31 Temmuz 2013

Sıcağın Etkileri...

Soğukta uyuma donarsın deniyor ya, sıcakta uyursan da buharlaşır mısın ki... Hangisini tercih etmek lazım, ki önümüzde seçenek varsa.

Üstümde fena ağırlık var. Uyumak istiyorum yahu. Dün de böyle idim. Gerçi bu ağırlığın diğer adına miskinlikte denebilir. Esneyip duruyorum. Ayaklarım bedenimi taşımakta zorluk çekiyor sanki. Ayaklar küçülmüş de bedenim fil bedeni olmuş, o minik ayakcıklarım taşıyamıyor.

Uyku.. Uyku.. tüm istediğim buydu...
diye şarkılar dolanıyor ağzıma.

Üstüne üstlük kendimi yorgun hissediyorum. Halbuki yaptığım tek iş yok.

Sıcaktan tüm bunlar biliyorum. Sıcaktan...

Paramı da vermedi zaten daha patron. Belki onu alsaydım biraz enerjim olurdu. Belki.. Alacaklarımı düşünür, kendimi motive edebilirdim.

Şimdi uyusam... buharlaşır mıyım ki...

30 Temmuz 2013

Söyleyecek sözüm...


Söyleyecek sözün mü yok...
Diye sordu, umursamazca. Kendince küstahça.
Söylenecek söz..ler...im var..dı ... aslında.
Baktım yüzüne, dinleyecek yüzü var mı? Baktım kendime, söyleyecek gücüm var mı? Ne yüz gördüm, ne güç. Belki biraz gücüm olsaydı, yüz aramazdım arsızca.
Söylenecek sözler, söyleyecek bir çift ağız arıyor şimdilerde. O sözler ki, ağzından çıkacak tek kelimeye bakılan birini arıyor. Oysa o sözler, yakar söyleyenin ağzını. Şimdi kim ister yanmayı, bile bile.
Söylenecek söz çok.
Söyleyecek sözüm var benim... yanmaya hazır olunca söyleyeceğim...









26 Temmuz 2013

Günlük...


Telefondaki yeğenine, dur acele ettirme, eniştenin laptopunda fare yok, alışık değilim, diyordu. Bir yandan yeğeninin istediğine bakmaya çalışırken  kocasının bilgisayarına ilk kez baktığını farketti. Açık olan internet sayfasından sekme açtı. Yeğeninin işini halletti. Telefonu kapatıp, internetteki sayfayı kapatacakken diğer açık sayfa dikkatini çekti. Bir blog sayfası idi. Kocasının bir blogu vardı, hiç bilmiyordu. Böyle şeylerle uğraşıyor muydu bu adam, diye geçirdi içinden. 
Bir Aldatış Hikayesi.. blogun adı. Sanki tanıdık gibi düşündü. Ana sayfasına tıklayıp, blogu şöyle bir görmek istedi. Tıkladı. Evet, görmüştü bu blogu. Geçen gün, bir şey ararken karşısına çıkmıştı. Meraktan okumuştu sayfayı. Daha emin olmak için, konu listesinden okuduğu konuyu bulmak istedi ve buldu da.
Beyninden türlü şeyler geçiyordu. Bu blog onun muydu şimdi... Neden açmıştı ki bu blogu. Doğru muydu bu yazılanlar. Profilinde yaşadığım acı gerçeği yazıyorum, diye yazılmıştı. Kimliği gizli idi. Diğer konulara bakarken kocası girdi içeri. Göz göze geldiler. İkisi de şöyle bir durup kaldı.
Napıyorsun bilgisayarımda.. diyerek telaş ve titreyen elleriyle çekip aldı bilgisayarı. Diğer koltuğa attı kendini. Nereye baktığını görünce, karısına baktı. Koltuğa yaslanmış, sakince oturuyordu. Gülümsüyordu hatta.
Neden yaptın ki böyle bir şey, dedi kocasına. Nereden çıktı bu blog işi. Seni böyle işlerle uğraşırken hiç hayal etmezdim. Şaşkınım.
Okumadın mı? Diye sorabildi kocası lafının arasına girip. Mine, gülümseyerek, okudum biraz. Ondan şaşkınım ya, nasıl buldun bu hikayeyi. Millette bayılmış, yorum dolu yazılanlar. Millet ne meraklı böyle şeylere. Kendi başlarına gelse dumur olurlar ama. Değil mi canım?
Ağlıyordu kocası. Elleri titriyordu. Gitti çöktü dizinin dibine. Elini tuttu.
Caner... Caner neden ağlıyorsun, dedi ama o an kalbine bir bıçak battı. Ateşin içine düşmüş gibi yanmaya başladı bedeni. Eli kaydı kocasının elinden. Usulca uzaklaştı ondan. Ağlayan gözlerle ona bakan Caner, bir şeyler demek için ağzını açtı ama ne dese bilemedi. Fırlatıp attı bilgisayarı. O sesle derin sessizlik bozuldu.
Gördün, öğrendin, benim işte o yazılanların sahibi. Yaşayan benim. Aldatan benim... öfke doluydu sesi. Deli gibi bağırıyordu. Sanki herkes duysun ister gibi. Bağırarak konuşunca sanki kolaylaşıyordu konuşmak. Sustu sonra. Mine'nin yanına yere oturdu. Elini tutmak istedi, eli havada kaldı. Dokunamadı karısına.
Sen, dedi.. sen beni nasıl sevdin de, kalbini böyle güvenle doldurdun. Yanan yüreğimin ateşini kora çevirdin.
Mine kalkmak için doğruldu, başı döndü. Düşecek gibi oldu. Caner yine uzattı elini tutmak için ama yine tutamadı karısını. Dokunamadı ona. Mine, sessizce kalkıp gitti odadan..
....



