30 Haziran 2012

Olmaz böyle şey..

Bir insan dudağını dişi ve çekirdek arasına kıstırmayı nasıl başarır ki?
İnanın bilmiyorum ama bunu başardım. Şuan dudağımda ince bir yarık var. Çok pis canım yandı var ya. Tavsiye etmem hiç denemeyin.
Suratım beş karış halimle yazıyorum.. Herkescikler birşeyler döktürmüş. Okumalı ama içim sıkkın şuan. Zaten pc birazdan bana az kalmış kafamı da, moralimi de yedirtir.
İşte bu kadar...
#   #
  \_

28 Haziran 2012

Gizli Bir Mesaj Mı Var Ki ?

Dün akşam eve düşen yıldırım adlı dizinin sezon finaline denk geldim. Muazzez daha dershane çocuğu. Bunu bazı bölümlerine denk gelince öğrendim. Yani liseden henüz mezun bir kız.
Sezon finalinde düğünü vardı bu kızın. Hemde kendinden kesin 15 yaş -fazlası bile vardır- büyük bir adamla. Herif yazacağımda kaba olacak şimdi diye yazmıyorum.
Neyse sorun kimle evlendiği değil, o yaşta evlenmesi.
Mesela dün akşam yayınlanan annem uyurken dizisinde de liseye giden uşak evlendi. Babasının lafı da şu: “aman yürümezse boşanırlar canım..”
Sonrasında öyle bir geçer zaman ki dizisinde Aylin. Bu kız daha liseye gitmiyor muydu ki, gitti evlendi.
Eskilerden sıla dizisini hatırlayanlar vardır. Orda da Sıla daha yeni bitirmişti liseyi.
Şimdi demek istediğim şu; milleti erkenden evlendirmeye mi özendiriyor bunlar, yoksa evlendirmemeye mi... Zira saydığım örneklerde biri hariç, diğerlerinde ailede razı bu duruma.
Ne yani, ne demek bu.. Evlilik çocuk oyuncağı mı demek? Erken evlenen erken yol alır mı demek? Birilerine siz evde kaldınız mı demek isteniyor?
Haa birde mübarek dizilerde insanlar bir anda katil olabiliyorlar. Hemde soğukkanlı katillere dönüşüyorlar, şaşıp kalıyorsun. Bakınız, annem uyurken, Nuran hanım. Kadın gözünü bile kırpmadan adamı öldürüverdi. Sonrasında hiçbirşey yok kadında. Gayet normal aynen devam. Bir komediye göre fazla idi bence o cinayet. O kadar soğukkanlılık insanı soğuttu. Ben gülemedim o anda. Tamam birinin ölüp, anneyi o derin uykusundan uyandırması lazımdı, anlıyorum. Ama bu daha masumane olabilirdi pekala..

27 Haziran 2012

İşte Öyle Birşey.


Hani demiştim ya sorundur yalnızlık diye..
 
Yok öyle bir şey,

Seçimmiş yalnızlık.

İnsan isterse kalamazmış yalnız.

Yalnızlığı bildiğindenmiş o seçim.

Sevmeyi bilmediğinden..

Gel şimdi, öğret sevmeyi.

Sıfırdan...

25 Haziran 2012

Heyhat - İkinci Baskı Yayında

Haftalık dediğim ama neredeyse aylık olacak gazetem "Heyhat" ikinci baskısı ile yayındadır.
Gazetemin ilk baskısı için bi tık

Gazetemin ikinci baskısında  yer alan blogdaşlarım;
Anıl Özer
Beyaz Bahçe - bi yazıp çıkacağım zaten
Beyaz Kitaplık
Beyaz Sayfa
BiricitConsunGünlüğü
Bir Kase Lezzet
CenkinWebGünlüğü
DiziManyaq
Eğlence Atölyesi
Sade ve Derin - Deeptone
Socrates Junior

İyi okumalar Efenim... (:


22 Haziran 2012

4 Küçük Uçan Pirana


Sinemada değil, doğal ortamlarında onları, piranaları görmek mi istiyorsunuz? Üstelik bunlar bildiğiniz piranalardan farklı. Bir daha görme fırsatı bulamazsınız.

Farkları ne mi? Bunlar en başta uçabiliyorlar. Yani diğerlerinden fazlasıyla daha tehlikeliler. Bunuda gözardı etmeyin.

Suyu seviyorlar ama suda yaşamıyorlar.

Tüyleri var.

Keskin gagaları var. Bin dişe bedeldir, küçümsemeyin.

Bir lahanayı 60 saniyede -1dk.dan daha afili duruyor :D - taruman ediyorlar.

Armudu çöpüne kadar, izini bile bırakmadan 5 saatte gümletiyorlar.

Balık krakeri dakikasında tuz buz ediyorlar. Resmen bayılıyorlar.

Marul da ellerine geçince anında tükeniyor.

Çok mu merak ettiniz bu piranaları efenim.

Vakit kaybetmeyin, iletişime geçin, rezervasyon yaptırın. Sınırlı sayıda ziyaretçi kabul edilecek. Zira nazardan endişe ediyoruz.

Sayıları 4'tür. Bunu da tekrar belirtelim. Öyle bir tane değil yani. Gelip göreceğinize değer, endişeniz olmasın.

Piranalarımız hakkında bilgi için tıklayın.

21 Haziran 2012

Kuzey Güney - Ferhat Bilmecesi Ali'yi Harcadı


Bakınız burda, ben Ali'ye olacak olan demiştim.

Dedim oldu.. Ali son dakika olarak geri dönmezse gittii gitttiii...

Ve ben izlerken fragmana bel bağladığımdan, “yok anam daha bir şey olmayacak, üstünde gri tişörtü yok kii..” diyorum. Sonra bir bakıyorum, siyah var üstünde, olan oluyor.

Ferhat tam bir bilmece veriyor Kuzey'e. Kuzey'in aklına ilk gelen isim? Tabiki Cemre oluyor. Ali kimsenin aklına gelmiyor. Yazık oluyor. Şayet gelse idi, Ferhat'ın yedek planı Güney idi. Güney'i oraya çağıracağı kimsenin aklına gelmedi. Kuzey bile onu görünce “ ne işin var lan burdaa..” dedi. Komikti o diyalogları cidden.

