım Bilirsin değil, Yaparsın Bilirim olmalı idi. Zira yapar diyen, kişinin eşi oluyor nihayetinde. Öyle değil mi?

Birde programı aynı gün yayınlamamış olmaları da, bir nevi tedbir ve nabız ölçme olayı olabilir.

Bakalım, belki bakarım şöyle bir. Meraktan.

Yalnız bir şey demem lazım. Show Tv, yarışmanın yabancı versiyonlarını gösteriyor tanıtımda. Allahım ne manyakça oyunlar oynuyorlar. İp bile atlıyorlar. Bizde, Ben Bilmem Eşim Bilir deki oyunlara saçma diyoruz. Haksızlık etmişiz arkadaş.

Not: Başlığı karşılıklı iki cümle gibi okuyunca ikinci cümle, birincinin cevabı gibi oluyor. Değil mi?

19 Aralık 2012

Bu Bir 21 Aralık Yazısıdır.


Bir 21 Aralık yazısı da benden olsun.

Şirince'de şu kopacak kıyamet, kopmayacakmış ya. Ama yinede esnaf temkinli imiş de kredi kartı ile satış yapmayacakmış.

Ayy.. ayy.. Bir güldüm bu habere. Bir güldüm ki, sormayın. Adamlar kıyamet kopacak diye, sözde kredi kartı kabul etmiyor. Sanki kopsa aldığı o paraları peşine götürebilecek. Hey Allahım...

Bu kadar mı bilinçsiziz kardeşim, bu kıyamet konusunda. Birileri dünyaya kazık çakacağını sanıyor. Resmen bir ince hesaplar, bir düzenler falan.

Kıyamet dediğin bir kere kopar. O da ne zaman kopar, Allah bilir. Ki kıyamet koptuğunda hiçbir canlı hayatta kalmaz. Bunu bir kere idrak etmek lazım.

Bu tıpkı insanın ne zaman öleceğini bilmemesi gibi. Ne var ki bir insanın ne zaman öleceğini bilmiyoruz ama kalkmışız dünyanın sonu şu gün gelecek diyebiliyoruz. Hayret bir şey cidden.

Geçen aklıma geldi. 2012 filmi vardı bilirsiniz. Orda da Nuh Tufanı esas alınmıştı. İzleyenler bilir. Yine orda da bir dünyaya kazık çakma çabası falan.

Cidden şu dünyada engel olunamayan bir şey ya ölüm. Ama birileri kendini ölümsüz sanıyor ya, komik oluyorlar. Hiç haberleri yok.

17 Aralık 2012

Sırılsıklam


Kapı açıldı ve içeri sırılsıklam olmuş halde girdi. Herkes O'na bakıyordu. İçlerinden en genç olanı:

Size ne oldu böyle? “ diye sordu. O'da aynı şaşkın gözlerle adama baktı, sonra üstüne baktı.

Ne olmuş, bir şey mi bulaşmış üstüme yoksa, ben göremiyorum.” dedi ve üstüne bakmaya devam etti. Soruyu soran genç adam, aynı şaşkınlıkla:

Sırılsıklam olmuşsunuz, daha ne olsun..”

Gülümsedi.

Bir camdan bakın hele, dışarıda yağmur yağıyor. Benimde ıslanmış olmam çok doğal değil mi sizce?”

Aldığı cevapla ne diyeceğini bir an bilemedi genç adam. Sonra masada karşısında oturan adamın, sus işareti ile oturdu yerine.

Kısa bir sessizlik sonrasında, sırılsıklam içeri giren Dolunay, toplantıyı başlattığını söyledi. Yaklaşık bir saat süren toplantı sonunda, canı sıkılmıştı artık. Arada dışarı bakmış, yağmuru seyretmişti. Sırf babasına verdiği sözü tutmak için geliyordu bu toplantılara. Ama hepten ilgisiz ve bilgisiz değildi. Sadece çok ince ayrıntılarda boğulmak istemiyordu. Arada O'nu cahil yerine koymak isteyenlere ağızlarının payını vermek, en büyük zevki olmuştu. İnsanlardan soğumuştu adeta şu bir sene boyunca. Öyle çıkar peşinde koşan, yalancı, düzenbaz, öyle riyakar insanlar tanımıştı ki. Artık önyargılı olmaya başlamıştı. Ondan da korkuyordu. Çünkü hep kendine önyargı ile davranılmıştı. O da öyle olmak istemiyordu.

Zengindi, saygın bir ailesi vardı. İyi bir eğitim almıştı. Güzeldi. Ve çevresindeki herkes tüm bunlara uygun davranmadığını düşünüyordu. Halbuki o sadece içinden geldiği gibi davranıyordu. Bugün de şemsiyesini unuttuğu için, yağmurda ıslanmıştı ve buna aldırmadan yağmurun tadını çıkarmaya karar vermişti. Oysa toplantıdaki herkes O'na anormalmiş gibi bakmıştı. Yağmurda ıslanmış olmanın nesi tuhaftı. Anlamıyordu. Sanki toplantıya bir sululuk katmıştı. Bunu düşününce bir an gülümsedi. Evet belki de sulu ve ıslak bir toplantı olmuştu.

16 Aralık 2012

El Emeği Göz Nuru.

Uyarı: Bu yazı bir "U.H. reklam" içeriğidir.

Efenim kolaydır öyle mağazadan alıp, iki resmini çekip, post yapmak... Kolaysa onları kendin yapsana.. (Allahım moda bloglarına laf attım, sen affet... )

Bunu şimdiye kadar çok duydum. Bizim ülkemizde değeri bilinmeyen bir şeyde el emeğidir. Mesela bugün Tvde adam kendi eliyle, uğraşıp yaptığı tahta kaşık ve bıçakları 1.50 kuruştan satıyordu. Bir ara yabancı bir memlekete gitmiş. Yaptıklarına çok para vermişler. Ama hastalanınca dönmek zorunda kalmış.

Şimdi.. bir saniye. Burda asıl mevzu bendim yahuu.. Bu benim reklam yazım.
Efenim, bu resimde görmüş olduğumuz siyah eldiveni kendim yaptım. Tığ işi, oldukça basit bir yapımı var.



Bunlar ise, vakti zamanında yapmış olduğum süveterler ve panço. Birde kazak vardı ama oda eksik kalsın dedim. Nazar olmasın.

Reklamlar sona erdi.
Başka konu ve konularla tekrar birlikte olmak dileği ile. Saygılar...

14 Aralık 2012

U.H Çekiliş Sonucu



Sabırsızla beklenen işte o an... da daa da..dam.. :D
Abartmayı seven bu bünye.. korkmayın fazla abartmayacak.
Saat 19 itibari ile çekilişimi bitirdim ve sonuçladım.
Son yirmi dk.dır da resimlerle falan uğraştım.
Elimde delil olsun değil mi?
Neyse.. Efenim.. İşte kazanan şanslı okuyucu:

Supercellma tebrik ediyorum. Şansın hep sana gülsün diyorum.
Ve katılan tüm blogdaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. İyi ki beni yalnız bırakmadınız. Çok teşekkürler. İyi ki varsınız..

 Not: Supercellma benimle iletişim için: uyusukhayalperest@hotmail.com

13 Aralık 2012

Soru - Cevap Güzelliği.


1-Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır?

Mantık ne? Duygu ne? İkisi beraber olmuyor mu bunların? Küsler mi? Yoksa kanlıbıçaklılar mı bunlar? Bak ben daha çok soru sordum. Hangisinde mantık var? Ya da duygu var mı? Arada bul. :)
Demek istediğim, işimize hangisi gelirse, aldığımız karara onu yüklüyoruz. Mesela ben, şuan verdiğim bu cevapların çok duygusal cevaplar olduğuna inanıyorum. Mantığım bak şu köşede bekliyor.