25 Temmuz 2013

Kargalar..

Siyah ve iri kuş karga. Şu dünyada kaç seveni var acaba bu kargaların... Sabah parkta gördüm de, aklıma takıldı.
Zalim karga, yer diğer kuşların yumurtasını.. Ama kendi yavrusu göz konusu olunca korkusuz cengavere dönüşen karga..
Hırsız karga, çalarmışın ya ışıltılı ne varsa..
Uğursuz karga seni, nereden gelir ki bu uğursuzluğun.. Kim çıkarmış ki. Cama konsan kötülük gelir akla. Ya da uçuşsan evin etrafında topluca, korku salınır yüreklere.. nedendir ?...
Karga işte, biraz zalim diyebileceğimiz bir kuş. Yediği için yumurtaları. Belki sırf siyah diye adı çıkmıştır. Tıpkı kara kedi gibi..
Oysa insanlar matemlerinde de siyah giyerler ya... Bir de satanistler giyer değil mi? Yani kötülüğün rengi oluverir.
Ne renkli bir renksin sen siyah...




24 Temmuz 2013

Ayna.

Bugün göz kırptım, aynadaki suretime. O da bana göz kırptı. Gülümsedim, o da gülümsedi.

Hayatta bir ayna misali. Ne yansıyorsa ona, onu gösteriyor bize.

Kimi bu hayat aynasını devleştirmiş cahilce. Anlamıyor ki, ayna ne kadar büyük olursa olsun, göstereceği şey, kendinden ibaret sadece. 








 

Hata.




Bir kez hata yaptığında, yanındaki insanlar aynı hatayı tekrarlayacağını düşünürler. Sakın bak, şöyle yap, böyle yapma tarzı laflarla sizi hatadan uzaklaştırmaya çalışırlar.
Mı acaba?
Yoksa bu temkinler seni yine o hataya mı götürür...
Yoksa senden mi kaynaklıdır aynı hatayı tekrar yapmak ? ...
Var mı buna kesin cevabın... düşmüşün müdür.. düşürülmüş mü...




23 Temmuz 2013

Can Sıkıntıları Bunlar...

Kan oturdu gözüme. Ve acayip kaşınıyor. Ama kaşımıyorum. Büyük irade örneği sergiliyorum vesselam. Çapaklanma da var. Geçen günlerde de batma vardı. Hem de ne batma, resmen iğne batırıyordu birileri bez bebek halime. Haince, zalimce, defalarca.
Nedeni göz kuruluğu. Bu havalardan. Yani okuduğum ve öncelerden başıma geldiğinden biliyorum. Damla verecek yine doktor. Zaten biliyorsunuz, doktora gitmeyi sevmiyorum. Manyakça hayallerle gidiyorum doktora, doktor bana birşeyin yok diyor ya, pehh.. deyip geri dönüyorum. İnsanın iyi olduğu için morali bozulur mu ya.. Tabi bu anlık oluyor. Böyle kendimi şımarık uşaklara benzetiyorum ama. Durup dururken gitmiyoruz herhalde doktora. Değil mi?
Ve şunu belirtmek isterim. Yaşlı ve kalp sorunu olan bir yakınınız varsa ve baş dönmesi yaşıyorsa ihmal etmeyin. Sorun ciddi olabilir. İkidir başdönmesi şikayeti ile babamı doktora götürüyoruz. Ciddi kalp sorunu çıkıyor. İyi ki gelmişsiniz diyor doktorlar. Halbuki adam yürüyerek gidiyor doktora.
Yeğenim de naneli biraz. Artık havaların gel gitlerinden etkilenip üşüttü mü, yoksa aldığı ilacın etkisi mi bilmiyoruz. Kusuyor arada. Bugün de hiç iştahı yokmuş. Çocukta inat etmiş, çiş yapmıyor. Yapsa da tahlile götürseler.
Ayy.. içim fena karardı bugün. Hep hastane muhabbetleri. Allah tüm hastalara şifa versin, tez vakitte. ( Amin )

22 Temmuz 2013

Çizgi.


Çizgiler var, ellerimde. Etrafımda, her yerde. Basmadan yürüyorum çizgilerde. Ellerimdeki çizgilerle yeni çizgiler ekliyorum çevreme.
Çizgi.. çizgi.. çizgiler... 
Karmaşık gibi görünen ama öylesi düzenli...
Basma sakın çizgilere. Sonra basarlar senin çizgine de. Bazı kalınlaşıyor çizgiler. Kimisi ise ipince.. Sanki çizgi tarlası, mayın misali. Yandın basarsan...
Ama ne var biliyor musun? Bu dünyada kimsenin çizgisi diğeriyle karışmıyor. İşte böylesi keskin, belirgin çizgilerde yaşıyoruz. 



 

19 Temmuz 2013

ATM Krizi.