Gelelim Cemre'nin saflığına. Adam sana sevdiğini itiraf edecek olsa bunu direk mesajla söyler mi a kızım. Bu kadar mı tanımıyorsun sen Kuzey'i. O kadar millete ahkam kesiyorsun, tanıyorum diye. Gidiyorsun o saçma mesaja inanıyorsun. Pes.. Sonra Kuzey arayınca salyasümük ağlıyorsun.

Zeynep ise ayrı uyuz zaten. O öleydi idiydi. Kuzey'in Cemre'ye ilgisinin hatta sevgisinin farkında ama sırf gıcıklığına, bu gıcıklık Cemre'ye, adamla hala birlikte oluyor. Ne kadar acizliktir bu. Birde Cemre arayınca niye Beykoz'a geldiğini de söylemiyor hasba. Gıcıkk..

Ve Cemre bile aklına gelip Ali'yi arıyor da, Kuzey Zeynep adını anmasa hatırlamayacak çocuğu. Sözde “kardeşimm...” dediği insan. Ayıp etti yani. Çok büyük ayıp etti.

Güney layığını buldu. Artık fıttırık bir karısı var. Çek bakalım, ne kadar çekeceksin deliyi. Banu'da hep içinde tutmuş, ikidir dökülüyor dilinden. Güney parası için yanındaymış diye. Sonra canım cicim diyor. Harbi deli bu kadın. Güney'e kolay gele. Bakalım ne kadar çeker bu halleri.

Son söz, şu Venüs bilmemnesinedir. Burak itiraz ediyor, kadın başka şeyler söylüyor. Bakalım gerçek yüzünü ne zaman görür o para avcısının.


Gelecek sezonda görüşürüzz.. :D

20 Haziran 2012

Bu Bürokrasi Zor Biter


Siz hiç sabıka kaydı aldınız mı? Öyle kolay değildir. Gerçi son zamanlarda işler hızlandı, o kadar beklemiyorsunuz. Eskiden sabah başvuru yapar, öğleden sonra alırdınız.

Şimdi ise bambaşka bir yenilik yoldaymış. Aslında bana kalırsa yeni bir şey değil.

Sabıka kaydı bilgileri kamu kurum ve kuruluşlarına, şahıslara açılacakmış. Kişi bazı güvenlik sorularından sonra kendi bilgilerini görme imkanına ulaşabilecekmiş. Başkalarına verebilecekmiş. Yani herhal çıktı olayı olacak. Kurum kendisi de görebilecek ayrıca.

Peki kaçımız biliyoruz ? Adres bilgileri yaklaşık 4 senedir, bankalar dahil, birçok kurumlar tarafından görülebilmektedir. Başbakan evrak bürokrasisine son vermek için yaptı bu çalışmayı.

Şimdilerde nispeten azalan evrak isteme olayı, maalesef son bulmuş değil. Bankalar hala hesap işlerinde, kredi de ikametgah belgesi istiyor. Sebep? Bilmem, onlara sormak lazım.

Okullar kayıt işlemlerini internet üzerinden yapıyor. Adresleri görüyorlar. Ama bazen ne hikmetse o ikametgah belgesini istiyorlar. Sebep? Sormak lazım.

İşyerleri işe alacağı kişiden bissürü evrak istiyorlar. İşin özü ikametgah istememeleri lazım. Niye çünkü devlet onlara da adres bilgilerini görme hakkı veriyor. Ama para karşılığı. Hoş, herkese para karşılığı bu hizmet. Ama özel işyerleri ücret vermek istemiyorlar herhal. Onlara da sormak lazım, niye diye.

Yani devletin evrak azaltma çabası yetersiz kalıyor. Ama bazı kurumların bu konudaki çalışmalarını inkar etmemek lazım.

Özetle ben bu sabıka kaydı olayının da bu düzenleme ile biteceğini hiç sanmıyorum. İşveren niye uğraşsın ki, eminim o da paralı olur. Vermez, ister işe girecek kişiden. İşe girecek kişiyse sıkıysa vermesin. Eli mecbur.

Haberin kaynağı: Ntv

19 Haziran 2012

Photoshop Çalışmalarım


Blogumda ilk zamanlar da paylaştığım birtakım çalışmalarım var, bildiğiniz gibi. -yani en azından bildiğinizi umuyorum. :D-
Kış molası verdiğim için yapmıyordum -bu maloyıda sıkıtakipçilerim bilir- Şimdi vaktim ve isteğim olunca birşeyler yapayım dedim.
İlk resim, benim yaptığım çalışma sonucu ortaya çıkan resim.
Bu da orjinal hali. Ona göre, yorumlarınızı bekliyorum. Nasıl? Güzel olmuş mu?

Oyalama Beni Zaman..


Bugün aynı yoldan geçtik seninle. Senin bastığın yerlerden geçtim. Aynı anda baktık sağımıza solumuza, sonra geçtik karşıya.

Bakkala uğradık. Aynı şeyi almak için, aynı şeye uzandı elimiz. Elim elime değdi o an. Seninde için ürperdi mi?

Aynı arabaya bindik. Aynı koltuğa oturduk. Yol boyunca aynı camdan aynı manzaraları izledik seninle.

Akşam olunca, ahh.. olunca.. işte o zaman başlıyor ayrılık. Sen evine gidiyorsun, ben evime. Hemen yan daireye üstelik.

Hep böyle yakınken, böylesi uzaklarda yaşamak birbirimizden.

Sen sustun, ben sustum. Doğa bizi bir araya getirmeye çalışıyor, kendince.. biz ısrarla reddediyoruz sanki. Zamanla oyun oynuyoruz..

ya senden 5 dakika erkenciyim.. ya da hep geç kalıyorum sana...




zaman oyalama beni...
bilirsin, izlerin kalıcıdır senin..
oyalama beni..

18 Haziran 2012

Acaba Değil, Evet Bu Takıntı


Düşünüyorum bazen. Çok da abartmıyorum ama, var benimde bazı takıntılarım. Öyle kimisi gibi yapmadım mı içimi kurt yemez, uykularım kaçmaz belki ama yinede benimkilerde kendi çapında takıntılar işte.

Kendimden az bahsediverdiydim ya, bu takıntılarımı deşifre edince, tam olacak.
Sen eksik olma Deeptone. (:

Mesela ben, temizlik yapıyorsam etrafda kimse dolaşmayacak efenim. Sildiğim yerlere kuruyana kadar kimse ayak basmamalı. Üşenmiyorum, geri gidip temizliyorum. Ben unutana yahut umursamam geçenekadar geçmesinler bi zahmet. Bu sinir buhranlarını en çok işyerinde yaşıyorum. Siliyorum, hopp.. biri geliyor. Geçiyor ayak izi hemen. Hele kışın, yağmurda çamurda hepten deli oluyorum resmen. Tamam yine kirlenecek. Kabul. Ama bi azcık temiz dursun yahuu. Bi onu istiyorum ben sadece. Çok muu..

