31 Ekim 2013

Doktor Değiliz Ama Hastamız Çok



Doktor Değiliz Ama Hastamız Çok
Özgüven var gibi görünüyor. Tabi kendini yükseklerde görmede az değil. Bulunmaz hint kumaşı edası da göze çarpıyor. Ve tabi kendini beğenmişlik de bu gözlemde dikkati çekenler arasında.

Peki tüm bu duyguları tek başına durduk yere bir insan yaşar mı? Sanmam. Kişinin kendini doktor hissetmesi için önce hasta bulması lazım teknik olarak. Bu sözü söyleyen kişinin ya gerçek manada hastası çok yahut hayal alemlerinde.

Bir de çoğul söylenmesi dikkat çekiyor. İçinde aitlik var ama tekil değil. Kendini yüksekte görüyor ama yalnız görmüyor. İlginç.

Bir de hasta deniyor. Yani onu beğenmekten öte, ona muhtaç olduğunu düşünüyor. Kendinin değil, onun hasta olduğunu düşünüyor. Hani kişi kendisi ne ise karşısındakini öyle görürmüş ya, aynen geçerli bir durum. Zira hasta olan kendileri.

Evet. Bir psikoloji dersi verdim sayın blogdaşlarım. U.H. Yapım der ki;  kaynak olarak gösterilmemesi  önemle rica olunur, saygılar sunarım.

Ve bu arama kelimesiyle bloguma gelenlere selamlar olsun... 


 

28 Ekim 2013

Mutluluk Son Durak.


Ömür bir otobüs yolculuğu desek, mutluluğu son durakta aramak bu yolculuğu fazlasıyla çekilmez yapar, değil mi?

Peki mutluluğu sonda değil de başta arasak... yetmez mi sonuna kadar bize?

Bir evlilik gibi. Mutluluk evliliğin başında vardır. O aranır ya. Ve yeter değil mi? Yolculuğun sonuna kadar. Yetiremeyenler de var elbet.

Bir de bu işi tersten yapanlar var. Nikahta keramet vardır deyip, sonraları mutluluğu arayanlar. Ve bulanlar da var, hiç bulamayanlarda.

Peki mutluluk illa başta mı olur, sonda mı? Belli bir noktaya mı sabittir mutluluk? Süresi mi vardır? Yoktur değil mi?

Mutluluk her durakta, her saniyede, her metrekarede.

Aslında mutluluk son durak demek, mutluluktan ötesi yok demek. Mutluysan arkana bakma, geçmiş duraklara takılı kalma demektir. 







 

25 Ekim 2013

Eski Hikaye

- Son cümlesi ne oldu?
-  ... Ölmek istemiyorum... dedi ... Gözü açık gitti biliyor musun? Kimse görmeden kapadım gözlerini. Neden bilmiyorum. Bir anlık refleks gibi bir şeydi.... Bilmesinler istedim. ...
- Korkma.. korkma, demişti bana da babam. Elini uzatmıştı tutmam için ama ben kımıldayamamıştım yerimden. Çok korkmuştum çünkü.
- Sen... Sen yanında mıydın o zaman?
- O adamın gözünü kırpmadan babamı öldürdüğü zaman mı? Evet. Oradaydım. Babamı vurduktan sonra görmüştü beni. Silahı bana doğrultmuş ama ateş etmemişti. Ve çekip gitti.
- Bilal ...
- Sen annenin ölümüne ağlayamadığın için kendini suçluyorsun ya, ben kendimi yıllardır sustuğum için suçluyorum. O adamın yüzü hala hafızamda. 9 yaşındaydım. 7 senedir her kapı çalındığında yine o gelecek diye korkuyorum. Yolda karşıma çıkacak diye.. Hala korkuyorum. Ama kimse bilmiyor. O adamı babam niye içeri aldı, niye babamı öldürdü... Bilmiyorum.. Beni niye yüzünü gördüğüm halde öldürmedi... Bilmiyorum.. Bilmiyorum... Neden sustum bilmiyorum!.. ...
- Kendini suçlama Bilal, lütfen... sakinleş.. 
- Babam beni asla affetmeyecek... 
...  ...  