Mahallemizde günlerdir atm krizi yaşanıyor. Hiç haberiniz yok. Yakında gazetelere çıkacağız he. :D
Efenim mevzu pazartesi patlak verdi. Bizim işyeri parkın içinde. Aynı parkın içinde de atm var. hangi bankanın atm'si olduğu bende kalsın. Mahallece diyebileceğim kadar çok insan, mahalleye bir atm istiyordu zaten. Kurulduğunda herkescikler mutlu oldu. Hatta atm karşısındaki binada oturan beyamca üşenmiyor, geceleri atm'yi gözetiyor. Mesela bir keresinde atm zarar veren çocuklar görmüş. Seslenmiş, hemen kaçmışlar.
Bir de bizim işyerine yakın ya bu atm, atm ile bir sorun çıktığında direk bize geliyorlar. Birde isteyenlerin ve kurulması için en başta uğraşan kişi de patron.
Hal böyle olunca, sorun çıkınca herkes bizim kapıyı çalıyor. Bizde de sorun merkezinin telefonu var birde. Ara gelsinler, aramadınız mı hala bozuk bu atm, diyenlerin sayısı bir hayli fazla.
Bu meşhur atm'nin pazartesi günü, belediye işçileri parka ağaç dikerken kabloyu kopartıyor. Bunu da bize şöyle anlatıyor. Girdi içeri, .. bey, ön tarafınıza da ağaç dikmek isterdik ama elektrik kabloları var. sorun çıkar, zaten atm'nin net kablosunu çukuru açarken koparmışız. Çukurları küçük araçla açıyorlar. O an şahsen durumun mahiyetini pek kavrayamamıştım.
O gün ve bu gündür, gelen gelene. Atm çalışmıyor, ne oldu diye soruyorlar. Bugün en son patron bankanın genel müdürüne ulaştı. Onlar Telekoma söylemişler, onların işi imiş. Bugün sağolsunlar geldiler. Atm içinde bankadan gelmişler. Bunlar bir atışır gibi olmuşlar. Yok senin işin yok senin işin diye. Patron yanlarında, o söylüyor. Yine müdürü arıyor. Neyse bunlar anlaşmışlar. Az önce yine geldiler. Kopuğun olduğu yere bakıp duruyorlar. Görüyorum. Dolanıyorlar. Kanımca iş uzun bir iş. Patronda yanlarında. E tabi böyle kendi işi gibi hep yanlarında olursa, şikayet içinde ona gelirler.
Şimdi ellerinde kablo ile dolanıyorlar. Bakalım bu atm krizi bugün son bulacak mı? 
Bulmayacak belli oldu. Şimdi içeri patron girdi, sordum, olmuyormuş... 
Atm mi var derdin var arkadaş.


 

Sesler... Sesler... Sesler...


Şöyle durup etrafısı dinlemek istesem, sadece gürültü var gürültü...
Bu havalarda kapalı cam kalmaz. Bizde de öyle. Ama bir yanımızda inşaat sesleri var. Okulu yıkıyorlar, kaç gündür bitmedi gitti. Bugün de yolda izgaz çalışması çıktı. Asfaltı yarıyorlar. Onların sesi. İki yandan çevrildik resmen. Bir şey değil, ben telefonla konuşurken zorlanıyorum. Telefonla konuşurken etrafın sessiz olması lazım. Yoksa telefonun diğer ucundaki sese odaklanamıyorum. Anlamıyorum ki ne dediğini. Sonra adım sağıra çıkıyor.
Bu sesler yetmiyormuş gibi bir de kavga sesleri çıktı. Yıkım alanına demirleri toplamak için birileri gelmiş. Çalışanlardan biri de sanırım onları kovmak istedi. Ki onlarda laftan anlayan cinsten insan olmuyorlar. Zaten onların işini yapacak insanda öyle olmalı. Çalıp çırpmak değilde, çöpten, böyle inşaatlardan bir şeyler toplamak için iyi cesaret lazım insanda. Değil mi?
Bunlar baya bir süre dalaştılar. Ama içlerindeki küçük çocuk onlar dalaşırken boş durmuyordu, demirleri topluyordu. Sonra gitmişler. Baktım, işçiler okulun demir kapısını atık bir demirle kitlediler.
Yıkım hala devam ediyor. Sesler devam ediyor. Yoldaki çalışma devam ediyor. Sesler devam ediyor. Bir yandan yağmur yağıyor. Aman ne güzel bir gün...





18 Temmuz 2013

Yıkılıyor..

İlkokul 3. sınıfa kadar okuduğum okul, şuan gözlerimin önünde yıkılıyor. Tozu dumanı havaya  karışıyor. Ne tuhafmış bir yıkımı izlemek. Bilim kurgu filmi gibi biraz. Nesi öyle be, diyenlere, benim hayal gücüm o işte, diyorum.

Park, Çocuk ve Kuşlar.


Ben yine oturmuş parkta oynayan çocukları seyrediyorum. Parkı dün temizlediler. Kumunu yenilediler. Şimdi çocuklar o kumda çıplak ayak neşe ile oynuyorlar. Parkın tenha olduğu sabah saatlerinde de kuşlar geliyor. Kumda onlar oyun oynuyorlar. Onları izlemek de çocukları izlemek kadar keyifli. Kaplamalı bir parka hangi kuş gelir ki...
Şimdilerde her park, kum yerine kauçuk kaplama ile kaplı. Yani ha betonda oynamış, ha orada.
Peki hangisi daha iyi sizce?
Kum olması mı yoksa kaplamalı olması mı?
Seçme şansımız olsa hangisini seçeriz?
Çocuklar kumla oynamayı çok severler. Denize gittiklerinde yaptıkları tek iş kumla oynamaktır değil mi?
Ama parklar bizimki gibi kumlu kalmıyor artık. Çoğu kaplamalı oldu. Yenileri zaten direk öyle yapıyorlar.
Bence kum olması daha iyi. Hem çocuk düşerse canı çok yanmaz. O sert zeminde düşse canı yanar.

Peki sizin fikriniz ne? Kum dolu parklar mı yoksa kaplamalı park mı...