Şimdi beni temizlik hastası sanmayın. İstediğimde yaparım yahut mecbursam. Mesela bulaşıkları mı yıkadım, onların suyu çekilince dizilmesi lazım. Tezgah boş ve temiz kalmalı. Etrafta bulaşık kalmamalı. Bunu elimden geldiğince yaparım. Dediğim gibi içimden gelmeli. Ve yapmamak öyle uykumu kaçırmaz, huzurumu çok da kaçırmaz. Bazen çok umursamaz olabiliyorum çünkü. Ama yapmak beni mutlu, huzurlu ve bahtiyar ediyor o ayrı.

Ayrı bir noktada şu. Acaba işten çıkarken, fişleri çektim mi? Televizyonu kapadım mı? Kapıyı camı kitledim mi? Bunlar illaki kafamda yer eden rutin sorular oldular adeta. Bakar, bir daha bakarım.

Bununla ilgili Acaba adlı bu yazımı bile yazmıştım. Ondan diyorum ya, acaba değil, takıntı bunlar takıntı.

Sanırım bu kadar. Ki olmasa bile bu kadarı yeter. Azı da bana kalsın.

Teşekkürler Deeptone. Bende her kim bu takıntılı mimi takıntı hale getirmek isterse ona veriyorum. (:

16 Haziran 2012

Gardırop

Açtım kapılarını gardırobumun.
Düşünüyorum, ne giysem bugün..
Mutluluk göz kırpıyor bana,
Rengarenk, ahenkli hali ile.
Hava da güzel neden olmasın..
Sonra gözüm hüzne takılıyor.
Karalar bağlamalı.
Neden olmasın ki, yalnızım zaten..
Havanın güzelliği de kar etmez,
Buğulu buğulu görünür ..
Nasıl da istekli durur.
Mutluluk.. alıyor  yine neşesi gözümü.
Yakışıyormuş bana zaten.
Bazen de sebepsiz hüznü yakıştırıyorum kendime..
Ama onunla gidemiyorum bir yere..
Görmesinler istiyorum, paylaşamıyorum onu.
Ama öyle çok ki dolabımda.
Belki de gizlice kurtulmalıyım.
Gitmeliyim..
Sonunda çözümü buluyorum.
Üstümde mutluluk, heybemde hüzün..

15 Haziran 2012

Yurdum İnsan Manzaraları



-Dış kapı açıktır ama iç kapıyı kapalı görüp, kapıyı da açmakta zorluk çekince, kapalıymış diye geri dönen insan. Bu bina sadece o işyerine ait. Başka iki kapısı var, başka odalara açılan.

-Kapıların tümü açık olduğu halde, beni görmeyip kimse yok diye geri dönen insan.

-Ödediği küçük bir ücrete bile makbuz soran insan.

-Resim lazım dediğimizde, " ne yapacaksın.." diyen insan.

-Kayıt yok dediğimizde, " yok mu?.."  diyen insan.

-Başkası adına evrak almaya gelene, o kişinin kimlik numarasını sorduğumuzda, " benim adımdan çıkmaz mı.." diyen insan.

-Daha içeri girmeden dış demir kapıdan itibaren kapıyı vuran insan.

-İki kuruş için 100T.L. yi uzatan insan.

-Bana “abisi” diyen insan.


Not:işyerinde karşılayıp yaşadığım durumların özetidir.

14 Haziran 2012

Baba - Oğul Hikayesi


Genç delikanlı postahaneden içeri giriyor. Tanıdık olan veznedarın sırasında yerini alıyor. Çok geçmiyor, geliyor sırası.

Veznedarı tanıyor ya, bir iki hoşbeş ediyorlar. Sonra cebinden kimliği çıkartıyor, uzatıyor memura. Kimlik babasının kimliği. Genç diyorki;

-Babam ayağını kırdı, beni yolladı maaşını alayım diye.

Memur;

-Geçmiş olsun, hiç duymadık. İyi mi bari? Diye soruyor. Genç, iyi olduğunu söylüyor.

Memur, kasaya bakıyor ve diyor ki;

-Ya şimdi elimde o kadar yok, sen şimdi git, akşama doğru yine gel.

Genç;

-Sen ne varsa versen, çok lazım şimdi. Kimliği de bırakayım.

Memur;

-Hepsini sana verirsem, bana ödemeye gelene nasıl para üstü vereceğim.

Diyor. Genç, istemese de duruma razı olup çıkıyor postahaneden. Veznedar memur, genç çıkar çıkmaz, gencin evini arıyor. Annesi çıkıyor telefona. Memur;

-Amcanın ayağı kırılmış diye duydum, geçmiş olsun. Hiç de duymadık.

Kadın;

-Yok, ayağı falan kırılmadı. Bahçedeydi, ordan maaşı almaya giderim dediydi, diyor.

Çok geçmiyor, gencin babası geliyor postahaneye. Aynı memura gidiyor. Ve ilk lafı şu oluyor;

-İnşaallah vermedin benim maaşı çocuğa..

Memurun içinde şühpe oluşmuş. Kasada para yok diye yalan söyleyip, genci oyalamıştı. Sonra adama da  tanıdığı için, çocuğu başka yerden maaşını çekebilir diye hemen parasını veriyor.

Bu hikayeyi bizzat yaşayan memur anlattı, dün bize. Hatta adam, bu kadar ahbap olmalarına rağmen, memura “ verseydin, senden şikayetçi olurdum” bile diyor.

Niye ahbap olmalarına rağmen diyorum. Çünkü çoğumuzun istediği budur, bir ahbap bulup, işimizi kolayca halletmek. Hızlandırmak. Tanıdığımız o kişi işimizi yapmadığında ona darılır, güceniriz. Hatta belki bir daha konuşmayız bile.

Olayda çocuğun elinde kimlik bile vardı. Ki o kimliği babasının cebinden çalmış o genç delikanlı.

İşin özü şudur; bırakın memurlar işlerini bildiği gibi yapsın. Hatırabinayen iş yapmak, onun işi değildir.
İş başka türlü olsaydı, ayağı cidden kırık olaydı da, yine memur parayı vermeseydi, o memur kötü olurdu. Buna kesin eminim..