2-İnsanlar niye mutlu değiller?Niye gözlerinin önündeki mutlulukları görmüyor ve şükretmesini bilmiyorlar?

İnsanlar niye mutlu değil.. Sanki hayvanlar çok mutluymuş gibi. :)
Aslında mutlu insanlar. Harbiden mutlular. Bir bak etrafına, sen herdaim ağlayan bir insan görüyor musun? Hayır. Çünkü insanların meziyeti bu. Arada sırada ağlarlar ama çoğunluk hep gülerler. Yani eşittir mutlular. Asıl o mutlu insanları görmeyen biziz. Asıl kör biziz. Asıl şükretmeyen yine biziz. Az biraz açsak o gözleri, nice mutlu insan görürüz de, işte işimize gelmiyor. Zoru seçip, mutsuzları görmeyi meziyet sayıyoruz. Yani neymiş, şükürsüz biz. :)

3-Çok para harcayıp keşke almasaydım yada harcamasaydım dediğin bir şey var mı?

Şimdi.. çok paradan kasıt ne burda? Bir miktar belirteydiniz iyiydi. Zira.. kimine göre 1 lira çoktur misal, kimine 10bin lira. Hatta 100bin çoktur. O bakımdan bu soruda bir eksiklik duydum. Kendimce çok para deyip aldığım bir şeyim yok. Çünkü ben pintiyim. Öyle çok para harcamam. :)

4-Haklı olduğun bir konuda hakkını savunur musun yoksa susmak adalet mi dersin?

Susarak hak savunulduğu nerde görülmüş? Öyle bir yer varsa, söyleyin hemen gideyim. :)
İnsan hakkını elbet aramalı. Susmak, hak aramasını o büyük güne ertelemektir. Yoksa o beklediğin adalet biraz zor yerine gelir. Ancak filmlerde olur yani.

5-Tok gözlü müsün yoksa herşeyim olsun diyenlerden misin?

Hemen belirtmem lazım. Çok kibarsın. Niye? Direk aç gözlü müsün dememişin. Çok büyük bir ayrıntı bu bence. Gözüm bazen aç olur. Ki bazenler genelde paramın cebimde beni dürttüğü anlardır. Tok olduğunda, anlayın ki bu kızcağızın cebinde parası ya az, yahut yok. :)
O sebeple orta halli geçinip gidiyoruz işte.



Bu güzel sorular için teşekkürü bir borç bilirim. Öncelikle bu bir mim, belirteyim.

Elimden geldiğince samimi cevaplar vermeye çalıştım. Az biraz suyu çıkmış gibi görünebilir. Arada kaynatın, buhar olup gider o da.

Sevgiler...

Lunapark Günleri.


En son ne zaman gittiğimi hatırlamıyorum. Çok uzun zaman oldu. O dönme dolabın bendeki yeri ayrıdır. Her gittiğimizde illa ki binerdik.

Biz dört kız kardeş, babamızı ikna eder, mutlaka her yaz gitmeye çalışırdık lunaparka. Babam önde, elleri arkada gider, biz arkada. Tıpkı ördek ailesi gibi. Ama bugün düşünürken, babamın neden elimizi tutmadığını düşündüm. Ve şuan cevabını buldum. Adamın sadece iki eli vardı. Biz ise dört kişi idik.

Bir keresinde, babam eve parmağı sarılı gelmişti. Odun keserken tırnağını yaralamış. Ama biz buna aldırmadan, onun bizi fuara götürmesini istiyorduk. Birlik olmuş yine ikna etmiştik.

Her gittiğimizde dönme dolaba binmek ilk yapılan eylem idi. Binmezsek hatrı bile kalabilirdi belki de. Ama ahtapota binmemiz yasak idi. Ve benzeri tehlikeli sayılan oyuncaklara.

Balerine binmemize izin vardı birde. Bir kere binmiştim. Onda da neden bilmem midem bulanmış ve hiç zevk almamıştım.

Bir kerede çarpışan otolara binmiştim abim ile. Herkesin çılgınca eğlendiği anda, ben hiç eğlenmiyordum. Dahası acı çekiyordum. Kafam arkaya vuruyordu, her çarpışmada. Adeta nefret etmiştim. Bitsin diye dualar ediyordum. Şimdi binsem aynı acıyı çekmem herhalde. Ama hiç eğlenceli görünmüyor hala bana.

Şimdi büyüdük. Dördümüzün ikisi evli, çocuk sahibi. Gidiyorlarsa da kendileri ailecek gidiyordur. Babam artık yaşlı ve hasta. Gideceksek de kendimiz gideceğiz. Ama hiç canım çekmiyor.

Ve belirteyim fuar akşamları eğlencelidir. Biz hep akşam giderdik. Dönüşte, babamı kandırır, dondurma aldırırdık.

Bu arada annem neredeydi diye soracak olursanız, evi bekliyor olurdu.
 

12 Aralık 2012

11 Aralık 2012

Kuşaklar Buluşuyor - Yarışma

Gençlik ve Spor Bakanlığı bir yarışma düzenliyor.
Adı da Kuşaklar Buluşuyor.
Yarışmaya 15-20 ve 21-29 yaş arası her genç katılabiliyor.
Ayrıntılar için Kuşaklar Buluşuyor


10 Aralık 2012

Sevdiğim Adamlar - Jackie Chan


Seriye eklemeye layık gördüğüm bir isim olduğunu, geçen akşam filmini görünce farkettim.

Kendileri her filminde, hem aksiyona doyurup hemde eğlenceyi eksik etmeyen bir oyuncu. Filmlerinin neredeyse hepsinde, birkaçı hariç, silah kullanmaz, kullanılmaz. Adamlar bilek gücüyle etkisiz hale getirilir. Bunu bile yaparken, insanı güldürür Jackie.


 
 Çok sevimlidir.

Ve en önemli özelliği, en zor sahnelerde bile dublör kullanmamasıdır. Her sahneyi kendi çeker. Ucunda yaralanmak bile olsa. Ki bildiğim kadarıyla kırılmamış kemiği kalmamıştır.
 
 
Serinin diğer üyeleri gibi, her filmini izletir.



8 Aralık 2012

Ye.. Ye.. Ye.. Çıtır ve Kıtır.. Ye..

Başlığa bak, hizaya gel. :D
Merak uyandıracağım ya, böyle başlık attım.
Birkaç gündür aklımda ve dilimde bu şarkı.
Nedeni yok, essahtan yok. :D
Dinleyelim de az biraz efkarımız dağılsın.
Ve burdan terzi Mukadder'e selam olsun... Aşk için herşey yapılır anacığım.. mı acaba.. ? !

7 Aralık 2012

Sefiller - 2013


Sefiller kitabını okumayan, herhalde çok az insan vardır. En azından ben öyle düşünüyorum. Baya ünlü bir kitap. Klasik.

Kitabın dizi versiyonu vardı. Baştan sona izlemeyemesem de izlemiştim birçok bölümünü. Ünlü Fransız aktör vardı, adını unuttum şuan.

Şimdilerde ise Sefiller'in yeni sinema filmi çekildi. Galası yapıldı. Ve Mart 2013'de gösterime girecek. 

Filmde çok ünlü isimler var.

ünlü Xmen Hugh Jackman var mesela. Esas adamı oynuyor. Bu yandaki resmi hapisten ilk çıkış halleri olmalı.

Bu oyuncularda film için, kılıktan kılığa giriyorlar. Sakal uzatıyorlar. Zayıflıyorlar. Şişmanlıyorlar. Ama parasını da fazlasıyla alıyorlar zaten.
 
 

Anne Hathaway de yer alıyor mesela filmde. O'da film için baya zahmet çekmiş. Kilo vermiş. Resimde görülen o saçlarını kestirmiş. Ki kitabı bilen bilir. Orda Anne'nin canlandırdığı kadın, saçlarını para ile satıyor, kızına bakabilmek için.
Ve filmde Russell Crowe'de yer almakta. Dedim ya, baya ünlü isimler yer alıyor.
 