17 Temmuz 2013

Suçsuzluk Duygusu Bu, Suçluluk Değil...


Suç.

Suçlu.

Suçluluk...

Suç ve suçlunun yanına da ekleyebiliriz duygu kelimesini. Ama suçluluk kelimesinin yanında durduğu gibi durmaz. Ağır basmaz. İç acıtmaz. Değil mi?
Suçu işleyip sonrasında suçluluk duygusu hissetmek insana suçun cezasından daha ağır gelir. Hatta işlediği suçun cezasını çekmemişse daha fazla ağır.
Peki insan bunu kestirebilir mi? Yani suçu işleyeceği vakit sonrasında pişman olacağını hisseder mi? Hissetse yapmaz belki de. Ama o an suç işlemek cazip geliyordur. İnsan suç işlerken hiç pişman olacağını düşünür mü? Düşünüyorsa ve hala yapıyorsa demek ki suçluluk duygusunun ne olduğunu hiç bilmiyor. Sadece suçsuzluk duygusunu biliyor olmalı.
Suç işlemediği için kendini eksik hissederken, suçluluk duygusunun o ağır yükünün altına girmek ona daha fazla cazip geliyor demek ki.
Suçsuzluk ve suçluluk duygusu.
Suçluluk duygusu ileride yine suçsuzluk duygusuna dönüşür mü bilinmez ama suçsuzluk duygusu hisseden insanın elbet bir gün suçluluk duygusu hissedeceği kesindir.
Suçsuzluk duygusu, susuzluk gibi olmalı. Su içmeden geçmez gibi gelir insana. 



 

16 Temmuz 2013

İçimde Kalanlar ...


-Kanal D geniş ekrana geçiş yaptı ya, bizim Tv ekranına sığmıyor artık. Baktım, çözümü neymiş. Şunu bunu yap, olmuyorsa yeni televizyon al, yapacak bir şey yok diyor. Oldu canım. Parasını sen verecek misin?

-Şu algida reklamına takıkım. O koca dolab dursun diye takılmış o takoza takılan, o küçük çocuğun ayağında acaba demir ayakkabı mı var? Arkadaş, sen hiç ayağını bir yere çarpmadın galiba. Nasıl acır bilmiyorsun hiç? Bari azıcık acı çeker gibi yapaydı, dönüp bakaydı giden dolabın ardından. Ne olurdu sanki..

-Bazı insanlara hiç ayrıcalık yapmayacaksın. Hiç. Acayip yüz buluyorlar. Hep istiyorlar. Olmayınca da tirip atıyorlar ya, hasta oluyorum. Laf söyleyeceğim, birde alınganlar ki, bir şey diyemiyorsun.

-Ben böyle sürünmeye, sömürülmeye mahkumum arkadaş. Değiştirmek için yaptığım bir şey yok ki.. hakediyorum yani bunu. Gıcık ben... gıcık...

-Sanırım kanal yetkilileri Adanalı dizisinin her cümlesini ezberletmeye çalışıyor. Gerçi bunun için şöyle birkaç kere dönmesi gerekebilir. Zira dizide öyle uzun ve gereksiz konuşmalar var ki, izlerken insan sıkılyor. Vakti zamanında nesine kapılmışlar acep.. Bir de pis7li dizisi var, 7/24 çıkıyor neredeyse.

-Fazla alınganlık yapmayayım bari. Tesadüftür sadece. 

15 Temmuz 2013

Başlıksız Kahraman Olur mu?


Hiç başsız insan olur mu? Olmaz. E kahraman nasıl olsun...
Bu yola baş koydum denir. Alır başımı giderim denir. İnsan başsız hiçbir şey yapmaz. Yapamaz.
Hiç gördün mü er meydanında başsız güreşen bir yiğit?
Baş, bu gövdenin kumandasıdır. Onsuz nereye gideceğini bilemez. Savrulur, kaybolursun.
Baş bu kadar mühimken, niye tohumlarınızı, erlerinizi, kahramanlarınızı başsız şekilde bırakıyorsunuz? Yazık değil mi o başsız konulara...
Başsız başsız, kimsesiz, nereye gideceğini bilmeden dipsiz bir kuyuya atmak, merhametsizlik değil midir?
Neden, el emeğimizi, gözümüzün nurlarını başsız bırakıyoruz ki..
Başlıksız konu, başsız bir yiğittir. Nereye gideceğini bilmez. Başsız bir fidan olur. Büyüyemez.
O yüzden başlıksız konu olmasın. Yitip gitmesin hiçbir emek, hiçbir kelime... 

 

12 Temmuz 2013

İyiler Kazanır...



Elinden bir iş geliyorsa, en iyi şekilde yap. Tek bir iş olsun ama tam olsun. Öyle iyi yap ki işini, o iş denilince akla ilk sen gel. Geliştir kendini. Tek bir şey bil ama en iyi sen bil. En iyi sen yap.

İyiler eninde sonunda hep kazanır. Unutma...