23 Ekim 2013

Ne Umdum Ne Buldum Misali

Bugün aylardır ertelediğim doktora gittim. Sabahleyin, gideceğim ama yine şikayetimin yok olduğu zamana geldi diye üzülürken çok geçmeden yutkunma zorluğum yine oldu. Balgam yok. Ki sabah vardı. Hatta burnum sabah uyandığımda tıkalı idi. Sonra geçti.
Gittim, oturdum muayene koltuğuna. İki beyaz önlüklü vardı. Hangisi asistan hangisi gerçek doktor derken, sonradan gelenin gerçeği olduğunu anladım.
Şikayetimi söyledim. Boğazıma baktı. Burnuma baktı. Sonra diğeri geldi o da boğazıma baktı. Bir şey yokmuş. Sonra burnuma uzunca bir şey soktular, endoskopi gibi içeriyi görüyorlar. Hala burnum bir hoş şuan. Yapılırken tek göz ağladım. Yine bir şey görmediler. Çok temizmiş. Sorun görünmüyormuş.
Reflüdür o vakit dedi. İlaç verdi. Bir ay kullan. Geçmezse gastrolojiye git dedi. İyi dedim, çıktım. İlacımı aldım. Zaten aç gitmiştim, içtim onuda.
Hala o boğazımdaki şey duruyor ama. Yutkunurken acayip rahatsız ediyor beni. Boğazımı eliyle de muayene etti. O sıra o hissettiğim şeyi yerinden oynar gibi hissettim ama bir şey demedim. Dese miydim acaba? Onu taktım kafaya şimdi.
Neyse bakalım, ilacı düzenli kullanayım da, geçmezse giderim yine herhalde.
Bir reflü olmam eksikti, tam oldu. Anlamadığım konu da şu, belirtilerinde en çok söylenen ve ilk sırada olan mide yanması, yediklerin ağıza gelmesi diye yazıyor. Bende bunlar yok. Mide ile şikayetim hiç yok. Acı yemediğim sürece. Sadece yutkunma zorluğu var. O da devamlı değil.
Yanlış teşhis kurbanı olmayalım da, hadi hayırlısı. 



 

22 Ekim 2013

Nasıl Oluyor Böyle Bir şey...

Bugün okuduğum haberle şok oldum desem yeridir. Hala düşünüyorum düşünüyorum, aklım almıyor. Aklımda bissürü soru.Haber şöyle: kadın 2 aylık çocuğunu evde bırakıp tatile çıktı. 9 gün boyunca aç susuz kalan bebek vefat etti.
 Kadın tek başına yaşıyormuş. Evliymiş boşanmış, çocuk ise sevgilisindenmiş.
Bu nasıl oluyor diye düşünmeden edemiyorum. Hadi kadın çocuğu bıraktı gitti. O çocuğun sesini apartmanda kimse duymamış mı günlerdir? Garibim ağlaya ağlaya helak olmuştur. Açlık susuzluk cabası. Bu nasıl eziyet o minik bedene. Ben düşünürken ürperiyorum.
Hadi tamam apartmanda kimse ses duymadı. Kadın akrabalarının yanına gitmiş. Bu akrabalarından kimse bilmiyor mu doğurduğunu? Biri de çıkıp çocuk nerede diye sormadı mı? 2 aylık bebek bu ya.. Napar bir başına...Diye düşünüyordum da, az önce gördüm, haberin detayı çıkmış nette. Ailenin haberi yokmuş çocuktan. Tatilde 2 gün kalır gelirim diye düşünmüş. Gitmeden evvel, altını temizlemiş ve 2 biberon mama yedirmiş hemen açıkmasın diye. Ama öleceğini hiç... düşünmemiş ki. Açlıktan ağlar ağlar susar uyur diye düşünmüş. vahh.. vahh.. 
Olayın üstüne düşündükçe sinirleniyor insan. Birde kadın öğretmenmiş. Hangi akılla seçti bu mesleği acaba?
Geçen ay bir film izledim. Orada da annesi çocuğa, sırf sevgilisiyle daha fazla vakit geçirmek için öksürük şurubu veriyordu. Uyusun diye. Tabi filmde çocuk 6 veya 7 yaşlarındaydı. Aklı eriyordu bir şeylere. Ve bir gün annesinin artan ilgisizliğine kızıp ilacın tamamını içiyor ve ölüyordu. Kadın da sevgilisiyle onu bir parka gömüyor, sonrasında arabası çalınmış gibi yapıp, arabada da çocuğunun olduğunu söylüyordu. Ama pişmanlığı film sonuna kadar artıyor ve sonunda itiraf ediyordu.
Bugün okuduğum haberde de kadın döndüğünde bebeği alıp hastaneye götürmüş de hastanede doktorlar günler önce öldüğünü anlamışlar polise haber vermişler. Bir de demiş ki, yaşıyordu yemek yedirmeye çalıştım, yemeyince hastaneye getirdim.
Akıllara zarar denir ya, aynen öyle. İnsanın nutku tutuluyor resmen. Ay yazık deyip geçemiyorsun da, düşünüyorsun ister istemez.
Nasıl olur böyle bir şey... 