13 Haziran 2012

Kim Alır Senin Gazeteni.


Her sabah işyerine gitmeden, yolun üstündeki bakkaldan (gerçi adı market ama küçük ve veresiye iş yapıyorsa ona bakkal denir, bence) yine gazetelerimizi alacaktım. Gittiğimde gazetelik boştu, birkaç gazate vardı sadece. Herhal, daha dizmemişler dedim. İçeriye girip sorunca, daha gelmediğini söylediler. Sonra patron başka yerden gitti kendi aldı gazeteleri. Öğlende ekmek için uğradım bakkala. Ki şunuda sıkıştırayım araya, bakkallara destek amaçlı ekmeği genelde ordan alırım. Zira bakkalın bulunduğu cadde üzerinde tam 3 tane market var. Biri hemen yanı başında hatta. Ve bakkallar pahalı satıyor diye düşünenlere; bakkallar marketlerden daha pahalıya alıyorlarmış aldıkları ürünleri. Ee dolayısıyla daha pahalıya satıyorlar, kar amaçlı. Durum bu özetle. 

Gittiğimde yine gazeteliğin boş olduğunu gördüm. Sordum, gelmemiş gazeteler  ne oldu ki diye. Hatta, başka yerde var, ordan aldık dedim. Sonra duyduğuma çok şaşırdım. Söylüyorum; gazeteler meğer çalınmış. Evet evet çalmışlar gazeteleri. Hayır yani bir insan gazete niye çalar. Çok mu lazım oldu. Temizlik mi yapacaksın, boya mı yapacaksın, ne oldu yani. İnsan şaşırmaktan öte merak ediyor yahu. İnsanlık olsun diye de birkaç tanesini bıraktı mı acaba? Ama yok, çünkü kalanlar başka basın grubunun gazetesi. Çalınanlar bizim buranın yerel gazeteleri. Yani muhtemelen, onları aldığında diğerleri gelmemişti daha.

Aklıma şu da geliyor aslında. Alıp başka bayiiye satacaktır. Ama kendi gibi bir haram düşkünü bulabilir mi ki acaba? Kim alır ki senin çalıntı gazeteni diyesi geliyor insanın ama alan çıkar diyede düşünüyorsun. Almasın da elinde patlasın o gazeteler, diyesin de geliyor sonra.

Son not, herkescikler biliyordur artık. Yeni bir spor gazetesi var. Açılımı; Açık, Mert ve Korkusuz olan bu gazeteyi, kadınlar adından dolayı protesto ediyorlarmış. Bunu, bugünkü yazısının ikinci bölümünde yer veren Ayşe Arman'dan öğrendim. Ben bile adını yazmaktan imtina etmiş bulunuyorum.
 Yazıyı okumak isteyenlere: Ayşe Arman

Vay Başımıza Gelenler


-Neredeyse hergün gittiğim markette satılan ayakkabılar, aldığım ayakkabıların aynısı. Yinede gelip geçerken bakar, acaba alsam mı bir tane daha derim. Geçenlerde, henüz 5 yaşına bile tam basmamış yeğenimle gittik o markete. Ben yine ayakkabılara bakarken, yeğenim demez mi; “teyze, bak bunlar senin ayakkabıların aynısı ama bunların topuğu yok..”. Evet tıpatıp aynıydılar ama bunların topukları yoktu, düz tabandılar. Ve bunu yeğenim bana söylemeden az evvel farketmiştim. Yani defalarca görmüş, bakmıştım ama o gün farketmiştim. O küçük yaramaz ise görür görmez farkı görmüştü. Kesin bu algıda seçiciliktir. Zira kendisi, annesinin olsun, benim olsun, nerede topuklu ayakkabılarımız var, onları geçirir ayağına. O an içimde gururda oluştu, niye bilemedim.

-Adres sormaya gelip, sonrasında bulamayıp ikinci kez geliyorsanız, sorduğunuz kişiden azar işitme ihtimaliniz yüksektir. Patronum az önce yaptı. Yok yani sorduğu adres, hemen şurası dediğimiz bir yer. Adres sormakta, bulamamakta bir dert.


-Patronum mutfakta, ocağın üstünde yumurta unuttu. Bir yanmış ki sormayın. Hele o sinen yanık kokusunu hiç sormayın. Gitmez önümüzdeki birkaç gün o koku. Bir kerede olmuştu. O zaman gitmişti bir yere. Banada dememiş, unutmuş. Bende oturduğum yerden kalkmam kolay kolay. Biri gelip demişti, duman var hayırdır diye. O cezve çöplük olduydu, bugünkinin hali iyi, olan yumurtalara olmuş.



-Daha oturduğu evin adresini bilmeyen, oturduğu sokağa mahalle diyen insanlara hafiften gıcık oluyorum. Bunu özellikle genç denecek insanların yapması ayrı kıl ediyor. İnsan adresini bilmez mi yahuu..

-Dün beğenmeyip giymediğim bluzu bugün hiç düşünmeden giydim. Hiç düşünmüyorum, oldu mu olmadı mı.. yakışmış mı diye.. Demek bazen düşünmemek lazımmış. Banane, milletin ne düşündüğünden. Serin tutuyor mu tutuyor, tamam öyleyse.

-Haftabaşından beri sistem yok. 6 yıl öncesine döndük resmen. Elle yazıyorum yaa.. olmaz böyle şey. İnsan bu kadar da madur edilmez ki..

-Yazacağım dilekçenin günü geçmiş. Allah'tan patronum çakmadı mevzuyu. Postacı gelsin de vereyim eline, benden çıkmış olsun.

Not: Karar verdim, başıma gelen, yaşadığım küçük olayları böyle böyle aktarmaya, anlatmaya. (:
Yani devamı gelecek.

12 Haziran 2012

Sen.. yada Ben.. Kimiz ki..


Sen kimsin? Evet evet, sen kimsin, onu bir de, bana ilk önce. Kimsin de benim hakkımda herşeyi bildiğini iddia edebiliyorsun sen? Nasıl bilebilirsin ki sen herşeyi? Söyle.. nasıl?

Şimdi söyle mesela.. ne hissediyorum şuan..mutlu muyum ki.. ama yokk.. sinirliyim değil mi? Hatta patlamış bir volkanım belki de..

ama yanılıyorsun biliyor musun? Hiç sinirli değilim. Aksine, sakinim. Hayatta olmadığım kadar. Bunca vakit hep sinirliymişim meğer. Yok o böyle der, yok şu böyle düşünür, diye diye sinir etmişim kendimi. Şimdi rahatım ama.