11 Temmuz 2013

Su




Su, her gün yaptığı gibi parkta kitap okuyordu. Çevresindeki herkesi, her şeyi unutup kitabına dalıp gitmeyi seviyordu. Yine kitabına dalmıştı ki, bir el kitabını aşağı doğru çekti. Tam kızgınlıkla; ne oluyor ya, diyecekti ki o bir çift gülümseyen gözle, göz göze geldi. Gözlerin sahibi henüz 6 yaşlarında bir oğlan çocuğuydu. Işıl ışıl parlayan gözleri, gülümseyen koca ağzındaki o tek başına kalmış dişi ile öyle sevimliydi ki.
-Kaç saattir sesleniyorum duymadın beni.
-Öyle mi küçük yaramaz, ne istiyorsun?
Diye sordu Su. Sonra da etrafına bakındı. Onlara bakan, çocukla ilgilenen birini aradı gözleriyle. Ama kimse ilgili değildi. Çocuğa baktı. Çocuk;
-Karnım acıktı benim. Simit istiyorum ama para istiyor simitçi amca. Sende para var mı? Para versene bana.
Su, çocuğun başını okşayarak, simitçiye doğru baktı.
-Ama simitçi yolun karşısında. Tek gitme, beraber gidelim, dedi. Kitabını kenara koydu. Kalkmak için doğruldu. Ama Su kalkamadı. Oturduğu tekerlekli sandalyeden kalkamadı. Alışamamıştı bu koltuğa. Aylar olmuştu halbuki. Geçirdiği kazadan sonra ayaklarını hissetmemeye başlamıştı. Doktorlar geçici demişlerdi ama hala geçmemişti. Acı içinde bunları düşünürken çocuğun sesi ile kendine geldi.
-Hadi ama. Simitler bitecek. Paran yok mu yoksa seninde?
Su gülümsedi bu lafa. Keşke param olmasaydı da, kalkıp gitseydim seninle o simidi almaya, diye düşündü.
Etrafına bakındı ama hala çocukla ilgilenen birini göremiyordu. Bu yaşta tek başına parka mı gelmişti bu çocuk.
-Annen ya da baban nerede? Parayı vereyim ama onlarla gideceksin. Tamam mı?
-Bilmiyorum neredeler.. Ver, ben giderim. Hep gidiyorum ki.. deyip yine kocaman gülümsedi çocuk.
Su kararsızdı. Kendisi dikkatsiz bir şoförün kurbanıydı. Gözü önünde bu küçük meleğinde başına ya bir şey gelirse. Buna dayanamazdı. Tam o anda telaşla bir bayan yaklaştı yanlarına.
-Kaya, nerelerdesin sen yine.. Habersiz ayrılma diyorum sana ama hiç dinlemiyorsun, dedi ve Su'ya yöneldi;
-Kusura bakmayın, rahatsız etmedi umarım sizi.
-Hayır, aksine mutlu oldum. Keşke yardımcı olabilseydim. Karnı çok açmış.
Kadın, çocuğun elini tutmuş, gitmeye hazırlanıyordu. Çocuk ise Su'yun elini tuttu, bana simit alacak söz verdi, dedi. Kadın kızarak çocuğa baktı. Mahçup bakışlarla Su'dan yine özür diledi. Çocuğa yaptığının ayıp olduğunu söylüyordu. Çocuk ise söz verdi ama deyip duruyordu. Kadın elinden tutup zorla götürmek için çocuğu çekiştirdi. Su;
-Tamam, haklı söz verdim. Siz bana yardımcı olursanız, söz verdiğim gibi simit alabilirim Kaya'ya.
Kadın, bir çocuğa bir Su'ya baktı. İkisiyle de uğraşmak istemedi. Peki, deyip Su'ya yardımcı oldu ve simit almaya gittiler. Çocuk, simidi alır almaz iştahla ısırdı. Kadınların ikisini de bir gülme aldı.
O sırada, annesi Su'ya seslenerek yanlarına geliyordu. Kaya'nın annesi gibi, yine habersiz nerelere gittiğini soruyordu. 
Üçü birden bir kahkaha patlattı bu lafa. 


 

10 Temmuz 2013

Damla...



Damlayım ben. Damla damla işlerim içine. Bazı anlamazsın bile, hissetmezsin. Usulca damlarım tenine.
Üşütmem ki seni hiç. Serinletirim... Rahatlatırım...
Damladım mı tenine, sen olurum. Sana benzerim... bir oluruz o an. Sana bakan bazı görmez bile beni... öyle bir bütünleşirim seninle.
Damlayım ben. Sana damladıkça çoğalan...
Çoğaldığını, sen olduğunu sanan.
Ama sana damladıkça yok olan ben.
Ben bir damlayım. Damladıkça sana benzeyen.


9 Temmuz 2013

Değişiklik ... ?


Bu yazıyı sola değil sağa hizalı yazmalı. Maksat değişiklik olsun. Mesela saatlerde bir değişiklik yapsın. Onlarda sola doğru ilerlesinler. Ama şimdi ramazan, kafalar karışır şimdi. Onlar normal akıp gitsin.

Arabalar ileri değil geri geri gitsin. İnsanlarda. Zaman geri gidemiyorsa, biz gidelim. Ama bize gerici demesinler. Doğayı seviyor, organik takılıyor desinler.

Telefonlar geri gitsin. Bir tek kulübelerde kalsın. Biri ile konuşmak için, iletişime geçmek için yüzünü görmeye ihtiyacımız olsun. Sırf işimiz düşünce çalınmasın kapılar.

Ve bir gün güneşte bize uyar, doğudan değil, batıdan doğar. Ve her şey bitti derken, asıl başlangıç başlar.

8 Temmuz 2013

Yerli X-Men Dizisini Gördünüz mü?