Sanırım Sefiller'in şimdiye kadar çekilmiş en ses getiren, en ünlü sinema filmi olacak. Yahut oldu bile.

İzlemeyi düşünüyorum. 2013 filmlerinden ilk listeye giren film.


6 Aralık 2012

Düşünme.


Özlemek ne demek diye düşünüyordu.

Özleyen insan özlediğini nasıl anlardı? Ya da özlemek anlaşılır bir şey miydi?

Düşünüyordu. Şimdiye kadar kimseyi özlememişti. Yani özlemek denilen şey, onun bildiği şey ise, o hiç özlememişti kimseyi.

Aslında özlemek için birini sevmek gerekirdi. Böyle düşünüyordu. Ama O, şimdiye kadar birini sevmediğini de farketti.

Hiç aşık olmamıştı. O sebeple ki, aşık olmak nasıl bir şeydi onu da bilmiyordu. Belki de olmuştu da, haberi yoktu. Ama bildiği aşk hikayelerindeki gibi olmamıştı ki hiç.

Kimseyi görmek için delirmemişti bir kere. Konuşmak için çılgınca şeyler, hele hiç yapmamıştı. Yollar gözlememişti. Manasız gülücükler konmamıştı yüzüne.

Evet evet.. aşıkta olmamıştı hiç.

Hele o hep bahsigeçen mide kramp olayını hiç anlamıyordu.

Şöyle bir düşününce hiçbir şey anlamadığını farketti. Ve dahası hiçbir şey yaşamadığını da farketti.

Bu iyi bir şey mi yoksa kötü mü?

Yoksa kendi bir odun muydu ? ...

Sonra düşündü ki, düşünmek iyi bir şey değildir. Bıraktı düşünmeyi.

5 Aralık 2012

U.H. Çekiliş.


Efenim..
Çok düşündüm. Tahmin edemezsiniz hemde baya düşündüm. Öte düşündüm, beri düşündüm..
Sonra dedim ki, sonunu düşünen, sonunda düşünmediği bir yola giriyor. Yani hiçbirşey değişmiyor. Bende düşünmekten vazgeçtim.
Nihayetinde de sizlere bunları yazıyorum.
Evet... Başlıktan da anlaşıldığı üzere, bu uyuşuk kişilik bir çekiliş yapacak. Bir ben kusur idim. Ki kusur olmayı pek sevmem. Çekilişimi bu postla birlikte başlatıyorum.
Şimdi...
Efenim, ben şimdi hem benzer ama bir o kadarda farklı olmayı istediğim için, çekilişimin bazı detayları farklı olacak.
Neymiş o detaylar.. ?
Tek bir detay var tabi. O da çekilişe nasıl katılacaksınız detayı.
Şöyle ki, sizden, çekilişime katılacaklardan tek istediğim, bu konunun altına, benimle ilgili bir detayı yazmanız. O kadar.
Nasıl bir detay mesela?  diye soranlara şöyle örnek vereyim.
Saçın kısa.. uzun.. boyum postum.. kiracıyım.. evlerim var bissürü.. ölmeden yapmak istediğim şey şudur mesela.. sevdiklerim, sevmediklerim.. izlediklerim.. (ipucu olarak mimleri tavsiye edebilirim. Ayrıca blogun en altında arama motoru mevcuttur.)
Özetle blogumu okuyan biri, zaten benle ilgili birşeyi anında yazabilir. Tabi uyuşuk olduğumu yazmayın. Onu kabul edemem. :D
Onun haricinde başka birşeye gerek yok.
Cevaplarınızı kimse görmeyecek. Soru sorarsanız cevabını yazarım. Onun haricinde konunun altında herhangi birşey yayınlanmayacak.
Vee... Ve.. Son olarak, ne vereceğim ben size. Bakın onu unutacaktım.
Kitap veriyorum. Resimde görmüş olduğunuz kitabı, eski usul olarak çekeceğim çekilişle biriniz kazanacaksınız. Hediyeyi hediye etmek sünnettir.
 Ayrıca içinde (resimde de görünüyor) yüzde yüz el yapımı, orjinal kitap ayracı da olacak.
Şimdiden katılacak olan herkese bol şans dilerim.
Çekilişin bitiş tarihi olarak 14 Aralık Cumayı seçtim..

4 Aralık 2012

Yaprak Çalışmam - Uyuşuk Hayalperest





Efenim, bunlar son sanatsal çalışmamdan kareler.
Öyle basit görünmesin, bittiğinde sırtım acayip ağrıdı. Yaklaşık yarım saat uğraştım.
Evet...
Nasıl olmuş?
İlerleyen günlerde orjinal hallerini de eklerim. Bunları biraz renklendirdim de.

29 Kasım 2012

Sinirsel Boyun Ağrısı


İnsanın sinirden boynuna ağrı girer mi? Benim girdi. Potansiyel yüksek. Sinir olmaya odaklanmışım.

Zaten geçen adamın teki, evrağını yırttı parçaladı. Patronda yoktu. Demedim ama ona. Hala acaba anlatsam mı diyorum. Yırttığı evrakları da atmadım daha.

Olay şöyle cereyan etti. Ben bir şey yapmadım, önce onu diyeyim. Gayet sakin ve iyi niyetli idim. Adam bilgisayardaki kayıtlarıma bakıp, tüm ilçenin kayıtlarını görebilceğimi iddia ediyordu. Ve buna göre benden istediği evrağa bunu not düşmemi istiyordu. Ama yok, görmüyorum. Ayol ben bir garip kurumum, nasıl göreyim, tüm ilçenin kayıtlarını. Ama görüyormuşum. Efenim dedim, gidin kaymakamlığa onlar işini halleder. Beni buraya yolladılar, zamanımda yok, yaz ver, diye ısrar ediyor. Diyorum ki, bendeki kayıtlar işinizi görmez. Ama hala tüm kayıtları gördüğüme ısrar ediyor. Sonunda yapmıyorum be, uğraşmıyorum dedi ve yırttı evrakları. Ve gitti.
Ben ona yardımcı olmak istedim. O inadından ikna olmadı.
Şimdi o sinir haliyle patronla denk gelselerdi ne olurdu acaba diyorum. Patron öyle diretmelere acayip kıl olur. Yani sen işini bilmiyorsun, ben biliyorum nasıl olacağını demeye çalışanlara kızar.
Neyse diyorum, iyiki yokmuş. Adam kendi kendine söylendi ve gitti. Benim kabahatim yok. Olmayan bir şeyi veremezdim zaten.

Bunu da paylaşmış oldum. İçimde kalmış idi.

Ne diyordum. Sinirlerim boynuma vurdu. Geliyorlar sağdan sağdan. Çok lazımmış gibi. Halbuki eve gittiğimde yoktu. İşyerine geldim yine hissetmeye başladım.

Tuhaf..


27 Kasım 2012

İlk.. Yada Değil.. Olabilir de..

Yarın doktor randevum var ama yine.. yine.. benim gidesim yok. Acaba böyle alıp alıp milletin hakkına girmiş oluyor muyum ki? Ama ters bir zaman oldu. Hesabım tutmadı. İptal edip yine alayım. O zaman tutar.

Şuan saat 10:10.
Biri beni düşünüyor. Yahut ben birini. İnsanın sebepsiz mutlu olmaya ihtiyacı olduğu zaman dilimleri. Okuldayken arkadaşım, saatte akrep ve yelkovanı bir olmuş görünce öperdi saatini. O gelir aklıma çoğunlukla. Bazen bende saatime öpücük atıyorum. Alın size sır. İyi tutun, saklayın, koruyun.