Anladın mı? Bak yanıldın işte. Beni tanıyor musun? Tanımıyorsun. Ama merak ediyorsun değil mi? Sırf bu sebeple bana karışman, öyle değil mi? Yok onu seviyorsun, yok bu tarzın değil, yok öyle yapma diye diye, aslında benim gerçek düşüncelerimi yokladın hep.

Heyhatt.. ama yanıldın işte. Seni de yanılttım ben. Senin gözünde nasıl olmam gerekiyorsa öyle oldum ben. Görmek istediğin süretim ben. Hiç aslımı, özümü görmedin, göstertmedim ki sana.. bir başkasına.. hiç kimse bilmiyor, ben kimim.. nasıl biriyim.. kimsecikler bilmiyor.. belki ben bile. Öyle çok başkası oldum ki.. öyle çok rol kestim ki.. özümü unuttum.

Niye.. Beni sev diye mi? Etrafımda birileri olsun diye mi oldum böyle ben.. bak sana başka bir soru soruyorum. Gerçek bir soru bu.

Niye böyle oldum ben.. söyle.. sen.. evet sen.. herşeyi bildiğini sanan sen.. beni tanıdığını iddia eden sen.. söyle şimdi.. bu hallerin sebebi sen misin? Yoksa ben miyim yine tüm suçlu..

söyle.. bekliyorum...

39. Altın Kelebek Ödülleri

Efenim, ödül töreni merasimi az önce bitti.
Söylenene göre Twitter sallanmış. Bakmadım.
Aslında unutmuştum, karıştırırken gördüm, bir bakayım dedim. Bakmışım madem, birde yazısını yazayım dedim.
Sunucular; İrem Sak, Sarp Apak ve Öner Erkan idi. Sarp ve Öner, güldürmeye odaklanmıştı. İrem ise başlarda çok somurtkandı. Sonra sonra açıldı.
İlk ödül alan Esra Erol idi. Ödülüyle birlikte kucağına oğlunu da verdiler. Kadın başladı ağlamaya.
Sonrasında ajda çıktı sahneye, iki şarkı söyledi. İki ödül kaptı gitti.
Ödül alanlardan gözüme takılanlar ise şöyle;
Meryem Uzerli cidden çok sevinmişti, belliydi. Kıvanç mikrafonla baya uğraştı, eğilmiyim diye ama olmadı yine eğilmek zorunda kaldı. Babasının doğumgünü imiş, ödülü ona hediye ettiğini söyledi.
İbrahim Tatlıses'in bu sefer sahneye inişi ve çıkışı gösterilmedi. O da ödülü annesine vereceğini söyledi. Ve aldığı diğer altın kelebekler çalınmış.
Yalan Dünya dizisi ödülünü sahneye çıkan Gönül Ülkü aldı. Heyecanlı ve sevinçliydi. Bence oraya çıkıp alması, yani almasını sağlamaları çok güzeldi.
Gecede Meral Okay unutulmadı.
Uzun lafın kısası, geçelim ödüllere. Veriliş sırasına göre, 39. Altın Kelebek Ödülleri:
En iyi Türk pop müziği kadın solisti - Ajda Pekkan
Yılın şarkısı - Yakar geçerim, Ajda Pekkan
En iyi drama - Muhteşem Yüzyıl
En iyi senaryo yazarı - Gülse Birsel
En iyi kadın oyuncu - Meryem Uzerli
En iyi erkek oyuncu - Kıvanç Tatlıtuğ
En iyi fantezi müzik kadın solisti - Ebru Gündeş
En iyi haber kadın spikeri - Nazlı Tolga
En iyi haber erkek spikeri - Mehmet Ali Birand
En iyi komedi dizisi - Yalan Dünya
En iyi komedi kadın oyuncusu - Gupse Özay
En iyi komedi erkek oyuncusu - Bartu Küçükçağlayan
En iyi fantezi müzik erkek solisti - İbrahim Tatlıses
En iyi Türk sanat müziği kadın solisti - Sertap Erener
En iyi Türk sanat müziği erkek solisti - Ahmet Özhan
En iyi Türk pop müziği erkek solisti - Murat Boz
En iyi güncel kültür sanat programı - Şeffaf oda
En iyi çıkış yapan solistler - Gökçe - Halil Sezai
En iyi yarışma programı - Kim milyoner olmak ister
En iyi magazin programı - Pazar sürprizi
En iyi müzik grubu - Model
En iyi klip - Sezen Aksu - Vay - Sevil Kaynak - Sinan Tuncay
En iyi spor programı - Yüzde yüz futbol
En iyi dizi yönetmeni - Çağatay Tosun - suskunlar
En iyi dizi müziği - Adını Feriha Koydum - Nail Yurtsever
Turkcell Özel Ödülleri: en iyi grup-Kolpa, en iyi erkek sanatçı-Halil Sezai, kadın şanatçı-Göksel
Altın Kelebek Özel Ödülleri: Alpay, Selami Şahin, Seyyal Taner ve Salim Dündar


11 Haziran 2012

Bir Pazar Günü – Banyo Sefası


Hopp.. şittt.. Kendi banyom değildir..

Nicedir aklımda olan, artık cidden kokmuş olan bizim 4 tanecik muhabbet kuşumuza banyo yaptırdık, bu pazar.
Ne keyif ama.

Kaptım bunların kafesini. Çıktım bahçeye. Önce kafes temizliği tabi. Sonra arka tarafa geçtik. Koydum bunları yere, aldım elime hortumu.. açtım sonuna kadar, tuttum üstlerine.. diyeceğimi sanmayın.. daha o kadar canileşmedim. O kadar da bıkkınlık duymuyorum daha.