Diziyi izleyince ilk aklıma gelen nedir diye sorsan, cevabım belli; yerli X-men dizimiz.
Evet evet, yerli X-men, sana bir sır vereceğim adlı dizi. İki genç x-men ve 3 küçük x-men başrollerde. Bilirsiniz X-mende Mistik vardı. Hani mavi kadın, kılıktan kılığa girerdi ya, bizimkinde de var öyle bir çocuk. Erkek ve görünüşü gayet normal.
Bizim x-menlerin güçlerini sayarsak, ilk bölümde görünenlerinki; dediğim gibi Mistik var. Sonra düşünceleri okuyan küçük bir kızımız var. Görünmez olan ve elektrik yüklü iki kişi daha var. Bunların görünmezi erkek, elektrik trafosu olan kız. Bu ikisi genç olanlar ve aşk olacak aralarında belli oldu. Yani aşkı da es geçmemişler tüm bu olağanüstü şeylerin arasında.
Ha, birde metalleri oynatan var diyeceğim de, çokluk olmasın diye herhal, çocuğa herşeyi oynatma gücü vermişler. Metallerden plastiğe kadar.
Sana Bir Sır Vereceğim dizisinde de, X-mende olduğu gibi iyi kötü taraf var. Gerçi ilk bölümde kötü taraf avantajlı gibi görünüyor ama bilemiyorum. Mistik gibi olan yine kötü tarafta.
Unutmadan bunu da söylemek istiyorum. Dizi bitince aklıma gelen ilk şey; Wolverine yani Logan olacak mı? Ben onsuz bir x-men düşünemiyorum da. Haksız mıyım?

Sana Bir Sır vereceğim dizisi Fox Tv de

5 Temmuz 2013

Serçe..


Bir kuş gibi özgür olmak istediğini söylerdi hep. Sorsam hangisi diye... belki de kuş işte derdi. Ama emindim, serçe olmak istemezdi. Halbuki serçede bir kuş idi. Ama kafese kapatılabilirdi bir serçe. Zayıftı, korumasızdı serçe. Ama bir kuş idi. Özgürce uçabilen. Sırf uçtuğu için kıskanılan, imrenilen. Uçtuğu için özgür sanılan serçe...
Serçe bir kuştu sadece. Uçmayı özgürlük sananların, kuş gibi özgür olmak istediği ama serçe olmak istemediği bir kuş.
Şimdi sen de dersin ki, ben serçe olmak isterdim. Sırf uçmak için mi? Yoksa ne cazibesi var, bir serçe olmanın bu dünyada ... 
Soğuk kış gecelerinde, dışarıda karın altında olmayı ister misin... Ya da devler tarafından yakalanıp kafese konmayı.. ya da ölüp, öldürüp, mezarsız yurtsuz çürüyüp gitmeyi.. dahası çürümeden cesedinin talan edilmesini ister misin gerçekten...
Özgürlük uçmak değildir... 

4 Temmuz 2013

Servis - Yolculuk Hikayesi.


Marketten çıkmış, ücretsiz yolcu servisine binmiştik. Daha kalkmasına vakit vardı ama biz binmiştik. Binmeden yanımızda getirdiğimiz market arabasını durağın az ilerisindeki yerine bıraktım. Çünkü, bir önceki binişimizde, öylece arabanın önünde bırakanlara laf söylemiştik. Market arabaları da sanki park edilmiş gibi ama dağınık olarak, öylece yolda duruyordu.
Biz servise binerken, elimizdeki poşetlerden biraz yavaş ilerliyorduk. Bir bayan aman acelem var diye, aşağı inmeye çalışıyordu. Açıkcası bu tavrı beni biraz gıcık etti.
Yanımızda en küçük yeğenimde vardı. 20 aylık oldu artık. Bir yaramaz ki sormayın. Arabada durmuyordu. Elinde olsa koltuktan koltuğa atlayıp zıplayacaktı.
Bu arada şoför olduğunu düşündüğümüz biri gelip, yanlış araba olduğunu söyledi. İndik arkadaki arabaya bindik. Ama bu arada önde oturan teyze, biz binerken inen bayanın ona poşetlerini emanet ettiğini söyledi. Şoföre söyledi, beraber bayanın poşetlerini de taşıdılar arabaya. Teyzenin yanında da torunu vardı, 10 yaşlarında. Sonra poşetlerin sahibi kadın geldi. Meğer o hepten yanlış arabada imiş. İndi gitti.
Sonra çocuklu bir bayan bindi. 1 yaşına girecekmiş bir ay sonra. Bizim yeğen görünce bebeği, kendi bebekliğini unutup, bebe bebe demeye başladı. O bebekte Maaşallah pek bir güler yüzlü idi. Kadının bir de 3 yaşında çocuğu varmış. Ama ikisi ile birlikte sokağa çıkmaya cesareti yokmuş. Birini bırakıyormuş hep. Yanlış arabaya binen kadınında yanında iki çocuğu vardı. Onun için iyi cesaretli kadınmış dedi.
Servis hareket etti. Bir zaman sonra durdu. Ön tarafta bir hareketlilik oldu. Meğer teyzenin torunu kusmuş. Sağolsun şoför durdu. Esnaftan su falan istedi. Temizlenmesini bekledi sonra tekrar hareket etti.
Marketlerin böyle ücretsiz servisleri iyi oluyor. Bir keresinde de, arka koltukta oturan iki bayan vardı. Biri diğerine sesiniz çok güzel ve etkileyici diyordu. Radyo programcısı bile olabilirmiş. Açıkcası sesi cidden iyi idi. Sonra kitap okudular yanlarındaki çocuğa. Ama sesi güzel olan değil, diğeri okudu. Ama hep yanlış okudu. Yani vurgularını çoğunlukla yanlış yaptı. Ben bile bazı yerlerini anlamadım. Sanki bana okuyor gibi dinlemiştim.


 

3 Temmuz 2013

Bencil / Bölüm -3 Son.