İçimden bir ses, çekiliş yap diyor. Hatta hediyem ve çekiliş yazım için herşeyim hazır. Ama ben hazır değilim. Kararsızım. Birgün aniden fikrim sabitleşip, çekilişimi sizlerle paylaşabilirim. Hazırlıklı olun. Ve bir uyarı. Bildiğiniz bir çekiliş olmayacak. Çok bencilce şeyler düşünüyorum, çok.. .. Bakın haberini bile nasıl abartıp veriyorum.. gerisini varın siz düşünün artık.

Bugün baştan aşağı maviyim. Çok asil görüyorum kendimi.. çok...

Az sonra televizyonu açıp, Avrupa Avrupa dizisi varsa onu seyredeceğim. Varsa.. ve tabiki patron gelip değiştirmezse..

Hadi görüşürüz..

Resimsiz yazılar daha eğlenceli imiş. Ve böylesi iç döküşler.
Rahatladım mı.. Pek değil.
Kopyacı mıyım.. Ehh olduğunca.
Farkeder misiniz.. Eden eder, ama söylemez. Söylese iyiydi..

26 Kasım 2012

Benim Bir Sırrım Var...


Sır tutmayı bilir misin? Sır versem tutar mısın peki?

Peki sana o sırrı verirsem, ben sır tutmamış olmaz mıyım?...

Her insanın bir sırrı vardır. En büyük sırdaşı da kendisidir. Ve her bir sırrını başkasına paylaşınca kendine ihanet eder aslında. O ihanet göze alınır. Çünkü bazen o sır, kelimelerle dökülmek ister. Dışarı çıkmak ister. Belki de özgür olmak..

Sır yine sırdır aslında, kelimelere dökülse de. Taki o kelimeler özgürlüğü sevip, başka dudaklarda heyecan buluncaya kadar.

Sır.. Üç harf ya hani. Aslında hakeder o üç harfi. Biri sensindir. Biri sırrı sana işleyen. Biri de o paylaştığın...

Ama yine de sır kendinle ve sana işleyen kişi ile kalmalıdır. Bazen, tehlikelidir üçlemesi. Dedim ya, sever heyecanı sır. Dudaktan dudağa dolaşmayı sever. Bir çıkmayı görsün hele..

Sır, aslında hep iki kişiyle başlar ya, aslında onu sır gören, sadece sen olursun. Sana onu işleyen için sen sır değilsindir. En çok da bu yakar canını. En çok bundan korkarsın. Bu sebeple hep iki kalsın istersin. Yani bir.. yani sadece sende... içinde.. öylece..

Şimdi gerçekten istiyor musun sana sır verme mi?

23 Kasım 2012

Çocuk Oyun Şarkıları


Aliler Aliler.. Çingene Aliler..
Aliler Aliler.. Çingene Aliler..
Ne isterler ne isterler.. Bizim saraydan..
Sizin sarayda bir güzel varmış..
Sizin sarayda bir güzel varmış..
O güzelin, o şirinin adı neymiş..
O güzelin, o şirinin adı neymiş..
....
Aç kapıyı.. Bezirgan başı.. Bezirgan başı..
Kapı hakkı ne verirsin.. Ne verirsin..
1 sıçan.. 2 sıçan.. 3 sıçan.. 4.üncü kapana sıkışan..
....
Menekşe mendilin düşe.. Bizden size kim düşe..

....
Yağ satarım.. Bal satarım..
Ustam ölmüş ben satarım..
Yağ satarım.. Bal satarım..
Ustam ölmüş ben satarım..
....

Denizde dalga.. Hoş geldin abla.
Eteğini topla.. Rahat otur abla..

 


Bunları hatırladınız mı? Daha niceleri var. Çocukken oyunlarımıza eşlik eden melodiler. Dostça ve kardeşce, el ele oynanan oyunlardı bunlar.
Yarın öğretmenler günü. Tüm öğretmenlerin bu güzel gününü bu vesile kutlamış olayım.

Darıldın mı Cicim Bana..


Bugün trip atma günüm olarak ilan edilmiştir.
Patron yine gidiyor gezmelere. O gezsin ben kalayım burda. Ezik miyim laa.. ben. Büyük ihtimal.. Olmaya da bilirim. Aman.. sanane.. banane..
Bakın söylüyorum şimdi. Öyle bin saat açılmayan blog sahipleri, lütfen bloglarınıza bir ayar çekin. Bize, en çok da şahsıma çin işkencesinin bir çeşidi olarak bunu çektirmeyin rica ediyorum.
Ne olur yani, öyle şatafatlı olmasa blogun, öyle her gördüğünü eklemesen ne olur? Eksik mi kaldığını düşünürsün ki? Yok bence düşünme. Eksilen sana ulaşmaya çalışan insanlar oluyor. Bunu bil.
Öyle renkli cümbüşlü sayfalar eskidenmiş anacığım. Şimdi sadelik para ediyor sadelik.
Sen herkesin bilgisayarını kendi son model, aşırı donanımlı bilgisayarın gibi mi sanıyorsun? Yok.. yok.. Yanılıyorsun sen. Herkesin bilgisayarı öyle değil. Tamam mı? Açılmıyor işte binsaat, gelmiyor kendine sayfa. Hatta hata bile veriyor.
İnanmıyor musun? Git başka bilgisayardan dene de gör. Ama öyle kendininkine eşdeğer olanınkinden değil, eski bir modelden dene de gör. Gerçek bir tokat yüzünde patlayacak. O tokat kendine attığın bir tokattır. Lütfen benden geldiğini düşünme. Ben şiddete şiddetle karşıyım. Seni niye döveyim yahuu.. bloguna girmem, o işkenceyi çekmem olur biter. İş bu kadar basit.
Kendim bizzat böyle laflara mazur kalmamak adına, blogumundan fazlalık herşeyi kaldırdım.
Eee.. ne demişler. Önce sen yapacaksın ki, sonra o yaptığını söylemeye yüzün olsun.
Ama yinede blogumundan şikayeti olan varsa bu hususta, rica ederim bildirsin. Fazlalık kaldıracak gaget kalmadı ama, temayla hallediriz. Sen yorma o güzel gönlünü.
Ben sizin için burdayım. Siz gelmezseniz, gelemezseniz, benim varlığım nice olur.. gelin siz gelin. En âlâ konforu ayarlarım ben size. Cancağızlarım benim.
Öptüm hepinizi, bir kardeş babında.. aman yanlış olmasın.

22 Kasım 2012

Bingo. Bizi Anlamayan O.

Efenim, özendim, bezendim, bende bir reklam eleştirmeye karar verdim. Çok pis özenirim hee.. Birde tabi benimkinde fark var. Ne bu fark; efenim ben reklama kadın gözüyle bakacağım. Eminim yazınca tüm kadınlar bana hakverecekler. Çok emin konuştum ama hadi hayırlısı..

Başlıktan da anlaşıldığı üzere, konuya reklam olan reklam Bingonun şu bulaşık deterjanı reklamları. Hani Hazal hanım kokudan koklayıverip, kendini sarayda buluveriyor ya, o reklam.

Şimdi sorarım size. Biz hiç yıkamadık mı bulaşık? Yıkadık. Peki yıkarken o kokulu deterjanın kokusu mutfağa dolmaz mı? Dolar. Öyle burnumuzun dibine kadar sokup koklayarak o deterjanın kokusunu alıyorsak zaten o ürünün kokusundan şüphe etmek lazımdır.

Bir test edin, mesela Cifin elmalı bir deterjanı vardı onu alın, yahut Feylinin portakallısı var, onu deneyin. Koku yıkarken duyulur. Su sıcaksa ala ala duyulur o koku.