Suyu hafif kısıp, parmakla önüne siper edip tuttuk suyu. İlkten
kaçıştılar. Sonra alıştılar. Babaları olan, içlerinde en büyüğü olanı görmeniz lazımdı. Hani yazın sıcağından bunalmış insan, suyun altına kendini bırakır ya, şöyle baş geride. Hehh ... işte.. bizimki de aynen öyle idi. Hiçç istifini bozmadan duruyordu öyle, kafası
geride. Arada gagasını açıp kapıyor. Belli ki su içiyor. Tam keyfindeydi yani babamız. Yavrularda alıştı. Bir tek annemiz biraz
sorun yaşadı. Zira zaten zırt pırt yumurtlamaktan münasip yerlerindeki tüyleri baya azaltıydı. Birde hepsinden baya minik ve tüyleri kısa. Hal böyle olunca, suyun altında eşit kalmalarına rağmen, en çok ıslak olan o idi. Babamızı görseniz zati, demezsiniz hiç, bu muydu suyun altında kalan diye. Sanki mübarek penguen, tüylerde bir gıdım ıslaklık yoktu yani. Yavrucuklarda yine belli idi. Ama anacıklarını görseniz, sanki elle mıcıkladık onu. Kulak delikleri bile görünüyordu yani. Allah'tan bir şey olmadı, hepiciği tertemiz, akpak oldular, banyonun sonunda.

Ama dedik ki, hava iyi. Biraz doğada kalsınlar. Ağaca asacaktık ama yer bulamadık. Sonra tabure üstüne koyduk. Bende şöyle 5 adım geride, yerde oturuyorum. Elimde atari, oynuyorum. Ama gözüm bizimkilerde. Sonra ilerideki kediyi farkettim. Bıraktım oyunu, “pişştt.. pişttt...” diyorum. Yok, tınlamıyor kedi. Yaklaşıyor. Ama yavaştan. Sonra bir hızlandı, bende bir kalktım, gittim kafesin dibine. Aynı anda vardık desem yalan olmaz. Taburenin ayakları dibinden döndü kedi. Bizim kuşlar çıldırdılar tabi, tehlikeyi farkedip. Sonra kedicik, yan bahçeye süzüldü, ordan bakıyor. Dedim bu beni takmıyor. Kuşları yem etmeyelim. Zati bundan öncede balkonda, buna benzer bir tehlike atlatmışlardı. O zamanda yetişmiştim son dakikada. Hatta o vakit, kafese ulaşmayı başarmıştı kedi. Tutamasaydım, devirecekti kafesi.

Akşama doğru da, yavru bir kedinin peşine düştük. Aman yanlış olmasın. Tamamen iyi niyetle. Nereden geldiğini tam bilemediğimiz kedicik, bahçenin örgü tellerinden geçmeye çalışıyor. Ama o küçük deliklerinden. Kafa tamam geçiyor, ama gövde yok.. bunu anlıyor, geri çekilecek de, kafa sıkışıyor tabi oraya. Binbir zahmetle çıkartmayı başarıyor.

Eve gidip süt getiriyor ablam. Ben ondan bu arada gözümü ayırdım, arkaya doğru gitti. Ablam elinde süt, bakındı bulamadı. Kayboldu sanki. Yok yani önden çıkamadı, arkadan nasıl çıksın ki dedik. Bir zaman sonra, dedim ablama “kalk yine bakalım şuna..”. Arkada güneşten nasibini bolca aldığından, baya büyüyen lahanalar var, kabak var. Kabakta almış başını gitmiş. Öylece bakınırken, gözüm kabağın büyük yaprakları altında onu gördü. Sarı sarı minik kediciği bir anda gördüm orda. Ablam başta gördüğüme inanmadı, arada şaka ettiğim için. Sonra gitti yanına, sütü koydu önüne. Ama yok, içmiyor mübarek hayvan. Bakıyor öyle. Arada gözleri sanki kapanacak gibi oluyor. Ama içmiyor, öylece bakıyor sadece. Sonra ablam, evet yine o. Ben uzak kalmayı tercih ettim. Gitti yanına. Bu kaçtı öteye. Ablam peşine. Dedi, “ sende ordan git üstüne yakalayalım da zorla içirelim. Tam gidiyordum üstüne, kedi bahçenin örülü telinden bir delik buldu, pırr.. gitti komşu bahçeye.. bakakaldık ardından.

Pazar günleri dışarıda, doğada geçince iyi geçiyormuş. Artık seviyor muyum nedir pazarları..

Not: resimlerdeki, ilk resimdeki tek kuş, bizim babamızın tıpkısının aynısı. İkinicide ki kuşlarda, yavruları anımsatıyor. Kedicik de aynı.Ama yavru olanın. Diğerini boş geçin. Benzerlerini buldum hususi. :) Ama yakındır, yakında kendi çektiklerimi koyacağım sadece. Umarım..

8 Haziran 2012

ÖSYM – 2012 KPSS Haziran Ayı Yerleştirmesi


Ösym'nin yerleştirme takvimine göre Haziran 18/27 günleri arası Kpss yerleştirme için tercih alacak.

Herhalde önlisans, lisans ve lise mezunlarından tercih alınır, diye düşünüyordum. Dün haberlerde yerini aldı, lise mezunlarından da alacaklarmış yani atama yapılacakmış. Baya bir kadro sayıldı. Bakalım.
Ben gibi, konuyla ilgilenenlere duyurulur.

İlgili link: Ösym

7 Haziran 2012

İçimden Geçenlere Dur ! Demem..


Desemde siz inanmayın, bazen çok kabalaşıp, en çirkin halimle “ dur.. hopp.. yok artık..” diyerekten durdurup, hatta susturuyorum içimdekileri.

Şimdi öyle olmayacak. İçimden geçenleri, gelip geçmesin, gelsin geçsin, izi kalsın diye, yazıyorum. Niyee.. çünkü bir mim olayı var ortada. Kaşındım canım ben. Ortaya en tuhafından bir yazı çıkaracağım dedim üstelik.



Gelelim içimdekilere. İçimden, şu birkaç gündür, bir çiçek meselesi geçiyor. Gerçi biraz özelime giriyor ama benim bu düşüncelerim bir tuhaf bence.

Bu yılın başı idi. Yolda biri ile yürüyordum. Bir çiçekçinin önünden geçtik. Yanımdaki kişi dönüp bana:
-ne tür çiçek seversin, dedi. Yahut hangi çiçeği seversin de demiş olabilir. Unuttum. Bende cevaben:
-Niye sordun ki ? Dedim. Halbuki hani denir ya kabak gibi ortada idi sormasının nedeni. Oda “hiçç.. dedi. Galibaa.. Bende biraz içimden konuşur gibi, biraz sessizce;
-ımm.. gül olabilir.. gibisinden laflar ettim.