Bölüm 1
Bölüm 2 
Akşam olmuş, Turan ve Ayda buluşmuş, bir restoranda yemek yiyorlardı. Her şey normal gidiyordu. Turan, büyük sürprizi için yemeğin sonunu bekliyordu. Ayda ise merakla Turan'ın ne diyeceğini düşünüyordu. Aklı karışmıştı. Çünkü Selin ile konuşmuştu. Turan önemli bir şey konuşacağız dediğinde aklına direk evlilik gelmişti. Heyecanlanmıştı. Sonra Selin'i aramış, durumdan bahsetmiş, hatta Selin'in ağzını aramıştı. Onun bileceğini tahmin ediyordu. Ama Selin ona bambaşka şeylerden bahsetmişti. Söyleyeceği şeyin, evlilik teklifi olmayacağını bile açıkca ima etmişti.
Düşünceli düşünceli yemeğini yerken, Turan'a baktı. Yoksa ondan ayrılmak mı istiyordu ki.. Sonra yemek yemeyi bırakıp; Turan.. beni seviyorsun değil mi ... dedi. Beni hiç bırakmazsın değil mi...
Turan, bırakmazsın kelimesi ile adeta donakaldı. Bırakır mıydı hiç, elinde olsa.. ama bırakacaktı işte.. Ayda, Turan'ın bu halini görünce üzüldü. Demek ki bu buluşma son buluşma idi, ayrılacaktı ondan. Neden sustun Turan.. neden.. bırakmam, bırakamam demek bu kadar mı zor. Ben hiç düşünmeden bırakmam demeni beklerdim, dedi. Gözyaşları boşaldı gözünden.
Evet, dedi Turan. Evet bırakmam demek isterdim ama bırakıyorum dedi. Ayda, titreyen sesiyle; ayrılıyor muyuz şimdi.. beni terk mi ediyorsun Turan.. dedi.
Hiçbir şey söylemedi Turan. Kalktı masadan. Evet, deyip restorandan ayrıldı. Ayda bakakalmıştı ardından. Herşey çok güzel başlamışken, ne hale gelmişlerdi. Öylece bir saat kaldı masada. Bir ağladı, bir kızdı. Sonra evine gitti.
Turan, restoranı terketmişti ama dışarıdan Ayda'yı izliyordu, yaşlı gözleriyle. Ayda gidince, cebindeki yüzüğü çıkardı. Neler de düşünmüştüm, bak neler oldu, dedi kendine yüzüğe bakıp. Sonra sinirle fırlattı yüzüğü. Ama pişman oldu hemen, aldı yerden, sildi okşadı. Yere çöküp, sesli sesli ağladı. Yollarda yürüdü sabaha kadar. Şu kısacık ömrünü zehir ettiğini düşünüyordu.
Sabah, Selin ilk iş olarak Turan'ı aramış, cevap alamayınca Ayda'yı aramıştı. Ayda'danın da telefonunu kapalıydı. İyice meraklanmıştı. Neler olduğunu merak ediyordu. Ama bu sessizliğin iyiye işaret olmadığını düşünüyordu. Turan herşeyi anlatmış olabilirdi. Ayda'nın tepkisini tahmin etmeye çalışıyordu. Turan'ı sevdiğine emindi. Öleceği için onu bırakıp gitmez diye umut ediyordu. Turan Ayda'yı çok seviyordu çünkü. Ölene kadar onunla birlikte olmak istiyordu, daha ne ispat isterdi ki bir sevgi. Sonra bir an, bunları düşünürken Turan'a haksızlık yaptığını düşündü. Onun sadece ölene kadar sevdiğiyle birlikte olmak istediğini şimdi anlamıştı. Tekrar Turan'ı aradı. Telefon açıldı ama açan kişi Turan değildi.
....
Turan tüm gece sokaklarda dolaşmış, sabaha karşı Ayda'nın evinin oraya gelmişti. Uykusuz ve bitkindi. Ayda'da tüm gece uyumamıştı. O da uykusuzdu. Sabah karşı uykuya dalmış, alarmın sesiyle uyanmıştı. Kendine gelip hazırlanana kadar epey vakit geçmişti. İşe geç kalma telaşıyla aceleyle çıktı evden. Arabasına bindi, hızla kendini yola bıraktı. Hiç sağa sola bakmamıştı. Sonra bir şeye çarptı. Yolun kenarında onunla konuşmak için bekleyen Turan'a çarpmıştı Ayda. Turan'ı yerde kanlar içinde görünce, o da bayıldı. Çevredekiler ambulans çağırmıştı. Turan'ın telefonunu açan da bir polis idi. Selin hastaneye koştu. Ama yetişemedi. Turan ölmüştü.
Selin, o gece neler olduğunu hiç öğrenemedi. Ayda kazadan sonra kendine gelemedi. Hiç konuşmadı. Selin içten içe tüm bu olaylardan kendini sorumlu tuttu. Eşinin desteği olmasa, o da çıldırırdı. O şehirden taşındılar bir süre sonra. Ama Selin, her ay gidiyordu, hem mezarlığa, hem kliniğe... belki bir umut, içindeki pişmanlık geçer diye.

2 Temmuz 2013

Pamuk İpliği.