Eee.. şimdi reklamda Hazal hanımın annesi bulaşık yıkıyor. Baya köpüklü köpüklü yıkıyor hatta. Ama Hazal deterjanı eline alıp, kokuyu öyle duyuyor. Mutfaktan içeri girer girmez o kokuyu duyması lazımdı. Yanlış mıyım? Birde tarçın kokusu bu yani. Çok fena duyulur o koku. Fazlası midemi bile bulandırır benim.

Birde bitmiyor, annesi diğerini uzatıyor kızının burnuna. Hadi o tamam diyelim de, ilki olmamış. Olmamış yani. Yapmacık.
Zati Hazal Kaya ve annesi o reklamlara hiç olmadılar. Gerçekçi değiller, üstüne birde böyle gerçekten uzak reklamlarla hepten sevimsiz oluyorlar. Selena diyeceğim de, kızın gerçek adını unuttum.. neyse işte Onlar iyiydiler anne-kız.

Başka reklamlarda görüşmek üzere..
 

21 Kasım 2012

Katliamdan Beraat Çıktı


-Pişman değilim Hakimbeyamca.. Yine olsa yine yaparım. Laftan anlamıyorlar. Başka çarem kalmadı.

-Yaz kızım... Sanığın ağır tahrik altında kaldığına, suçu işlemek için hafifletici nedenleri olduğuna, bu sebeple cezasının kirlettiği yerleri temizlemek olduğuna oy birliği ile karar verilmiştir.

...

Herşey güzel başlamıştı halbuki. İşe gelmiş, camları açmıştım. Hep açarım. Muhakkak o arada sızıyorlar içeri.

Tam işe başlıyorum. Ortaya çıkıyorlar. Bir değil, iki değil, tam 6 tane idiler. Hepsiyle nasıl başa çıkardım ki. Kovsam gitmiyorlardı. Öfkemden anlamıyorlardı. Beni sinir etmek hoşlarına bile gidiyordu. Buna da eminim işte.

Saatlerce dayandım eziyetlerine. Ben delirdikçe karşımda dans ediyorlardı. Artık kararttım gözümü. Aldım elime silahımı. Düştüm peşlerine. Ama iyi niyetimde var. Girdikleri gibi çıksınlar diye camı da açtım. Biri akıllı çıktı sadece. Kaçtı. Diğer 5'ini hakladım. Cesetleri hala yerde duruyor. Azmettim hepsini geberttim. Pişman mıyım? Değilim. Gitsinler diye uğraştım. Gitmediler. Ölümü hakettiler.

Katliam gibi cinayetten affoldum. Niye ? Çünkü ben haklıyım. Evime girip, üstüme saldılar. İşyeri ama olsun.

Bu ibretlik dava da tüm sinek katillerine emsal olsun. Hakkınızı savunun. Biz haklıyız onlar değil. Onların arkalarında bir Ömür Gedik varsa, bizim arkamızda nice Seyfi Dursunoğlular var, bilmem kimler var.. var da var..

Heyytt.. kim tutar bizi..


(Ömür Gedik'e sevgilerle..)
 

Photoshop Çalışmam - IŞIK Yolu

Başrollerde üç kişi.
Kimlikleri gizli.
:)

 
 
 


20 Kasım 2012

Uyku


 
Efendim, uyku iyidir. Hoştur. İhmal etmemek lazımdır.

Şahsımuhterem olan ben, bu konuda iyiyimdir mesela. En az 8 saat uyurum. Bakın en az diyorum. Hele kışın uykum daha erken gelir. Eskiden yatardım da şimdi alıştığım saatte yatmaya özen gösteriyorum.

Öyle gece oturmalarını sevmem. Tabiatımda yok derler ya, aynen öyle kanımca. Bünye uykuyu seviyor. Zaten uyumadım mı, gözler gidiyor.

Lisede geziye gitmiştik. Gece çıktık yola ki, gündüz görülecek yerleri görebilelim. Otobüste o gece yol boyunca uyumadık tabi. Gündüz zati uyumak yok. Gece oldu dönüş başladı. Ben uyukluyorum. Arkadaş dürtüyor, telefonda ablan arıyor diye, kızı duyuyorum ama o gözler açılmıyor. Bin saat kendime gelemedim. Normalde uykudan uyanınca öyle uyku salaklığı yaşamam. Direk uyanırım. Ama o gece, o telefonda nasıl konuştum bilmiyorum. Tabi sonra uyku gitti. Gece yarısını geçti saat, evdeyiz, yat uyu ama uyku yok yahu. Sabahta okulada gitmedim. Evdekiler sağolsun, yollamadılar.

Uyku bu, kaçtı mı kaçıyor cidden. Bu da bir gerçek. Kaçmadan yatağa koşmak lazım.

Birde yatıp uykuyu beklemek var.

Mesela ben, sırtüstü uyuyamam ilk yatışta. İlla dönmem lazım. Uyku hali sırtüstü oluyorum da sonra hemen uyanıyorum. Niye? Çünkü nedense sırtüstü yatınca dişlerimi gıcırdatıyorum. Bunu farkettim. Sonra başımı sağa sola oynatıyorum. Saç arkada dolamaç oluyor. Rahat olmuyorum özetle, anlayacağız. Yan yatmak en iyisidir.

Hee son olarak yüzüstü yatmayınız. İyi değilmiş.

19 Kasım 2012

Gidiyorum Dediğinde Gitmeli İnsan..


Bu bir hikayedir.

İsteksizce çaldı kapının zilini. Açılmasa keşke diyordu. Çalmasaydım diye düşünemiyordu bile. Hatta gelmemeyi bile.

Kapı açıldı. Karşısında yine o kocaman gülümsemesiyle O vardı. Sarıldılar. Yani daha doğrusu O sarıldı.

Mutlu olduğu belliydi gözlerinden, ışıl ışıldıydılar. O ışıldayan gözlerde biraz olsun pişmanlık aradı. Özür aradı ama yoktu. Dahası bu sevinci, zafer sevincine benzetti. İrkildi ve kaçırdı gözlerini gözlerinden.

Oturdular koltuğa. Elini tuttu. Sımsıkı tutuyordu ellerini. Tutup göğsüne kaldırdı elini:
 
Bak, nasıl atıyor kalbim sevinçten. Uçacak nerdeyse..” Ve öptü elini.

Seni seviyorum ben.. “

Şimdiye kadar açmamıştı ağzını. Yine sustu. O'da sanki bu normal bir şeymiş gibi, cevap beklemeden kalktı:
yemeği hazırlıyorum şimdi.. sana çok güzel yemekler yaptım. Bayılacaksın..” diyerek mutfağa gitti.

Yine başbaşa kalmıştı. Gayri ihtiyari eline baktı. Öptüğü yere. Gülümsedi ve rujun izini sildi. Müzik sesi başladı birden. Mutfağa doğru baktı ve O'nun kafasını gördü. Gülümsüyor ve göz kırpıyordu. Sebebi belliydi. Çalan şarkı kendisinin en sevdiği şarkı idi. Jest yaptığını düşünüyordu belli.

Her seferinde kendine söz veriyordu ama yine de kendini Onun yanında buluyordu. Öyle sevimsiz öyle suratsız hali vardı ki, kendinde ne bulduğuna anlam veremiyordu. Her dönüşünde dahada sessizleşiyordu. O ise her dönüşte daha bir sevinçli oluyordu.

Neden dönüyordu peki? Çekip gidiyordu. Ve dahası O istiyordu gitmesini. Kovuluyordu. Sonra binbir nazla her saniye arıyordu. Dönmesi için yalvarıyordu. Ağlıyordu. Sadece dön diyordu. Sadece dön...

Aynen öyle yapıyordu geçekten. Sadece dönüyordu. Yaptığı başka bir şey yoktu. Bedeni burda idi ama kendi yoktu. Peki niye dönüyordu.. bunu bilmiyordu.