Sonuç; bir şey yok.. o kişi ile bir daha görüşmedim. Şimdi birkaç gündür o diyaloglarımız aklıma geliyor. İnsan soracağına bir gül kapar değil mi ama.. ama nerdee.. Aha böyle bir daha almaya fırsatın olmaz işte.. Alsaydı bir şeyler değişir miydi.. sanmıyorum.

Şimdi ben geçenki mim gibi, başkalarını mimlemeyi unuturmuşum. Yok yok, unutmadım bu sefer. Kimi mimlesem ki... Gerçi baştan dediğim gibi çoğumluğumuz zati, içimizden geçenleri yazıyoruz. İçimdeki ses, geçenler, bana aynı geliyor da ondan öyle diyorum. O bakımdan mim severlerden bir iki blogdaş seçeyim;

Biricitconsungünlüğü, Ebola günlükleri ve Süpercellma. İçinizdeki ses, ne diyor ki...

Nutella ? ..


Yok kalsın, canımcım.. bugünkü kalorimi aldım ben. “

Bu ve benzeri diyalogları yaşar mıyız artık?

Bugün Twitterde gündemdeki listede kendine yer bulan “ nutella 100” , nedir diye baktım. Meğer nutellanın 2 kaşığı 200, bir kaşığı 100 kalori imiş.

İşin özünü merak ettim. Bakındım netten, eğer doğru ise birşey öğrendim.

Abd'de bir kadın vermiş nutellayı mahkemeye, kazanmış da. Sebebi ise, reklamlarının aldatıcı olması. “Sağlıklı” diye sunuluyormuş nutella. Allah Allah.. bak şu işe. Bir çikolatada nasıl bir sağlık aranır ki, hangi mantıkla aranır bu. Neysee.. Kadın birde demiş ki, “ben bunu çocuğuma da yedirdim..” Vicdanlı kadın tabi, kendi yerken çocuğunu da düşünmüş. Onada ikram etmiş. Belki de hangimiz önce bitereceğiz yarışı bile yapmışlardır ana-kız. Öyle ya “sağlıklı” nutella.

Sonuç; mahkeme kadını haklı buluyor. Nutellaya “kalori bombası ürününü sağlıklı gösterdi” diye bilmem kaç dolar ceza kesmiş. Paşa paşa ödeyecekmiş şimdi cezayı.

Vayy bee.. Merak ettim, nutellanın avukatları o kadına “ reklamları fazla ciddiye almayın..” dememiş mi? Bizdeki avukatlar diyorlar ya.

Şimdi nutellanın 1 kaşığı 100 kalori ya, asıl mevzu şu; kaşık ama ne kaşığı.. Twitter de dönen tivitlerde işin özü bu. İş geyikte yani. Çünkü kimse bizde nutellayı sağlıklı bulmuyor ki.. sadece seviyor..

Not: Resim harika bence. :D

6 Haziran 2012

Hesap Ödemeyen Kadınlar


How I Met Your Mother dizisini bilmem biliyor musunuz?
Dizide, bir adamın çocuklarına anneleriyle tanışma hikayesini anlatması konu ediliyor özetle. Ama tabi anne, tanıştığı hangi kadın? Onu bilen henüz yok tabi.

Geçenlerde -baya oldu gerçi- izlediğim bölümünde yeni tanıştığı kızların artı ve eksilerini sayıyordu başroldeki adam. Yok işte, şöyle, yok böyle.. asıl mevzu harici saydıklarını da unutmuşum hee.. ve dedi ki hesap ödemeyen, hesap ödeyen yahut ödemeye niyetlenen..

Ona göre hesap ödeyen hanesine bir + eklemişti bile. Ödemeyen baştan kaybetti desek yeridir. Diğer + lar az ise tabi.

Dün de aklıma bu mevzu geldi. Nereden geldi, niye geldi bilmiyorum. Dizi ile ilgili bir şeyde okumadım, görmedim ama işte özetle geldi yani. Bende bunu bir kamu araştırması haline getireyim dedim.

Bakalım bizim bloggdaşlar ve okurlar bu konuda ne düşünüyorlar?

İlk randevuda;
- Hesap ödemeyen kadın itici midir?

- Hesap ödeyen kadın çekici mi gelir?

- Hesap dediğini yoksa erkek mi öder sadece her daim..

Bana şimdi bazınız feministlik edip, kadın erkek eşittir, öder, der. Demeyin, yani deyinde işin aslı gerçekten o ise deyin. Bu erkekler içinde geçerli. Cidden düşünceniz ne konuda? Hesap faktörü etkili bir etken midir ki ilk görüşmede .. Benimki sade ve sadece merak. :D

5 Haziran 2012

Ne Varsa Eskilerde Var Demek Boşuna Değildir.



10.Türkçe Olimpiyatları halen devam ediyor. Haberlerde gördükçe, özellikle bunaltan gündemden dolayı, ziyadesiyle iyi geliyor. O güzel eski şarkıları dinlemek, ayrı bir zevk.

Asıl dikkatimi çekende zaten o şarkılar. Yıllanmış, yıllara meydan okuyan, duydukça hepimizin eşlik ettiği şarkılar hepsi.

Eskiler ne güzel şarkılar yazmış, okumuş.. Öyle ki bu vakte kadar uzanıyorlar hala. Dillerdeler hala..

Şimdiki şarkıların hangisini kaç kişi biliyor.. Kaç kesime hitap ediyorlar ki.. Günlük popülerliği olan şarkılar çoğu.. İki gün diline dolanıyor, sonra unutuyorsun. Yenisi geliyor da, eskidenden farksız.. aynı şeyler.. çoğunluğu saçmalık sınırlarında..

Eskiler diyorum.. eskiler.. Ne güzel şarkılar söylemişler, yazmışlar.

Şimdilerde bir kısım şarkıcının imdadına yetişiyorlar hala.. Yeni düzenleme yaptırıyor yahut olduğu gibi söylüyor. Seviliyor, en çok satan albümü oluyor belki de.

Reklamların bile ekmek kapısı artık eski şarkılar.

Eskiler, eski şarkılar.. eskimeyen nağmeler.. siz daha nelere kâdirsiniz kimbilir.. daha kimlere ekmek kapısı olursunuz..

Saygı ve sevgiyle anıyorum cümlesini.. isim saysam, belki eksik kalır.. sen, ben, biz.. biliyoruz kim Onlar..

4 Haziran 2012

Gülümse Mutluluk, Çekiyorum..