Balonun özgürlüğü ile arasında sadece ince bir ip vardır. İncedir ama sağlamdır o ip. Balonun uçup gitmesine izin vermez.
Sandalın o engin denizlerde özgürce salınmasını engelleyen bir iptir. Kalın ve sağlam bir ip. Çekip gitmesine izin vermez saldalın. Oysa sandalın içi gider, o dalgaların her dokunuşunda... ama ip sağlamdır.
İnsanın hayalleri ve umutları vardır. Onu hayata bağlayan. Tıpkı ip gibi. Ama tek fark vardır diğer iplerle. O balonu, sandalı ve diğerlerini özgürlüklerinden ayıran o ip, insanı hayata, özgürlüğe bağlar.
İnsan, o balonu özgürlüğünden edeceğim diye sağlam iplikler kullanırken, kendi özgürlüğü için pamuk ipliği kullanır. En ufak dalgada, rüzgarda kopan... savrulup kaybolan.. pamuk ipliğine bağlı hayatların balon kadar mı değeri yoktur ki...

1 Temmuz 2013

Zamanın Oyunu Bu.


Günler birbirinin aynı diyordu. Halbuki ne gün aynı idi ne de zamanın tek bir anı... O idi sadece aynı olan. Aynı kalan. Sessizce duran, oturan... Hiçbir şey yapmayan. Sadece bakan, sadece O idi. Ama iyi bilirdi suçu başkalarına yükletmesini. Bu konuda olağanüstü performansları vardı. Tüm suç kendinde olsa da, kendini öyle acırdırır öyle konuşurdu ki, masum olan siz, kendinizi sorgular hale gelirdiniz.
Ama bu sefer zamanı suçluyordu. Çok büyük yanlış yapıyordu. Zamanın, zamanla kendini nasıl akladığını, nasıl intikamını aldığını bilmiyordu henüz.
Cahil cesareti ile zamanla atışıyordu. Hep aynısın be gün diyordu. Farketmiyordu ki, zaman ömrünü çalıyordu. Yavaş yavaş.. sinsice.. ah bir baksa aynaya. Belki anlardı, zamanın sessiz oyununu.



Bencil / Bölüm - 2

Bölüm 1 

Turan pes etmemişti halbuki. Hayatına kaldığı yerden devam etmek istiyordu sadece. Tamam ölecekti ama ölüm herkes içindi. Şimdi burada otururken, bir sebeple kendisinin ya da Selin'in, cafedeki herhangi birinin ölmeyeceği ne malumdu. Kim garanti verebilirdi ki bu durumda. Hem Ayda'nın ondan evvel ölmeyeceğini kim garanti ediyordu? ... durdu kaldı bir an bu düşüncede. Neler geliyordu aklına. Korkmuştu bu düşüncenin gerçek olmasından. Ve bir an kendini Ayda'nın yerine koydu. Kendisi düşüncesinden bile deliye dönüyorken, O napacaktı peki, kendi ölünce.
Saniyeler içinde geçti tüm düşünceler beyninden. Doğruldu, Selin'in elini tuttu.
Ben.. ben sadece biraz bencil olmak istiyorum dedi, Turan. Ayda'ya haksızlık belki de. Ama bilirse daha da haksızlık değil mi? Yaşacağımız bu kısa mutlulukta bırakalım da sadece mutlu olsun. Bana acıyarak, her an öleceğimi bekleyerek kendini üzmesin. Söylesene, desem ne değişecek...
Selin, Turan'la ta liseden beri arkadaştı. Üniversiteyi de tesadüfen aynı seçmişlerdi. Böylece arkadaşlıkları daha da ilerlemişti. Yoldaş olmuşlardı birbirlerine. Okul hayatı bitince de kopmadılar. Aynı şehirde kaldılar. Farklı işlerde çalışsalarda birbirlerine hep vakit ayırdılar. Dertlerini, sevinçlerini paylaştılar. Selin'in nikah şahidi bile Turan olmuştu. Kaçarak evlenmişti Selin. Ailesi ile arasını Turan sayesinde düzeltti. Şimdi bu güzel insanı kaybedecek olmak onu üzüyordu. Ama Selin ne olursa olsun, kartlarını açık oynamayı seven biriydi. Kimseden gizlisi saklısı yoktu. Sır insanı hasta eder diye düşünürdü. İnsan içinde bir şey tutmamalıydı. Ne öfke, ne sevgi ne de merhamet.
Bu sebeple Turan'ın Ayda'dan bu durumu saklamasını istemiyordu.
Bak Turan, dedi. Bırakalım bu durumda kararı Ayda versin. Söyle ona durumu. Zaten bunca zaman söylemediğin hata. Senin yüzünden bende kızın yüzüne zor bakıyorum. Çaktırmamak için görüşmelerimi azalttım. Söyle ona. Bırak, o versin kararını. Hala seninle evlenmek isterse, evlenirsiniz, olmaz mı Turan...
Turan bıraktı Selin'in elini. Arkasına yaslanıp, şöyle bir etrafına baktı. Peki, dedi. Şimdi, şu masadaki kadına desem ki ben öleceğim, çok hastayım. Bana acır değil mi? Hiç tanımadığı halde acır. Ya Ayda.. Ayda acımayacak mı söylesene bana... derken, gözleri dolu doluydu Turan'ın. Sonra derin bir nefes aldı. Ağlamak istemiyordu. Kendisine acınmasını hiç istemiyordu.
Selin de, ben sana değil, Ayda'ya acıyorum ama, dedi. Turan güldü bu söze. Selin de güldü. Bir an olsun o kasvetli hava dağılmıştı. Tam o sırada garson geldi. İkisi de çay söyledi. Bir süre konuşmadılar. Selin, Turan'a zaman vermeye karar verdi. Şimdi her şey yeni idi. Aklının karışık olduğunu düşünüyordu. Ayda'ya her şeyi söylemesi için onu ikna edeceğine inanıyordu. Ama Turan'ın bu akşam Ayda ile konuşacağını bilmiyordu.