Seviyor muydu? Sevseydim, gördüğümde sevinirdim diye düşünüyordu. Gittiğimde de üzülürdüm. Ama ikisi de yoktu. Böyle olduğu halde neden döndüğüne dair, kendine bir cevap veremiyordu. Belkide hiç “gidiyorum” demediği için, dönebiliyordu. Gidişinde sessizlik vardı. Konuşan, git diyen hep O idi. O da gidiyordu. Şimdi ise gidiyorum deme sırası kendisindeydi.

Yerinden kalktı. Mutfağa yönelmişti ki, kapıda karşılaştılar. Onun gözlerine baktı ve:

Gidiyorum..” dedi.

Gitti gözlerindeki o ışık, yüzündeki mutluluk.

Demek o gün, bugün.. Hep umut vardı içimde. Ama şimdi, beklemem. Bekleyemem dönmeni. İsteyemem de. Hakkım yok. Biliyordum istediğini. Ama hiç demedin. Bende hiç dillendirmedim. İstemem çünkü gittiğini. Öyle kızgınlıkla derim ama senin demen, istemen farklı. Dönüşü yok bunun. Affet beni.. çok çektirdim sana.”

Sana kırgın değilim. Hoşça kal...”

Kapıya yöneldi ve gitti. Dönmedi bir daha geri.
 
 Böyle olmalıydı gidişler. Dökülmüşse dilden “gidiyorum”, gitmeliydi insan. "

16 Kasım 2012

Film Tadında Hayatlar

Bir mim kapıp geldim. Üstünden vakit geçmeden yayınlıyım.
Hikaye tarzı cevapladım.
Sorular kısmı üstte yer alıyor. Cevaplar hikayenin içine serpiştirildi.
Ben kimleri mimliyorum. İsteyen herkesi. Niye? Üşendim de ondan. Canı çeken ve yapmamış olan yapar. Değil mi?  Zati o sebeple soruları yayınlıyorum.

İşte mim soruları ve bir mim hikayesi:


-Hayatınız bir film olsa hangi filmde başrol olmak isterdiniz?

-Sizi anlatan en iyi, en unutulmaz film sahnesi hangisi olurdu?

-Eminim binlerce sahne vardır ama en en en etkileyen hangisi, sizce?

-Aklınızda en çok yer eden, adeta başucu cümleniz olan replik hangisi?

-Ve son olarak filmlerle adeta bütünleşmiş o güzelim film müziklerinden favorileriniz hangileri?


Hayatım bir film. Her sahnenin tek oyuncusu benim. Yönetmeni de benim, yapımcı da. İşim öyle ağır ki.
Keşke 30 olsam dedim dedim..Hep bu yüzden. Birileri bu haykırışımı duydu ve dalga geçip, bensiz filmini çekti. Ama aslında o filmde başrol benim. İçimdeki o çocuğu hiç ama hiç öldürmek istemiyorum. Yönetmen bensem, e doğal olarak senaristte benim ya, istesem hiç öldürmem.

Özel bir kadınım ben. Artık 30unda olmak istemeyen. Sevdiğimde özel olmalı tabiki de. Mesela bu oyunda bana Richard Gere olabilir. Şöyle çıkar kırlara.. benim ayak bastığım yerlere basar.. ayy ne romantik.. Çalıntı senaryo diye dava açacaklar baya yaa.. Ama açamazlar ki, benim filmim gizli gösterim ki. Kimse görmüyor.
Hayat ne de olsa bir paket çikolata gibi. Kötü düşünmek yok. Karşımıza ne çıkacağını bilmiyoruz ki. Böyle düşünmek ne güzel değil mi? Düşünmekten öte dile dökmek. En etkilisi. Hep tatlı süprizleri olsun hayatın. Bunu bilipte yaşayalım hep.

Film çekmek çok yorucu. Çok.. ruhum dinlensin azcık. İzleyenlerinde öyle. Ruhları şenlensin. Gül açsın gözlerinde, gülmekten. Hep hüzün olmaz bir filmde. Zati benim filmimde hüzne yer yok ki, sadece uyuşukluk var.
Filmimde şarkıyı izleyenlere bıraktım. Böylesi de iyi bir yönetmenim.


Adım SOYADIM.


Twitter da sordum. Sağolsunlar cevapladı arkadaşlar. Bu kadar cevap beklemiyordum. İlgiyi görünce, şimdi tivit dar gelmiştir kimine diyerekten, konuyu buraya taşıdım. -YALAN. İki üç cevap görünce, şımardım resmen.

Görünce dikkatimi çekiyor. Üst üste gelince de bir sorayım dedim.

Art niyet aranmasın. Benimki sadece muhabbet kurmak.

O halde sıkılmaya luzüm yok. Dert etmeye hiç gerek yok. Sadece ben miyim bu detaya gözü takılan, öğrenmek istiyorum.

Evet bu bir detaydır. İnce bir detay belki de. Belkide Tolga Yazıcı'nın dediği gibi alışkanlıktır.

Şimdi buraya kadar okuyan ama tivitten haberi olmayanlar, ne oluyor yahuu.. demişlerdir kesin.
 

Efenim mevzu şu: insan neden adını soyadını yazarken, soyadını büyük harflerle yazar. Niye öyle yazma gereği duyar? Niye öyle yazıyorsunuz ki? Bunu merak ettim.
 
Ayrıca benden başka buna dikkat eden var mı, onuda merak ettim. Gereksiz işler insanı mıyım yoksa.. Yok canım, maksat muhabbet sadece.

Lafı da niye böyle uzattım bilmiyorum.

15 Kasım 2012

Uzun mu Yoksa Kısa mı



Saç seversin..?
Başlığa saçı hususi eklemedim. Kıllık yapıyorum, kıl mevzuya hani şimdi konumda.

Yazının başında yaptım iğrenç espriyi, sonu hayırola..

Efenim, parkta oyun oynayan küçük kızın saçlarını görünce aklıma geldi. Dedim bir saç mevzusu yazayım. Dün de, işyerine gelen kızın saçlarına takılmıştım. Yani aslında ben saça bakarım. Bakıyorum.

Parktaki kızın saçları kısa idi ama nasıl yakışmış o ufaklığa görmeniz lazım. Dün gelen kızınki ise uzundu. Baya bir uzun hemde. Yandan toplamış saçlarını. Aslında dikkatimi de o yandan toplaması çekti.

Peki uzun saç ne kadar kullanışlı, insana ne kadar yakışır, tavsiye edilir mi? Sanki markada tavsiye edilecek.. neyse..

Şahsen uzun saçlı bir insanım. Ama bir sorun niye? Zira saçların bana göre haddinden fazla inceler. Ve ince saç yağlı olur, lafına binayen yağlı bir saç yapım var. Hal böyle olunca kendime kısa saçı yakıştıramıyorum. Üstüne üstlük birde top gibi surata sahibim. Elmacık kemikler çıkık. Tipik bir tatar kızıyım, desem yeridir. Aslında saçlarımı kısacık kestirmek var ama anne razı değil.

Evet uzun saç iyidir hoştur görünüşte ama bakımı zordur.

O saç hele ki kalın telli ve gür ise, bir gün tarama bak neler oluyor. Bu sebeple Allah biliyormuş kulunu da, bana ince tellli saçı layık görmüş. Zira saçlarımla uğraşmayı pek sevmem. Küçükken çok oynardım mesela. Şimdi o hallerime bakıyorum tanıyamıyorum kendimi desem yeridir. Saçlar kısa halim ise, tam ibretlik. Yüz ortada, okka burun ortaya çıkmış resmen.

Saç kesimlerinde bu noktalara da dikkat etmek lazım. Yüzü böyle ablak bir şekilde ortaya çıkartmamalı mesela. Çirkin oluveriyorsun bir anda.