Bir fotograf çekiliyorsunuz ya, biri size “resminizi çekiyorum” dedi. O an, bir gülümseme ihtiyacı olunur. Zira herkescikler bir resim karesinde, gülümsemek ister ya, ondan yüzüne bir gülümseme kondurursun hemen. Bir zaman sonra, o kareye baktığında ya gülümsersin gerçekten yahut bu sefer gülümsemek yapmacık gelir. Somurtursun en doğal halinle.

Bana dediler ki, çek bakalım mutluluğun resmini. Bende dedim ki, “mutluluk çekeceğim resmini.” Mutluluk baktı bana, gülümsedi öylesine..

Şimdi bakıyorum o resme, mutluluk beni mutlu etmiyor nedense.. Mutluluğa bakıyorum, bakalım beğenecek mi resmini.. mutluluk ya .. mutlu oldu. O an inandım mutluluğun mutluluğuna. En doğal haliyle, öylece bakıyordu kendine. Belki o an, o resmin karesine sığmayacağını düşündüğü için üzüldü. “ben hiç sığar mıyım o küçük kareye..” diye düşmüştü aklına. Belki gücendi de bana.

Haklıydı.. Şu dünyada tek bir kare resimde saklı değildi mutluluk. Belki küçük bir papatyaydı da, tek bir kare resimde olamazdı. Bir çocuğun bakışında saklıydı da belki, gülümse dediğin o resimde değildi.

Mutluluk saklıydı belki bir resimde ama bir tek o resimden ibaret olmamalıydı.

Mutluluğun resmini çizmek ise bambaşka bir mevzu.. o resmi çizmen için mutlu olmak şartı lazımdır. Zira sana mutluluk yardım etmez, sadece bakar sana uzaktan. Tıpkı ünlü bir ressamı izler gibi, merakla.. kendini görmenin tuhaf heyecanı sarar içini.. başkasında nasıl göründüğü merak eder mutlulukta, herkes gibi..

O sebeple, resim çekilmeyi değil de, merakla, çizilecek yeni yeni resimlerini sever mutluluk..

Benim mutluluk resmim, bu blogda saklı. Görebilenlere sevgiler... Bir cevaptır bir mime.

Mutluluklar.. (:

1 Haziran 2012

Beni Başkalarıyla Karşılaştırma, Kategorize Etme

Bugün işimden bahsetmek istedim, nedense.. İşim nedir, ne değildir, ne iş yaparım diye değil. Ne iş yaptığımı söylemeyeceğim. Belki bir yerde geçmiş olabilir, yazmıştın zati diyenlere, yani ben biliyorum diyenlere sözüm yok. Ama şiittt.. çaktırmayın.

Haziranın sanırım 26 idi, ilk işime başlayış tarihim. Aslında çalışan bile değilim. Hem çalışan görünüp hemde çalışmayan biri olmak biraz tuhaf. Merak etmeyin canım, karanlık işler karıştırmıyorum ben. Bulunduğum pozisyon biraz tarifsiz işte. Aslında tarifi var ama yok. Neysee..

Bu yıl itibari ile 6 sene dolmuş olacak. Vayy.. Tam 6 sene. Kimine göre, boşuna geçmiş bir 6 sene bu. Zira elime geçen, dişe dokunur bir şey yok.

İşimle alakalı mevzuya gelelim. Hafızam iyidir. Bazı zamanlar sekter ama olsun o kadar. Gördüğüm insanı, ismi falan kolay unutmam. Ama şu var, unutmamak için çaba sarfedersem ters tepiyor niyeyse.

Bize gelen bazı insanları tanıdığım halde tanımadım diyorum. “hani diyor geçen gelmiştim”, “sabah gelmiştim şunun için”. İlkten bir bakıyorum, tanıdım evet dersem ne olur şimdi. İçimden o an ne gelirse en çok onu söylüyorum. Ve doğru tahmin yaptığım çoktur. Niye mi? Evet, insanlar -bendahil- biri sizi tanıdığında mutlu olur. Ne alaka demeyin, insanın hoşuna gidiyor, bunu gözlemlerimle söylüyorum. İşte bundan yüz bulanlarda yok değil. Maalesef varlar. İşte böylelerini tanısam da tanımamış gibi yapıyorum. Mesela patronumu -patron kelimesinide kendi için ilk kez kullanıyorum- iki kez görmüş biri gelip bana “ beni tanıyor” demesi, bunun ispatı. Geldiğinde bahsediyorum, ki adam hiç hatırlamıyor. Hatta resmini görüyor, çok sonra çıkarıyor, hatırlıyor.

Birde işi olmadığı zaman, aynı işi yapan başka kurumları örnek gösterenler var. Ki onlar insanda sinir kat sayılarını arttırma şampiyonudurlar.
 “ ee niye olmuyor ki, başkası yapıyor amaa..”
Ee banane kardeşim yapıyorsa yapıyor. Kendi bileceği iş. Onun sıkıntısı bu, benim değil. Git o yapsın işini madem öyle.. diye cevaplar veresigeliyor insanın ama veremiyorsun. Haa.. bazen çok sinir ediyor, diyorsun. Sonra yüzsüzlüğe vuruyor işi.
Herşeyi kitabına göre yapan insanlarız ya biz, bize hangi kitaba, kurala göre yapıyorsun bunu, ya da yapmıyorsun diye hesap sorma moduna girenler ise, sadece işim görülsün de nasıl olursa olsun politikası ile, bezdirme taktiğinin her yolunu denerler. Maksat kural, kanun kelimesi ile adam korkutmaktır. Kendini bilmiş göstermektir sadece. Tabiri caizse, yersen..

Aslında burası bir nevi danışma kurumu. İşi olanda geliyor, olmayanda. Tutup kahve içmeye gelen bile var.
Kimi "ben dünyanın merkeziyim" edalarında, burnu kafdağında gelir, sanki bana tenezzül eden kendi değil, ben ona muhtacım gibi. Kimi de tam tersi bir mahçup, bir kibardır ki, onlar candır.

Haa birde şu var. İş harici netteyim ya ben şimdi. Kimi geliyor, beni burda bilgisayar başında tıkır tıkır yazarken görüyor ya, çok çalışıyorum sanıyor. Bazen hoşuma gitse de, insan kandırmak gibide oluyor bazen. Neysee.. bu konu üzerinde çok konuşmaya, düşünmeye luzüm yok.

Çok konuştum. Bitiriyorum. Ve son olarak, benim asıl işimi bilen arkadaşım Cenk'e selam ediyorum burdan.