Saçı kullanım şeklide önemli bir husus. Salkım saçak saçlar evde hiç kullanışlı değildir mesela. Oraya buraya dalarlar senden evvel. Ağzına girerler örneğin. Evde o saçlar toplu olmalı. Hayır yani, o saçı evde arkaya doğru savurcanda ne olacak, kimi etkiliyorsun sen, dört duvarın içinde. Ananı mı babanı mı? Onlar sana toplayıver şu saçını der, başka bir şey bekleme.

Kısa saçın bakımı da, yıkaması da çok kolaydır. Uzun saçla binsaat uğraşırsın banyoda. Sonra adın çıkar, bu kız banyoda hep kırklanıyor derler. Sen kolay mı sandın o saçları yıkamayı?

Hele birde sonrasında kurutma mevzusu var. Ama ben onunlada hiç uğraşmıyorum. Sarıyorum sarmalıyorum. Suyunu alıyorum, sonra salıyorum o saçları, kuruyorlar. Gece ise sarmalı uyuyorum. Zaten saç kurutma makinesi saçlara iyi gelmiyormuş. Birde radrasyon yayıyormuş.

Şimdi ben bu yazıyı genelleme yaparaktan yazacaktım. Ama pek bir kişisel oldu galiba.

14 Kasım 2012

Düğünler ve İlginç Fikirler



İkidir denk geliyorum, haberlerde. Millet, ilginç detaylara imza atıyor düğünlerinde.

Mesela artık nikah şekerlerinde neredeyse devrim yaşanıyor. Adı sadece nikah şekeri olarak kaldı desek yeridir. Şeker yerine başka başka şeyler çıkıyor karşımıza. Seçenekler çok.

Hatta sosyal sorumluluk konusunda hassas kişiler, bu özel günlerinde bile bir sorumluluk örneği gösterip, şeker yerine kartlar dağıtmaya başladılar.

Bir çevreci damat ise, nikahında şeker yerine ağaç fidası dağıtmış davetlilerine. Ne güzel bir düşünce. Gördüğümde keşke tanıdığım biri olsaydı dedim. Alırdım birkaç tane. Öyle ya, nikah şekeri bir tane alınmaz. Çifter çifter alınır bizde.

 
Bir başka ilginçlik ise tamamen damadın başının altından çıkıyor.

Sözde geline şaka yapmış beyefendi.

Damadımız itfaiye çalışanı imiş. Tam nikah kıyılacakken birden itfaiye sireni duyulmuş ve damat bir şey demeden, masadan kalkmış gitmiş. Gelin şaşkın. Nikah memuru almış eline mikrafonu, geline abuk sorular soruyor. Böyle bir 10 dk. geçiyor ve damat, sırıtarak içeri giriyor.

Neymiş.. şaka yapmış.

Hayy.. ben böyle şakaya.. Ben gelinin yerinde olsam, nikahta damada hayır der, çeker giderim. Sonra sırıtarak gelir... şaka.. şaka.. derim.

Düşünsenize kızın o andaki halini. Adam masadan kalkıp gidiyor bir şey demeden. Neymiş, işe gidiyormuş.. pehh.. yemişim ben o işi.

Tabi bunları diyen benim. O gelin şuan gayet mutlu. Allah bozmasın Efenim. Ne diyelim.

Böyle de ilginç fikirlere sahip bir toplumuz.

13 Kasım 2012

Facebook Popülerliği ve Şarkılar


Şimdilerde örnekleri çok ama facebook hala çoğunluğun gözbebeği. İlk gözağrısı. Bırakamıyorlar artık o derecede. Aslında bu bırakamamanın altında yatan neden, yılların emeğine kıyamama. Sonrasında binbir zahmetle edinilen çevre, takipciler. Rekora koşan beğeni sayıları.. falanda filan işte. Kolay değil, o popülerlikten bir anda vazgeçmek.

Velhasıl bu sebeplerle çoğunluk, şimdi birçok örneği çıksa da Facebooku bırakamıyor. Alışmışlık da var, sınırsız olmasının verdiği rahatlıkta tabi. Burda 140 harf sınırlı Twittera taş atma sözkonusudur. Lütfen gözden kaçmasın.

Bunca zaman sonrasında popüler olan ve hala olan Facebook, adına şarkılar bile yaptırdı.

Şimdi sanmayın ki size İsmail Y.K.nın şarkısından bahsedeceğim.

Hayır...

Kesinlikle hayır.

O adamın haberi olmaz benim blogumda. (Çok büyük mü konuştum acaba..?)

Ben size Karadeniz kokulu bir şarkıdan bahsedeceğim. Konusu tabiki de Facebook.

Duyanlar vardır. Yani varsa belirtin olur mu? Bileyim.

Duymayanlar da tabi söylesin. Bunu illa söyleme gereği niye duyduysam artık. Lafı uzatıyorum, başka bir şey değil.

Ve işte karşınızda, komik ve doğal bir Karadeniz şarkısı ve onun güzel, bir o kadar da komik klibi.

İbrahim Gülpınar – Facebook şarkısı.


12 Kasım 2012

Çok Şanslıyım Çok


Şans dediğin nedir ki? Tek dişi kalmış canavardan daha sevimlidir herhal değil mi?

Bu da nerden aklıma geldiyse..

Şans dedik de, şans iki sınıfa ayrılır.

Birincisi, umuma açık şanslılar, ki onlar herkescikler tarafından şanslı ilan edilenlerdir.

İkincisi ise gizli şanslılardır.

Umuma açık şanslılar, adından da anlaşıldığı gibi, herkesin bildiği şanslılardır bunlar. Hatta o şansı kıskanırlar. Kıskanırız. İlk seferde görünen, bilinen şansdır.

Örnek verirsek şayet, ki vermek lazım tabi. Anam.. aklıma gelmiyor.. (burda baya bir durup düşündüm ama aklıma bir şey gelmedi ya..)

Mesela çekilişlerde hep kazananlar, gittiği heryerde beklemek nedir bilmeyenler, falan.. filan işte.. Fazlada lafa gerek yok, umumi zati, biliyorsunuz işte.

Gizli şanslılar ise, şanslarının pek farkına varmazlar. Kimse varmaz hatta. Sonradan çıkar ortaya, anlayan anlar.

Misal, otobüsü kaçırmıştır, uçağı kaçırmıştır. Ne kadar şanssız olduğundan yakınır. Ama o uçak düşünce, otobüs kaza yapınca, ne kadar şanslı olduğunun idrakına varır.

Yoldan geçerken, ardınızdan düşen bir cisim mesela..

Yani dediğim gibi, bu şans gizli. Farkına varamıyorsunuz ki evrenin size güldüğüne, koruduğuna.. değil mi?

Şimdi birde isim şansı diye bir şey duydum. Bu varsayıma göre ismimde A harfi olduğu için acayip şanslıymışım ben. (Bu kesin gizlidende gizli. Kesin.)

Bu linkte sizde isminizi analiz ettirebilirsiniz. Ben baktım, iyi şeyler söyledi, sağolsun.

Ayrıca belirtmek isterim, benim bahsettiğim şans meselesini o linkteki forumun sahibi, haberlerde söyledi. Ama şöyle göz attım, öyle bir şey bulamadım. Tamam harflerden bahsedilmiş de tüm harflerin özelliklerinden bahsedilmemiş. Ya da ben göremedim. Gerçi kitabı varmış, kesin kitapta yazıyordur da, kitabı alsınlar diye forumda yazmamıştır.

Ben daha geçen gün gördüm haberlerde, cuma ya da cumartesi, öyle diyordu. O haberin linkini bulamadım maalesef. Sizde bu isim analizi ile idare edin gayri. Napalım..

9 Kasım 2012

Küslük


Hava karardı yine..
Halbuki sabah, o masmavi gökyüzünü görebiliyordum. Huzur veriyordu.
Şimdi ise geceye özenmiş bir gündüz yaşıyorum. Geceye inat parlaması gerekirken, kararmış bir gün.
Yoksa güneşte mi küstü bana..
Ya da bulutlar küsmüştür bana. Güneşle olan muhabbetimi kıskanmışlardır. Geceye olan bilinmez sevgisizliğimi kullanıyorlardır. Zira karanlıktan korkmam. Ama bu demek değildir ki, karanlıkta durmayı seviyorum. Hatta bazen korkabilirim de.
Bunu bilip, bulutlar şimşeklerini de üzerime yollayabilirler.
Belki çok da küstüler ve ışığı bile alacaklar dünyamdan.
Boşalıyor bulutların karanlığı.
Kimi seviniyor.. kimi kahrediyor..
Ben gibi okumasını bilenler bulutları, kaçtılar bir yerlere.
Kaçamayanlar aldı payını yağmurdan.
Sahi bana küsmüş müydü bulutlar..

8 Kasım 2012

Helallik


Hiç birinden helallik istediniz mi? Ama gerçekten, öyle laf olsun diye değil. Eğer istediyseniz, bilirsiniz o nasıl zordur. Utanırsın, sıkılırsın.. doğru kelimeleri bulmaya çalışırsın.. ama ağzından sadece o kelimeler çıkar..
 
hakkını helal et..”

Çünkü gerçekten kendini suçlu hissediyorsundur..

Ben şahsen böyle yaşadım. Aslında durum öyle hal aldı ki, suçlu ben değil, o kişi idi ama, helallik isteyen, istemek zorunda kalan ben oldum. Çünkü hem suçlu hem güçlü konumuna geçip, hakkımı helal etmiyorum demişti bana.

Günler geçmiş, sonunda cesaretimi toplayıp, helallik istemiştim. Üstümden öyle bir yük kalkmıştı ki, hafiflik buydu işte.

Dün de bir bayan geldi. Bayan demek onu büyük gösterir aslında, bir kız diyelim. Evrak için geldiğini söyledi, evrağı aldı ama arkadaşının geleceğini söyleyip beklemek için izin istedi.

Tabi dedik doğal olarak. Nihayetinde halka açık sayılırız. Patron ve postacı vardı. Postacının evrakları ile uğraşıyorduk.

Bir ara patron dışarı çıktı, iş için. Postacı da işini bitirip gitti.

Sonra kız kalktı ayağa. Bana bakıp:

“ Aslında arkadaşım gelmeyecek. Ben yalnız kalalım diye bekledim. Bir zaman önce sizden bir evrak aldım. Resmim fotokopi idi. Siz onu kabul etmezler demiştiniz ama ben ısrar edince kullandınız. Evrağı götürdüğüm yer cidden kabul etmedi. Bunu size söylemediler mi dedi. Yanımda ablam vardı, bir türlü demiştiler diyemedim. Bu sebeple sizden hakkınızı helal etmenizi istiyorum..”
Dedi.

Güldüm.

Helal olsun dedim.

Öyle mahçup bakıyordu ki.. Samimiyeti okunuyordu gözlerinden, halinden, kelimelerinden..

O an kendimi düşündüm. Zordu cidden birinden helallik istemek.

Ama ya sonrasında yaşanan o mutlu son. O hafiflik.. Çok başka çok..

7 Kasım 2012

Mektup Arkadaşlığı


Sizi bilmem ama benim hiç mektup arkadaşım olmadı.

Ortaokulda mektup örnekleri ile ilgili bir ödevimiz vardı. Dilekçe örneği idi galiba, konsolosluklara mektup atacaktık. İstediğimizi seçip, yolladık. Mektuplarımıza geri dönen bi Japonya birde adını şuan hatırlamadığım bir ülke oldu. Ben hangi ülkeyi seçmiştim unuttum. Çünkü, bana geri dönmedi.

Japonya, onu seçen arkadaşlara ülkelerinin tanıtımını içeren bir bröşür, onlara özgü o meşhur yemek çubuklarını yollamıştı. Alanlar öylesine sevinçli, biz alamayanlar öylesine üzgün ve kıskanç idik. Belli ki yanlış seçimlerim o zamandan başlamış.

Dün de, bir çocuk kanalında mektup arkadaşlığından bahsediliyordu. Masalsı bir yolla anlatılmış ama sonu biraz kafa karıştırıcı idi bana göre. Zira mektup arkadaşlarından biri, çat kapı diğerinin evine geliyordu. Böylesi bir zamanda ters bir hareket kanımca. Çocuklara böyle bir mesaj verilmemeli bence.

Neyse..

Mektup arkadaşlığı güzel bir şey aslında. Birbirini tanımayan iki kişinin, karşılıklı birşeyler paylaşması güzel. İnsan tanımadığı kişilere cidden bazen daha rahat iç dökebiliyor. Yargılamayacağını bilmekte veriyor bu rahatlığı tabi.

İnsan bazen sadece içinden geçeni öylece bir dökmek istiyor.Zaten dökemezse bir yerden sonra patlama oluyor.

Aslında blog tutmak da bir nevi mektuplaşma görevi görebiliyor bazen.. bazen ama.. Çünkü blogda ister istemez bir kişiye hitap etmediğinizi biliyorsunuz. Özelleştirme de o derecede oluyor.

O bakımdan mektuplaşma başka bir olay. Başka bir paylaşım. Olsa diyorum bazen.

Hem nasıl oluyor ki, mektup arkadaşlığı. Öylesine bir adres seçip, o adrese mektup mu yolluyorsun ki.. bir denesem mi.. var mı içinizde mektup arkadaşı olan, arayan, olmak isteyen? Bir ben miyim diye merak ettim sadece. Yani sadece merak benimki, istediğimden değil.

5 Kasım 2012

Sevdiğim Adamlar - Nejat İşler

Bugün hakkında yeni projesi hakkında bir haber okuyunca aklıma düştü. Yâdıma düştü resmen.
Seviyorum ben bu tip havası olan insanları. Ve gülüşleri bi başka olanları. Nasıl başka?.. bilmem gülüşleri bile havalı.

Tamam, orda burda, içkili alkollu olaylar çıkartıyor diye haberler çıkabilir hakkında. Ammavelakin bu onun özel hayatıdır. Ben onun ekrandaki oyunculuğuna bakarım.


İyi oyuncu mu ?

Evet.

Başarılı mı?

Evet.

Karizmatik ve yakışıklı mı?

Evet.

Dikkat ederseniz şayet, oyunculuğunu ön planda tuttum. Zira insan, birini ne kadar yakışıklı bulursa bulsun, sırf onu bu yönden beğeniyor diye, dizisini bi yere kadar izler diye düşünmekteyim. Bi yerden sonra o boş bakışlar sıkar insanı.. haksız mıyım? Değilim değilim.. Kendi sorduğum soruya kendim cevap vermiş gibi oldum ama neyse..

Nejat İşler'in yeni projesi olduğunu söyledim. Yabancı bir diziden uyarlama olan İntikam dizisinde oynayacakmış. Bahsi geçen diziyi bilmediğim için, sevme ihtimalim yüksek. Çünkü gerçek şu ki, böyle uyarlamaları pek beceremiyoruz. Umalım ki, İntikam dizisi uzun soluklu olsun. Nejat'ı ekranda hep görelim.

Hala damağımızda tadı başkadır değil mi, Gülbeyaz dizisinin.

Şu havalara bakın hele..

 

3 Kasım 2012

Photoshop Çalışmam - Siyah Beyaz




İçiçe geçmiş zamanlar.. mekanlar.. insanlar.. ama yine de yalnız insanlar..




Bu da renklisi. :) Alışkanlık oldu, çifter çifter yapıyorum.
Sizde, size düşündürdüklerini paylaşır mısınız? Ve başka isimler de bulabilirsiniz. :)