 

21 Ekim 2013

Duruyorum..

Hayat kaldığı yerden devam ediyor. Ama ben kaldığım yerden devam edemiyorum. Kaldığım yerde kalıyorum. Bir heykel gibi. Bir ağaç gibi demek isterdim aslında. Ağaçlar büyür, çevresine faydalıdır ya, ondan. Ama değilim. Bir çiçek bile değilim, saksıda öylece duran. Ama bakanın içini ısıtan. Ve dahası sevilen.
Duruyorum. Belki de heykel gibi bile değil. Hayran hayran izleyenim de yok. Yanıma geçip resim çektirenim de. Bir kuş bile konmuyor omzuma.
Bir taşım mesela, desem. Taş bile değilim. Taş gibi hiç değilim. Ama taş gibi yerimde ağır olabilirim. Ağırlıklarından kurtulmak için kımıldaması gereken bir taş. Arkasında ilerlemeye çalışan, su gibi akan zamanı durdurduğunu sanan bir taş. Su akıyor taşa rağmen. Ve taş yosun tutuyor zamanla. Suyun izi mi yoksa zamanın mı?
Ben duran herhangi bir nesneyim. Kimsenin görmediği. Görse de umursamadığı bir nesne. Öylesi gereksiz. Öylesi fazlalık. Ortalıkta ama görünmüyor. Hani birinin ihtiyacı olsa, ortada diye göremez bile. Öyledir ya, aradığın gözünün önündedir ama sen onu göremezsin. Ya son anda görürsün. Ya da iş işten geçince.
Şimdi tek dileğim, beni arayanın beni iş işten geçmeden görmesi.
Ben buradayım.
Duruyorum.





11 Ekim 2013

Düğüm.



Çözüldü mü aramızdaki düğüm? Dedi bana.
Düşündüm. Düğüm müydü aramızdaki...
Düğümlendiği yerden çözüldü o halde. İyi bağlayamamışız. Bağlarımız iyi tutunamamış birbirine.
Şimdi çözüldük de, düğüm izi kaldı ikimizde de.
Çabuk geçer değil mi bu iz?
Ya kopsaydık birbirimizden... Daha kötü mü olurdu yoksa iyi mi..
Şimdi kopmasak da ayrıyız. Birbirine tutanamayan iki ip gibi.
Kimse bizi tekrar bağlamaya uğraşmasın. İkinciye düğüm çözülmese de, biz koparız. 


10 Ekim 2013

Saklanan Huzur

Huzur arar insan, tıpkı kendi içinde kendini arar gibi.

Huzur; demirden bir zırh gibidir. Sen savaşırken dünyalarla, o seni korur.

Huzur; pamuk gibidir. Seni sarıp sarmalar. İçini ısıtır.

Huzur; ilizyon gibidir. Görünmez olur bazen. Kaybettiğini sanırsın.

O anlarda, elini kalbinin üstüne koy. Dinle. İşte huzur tam o ritimde saklı.

Ama şunu da sakın unutma; huzur, çok iyi saklanır. Bir çocuk gibi saklandığı yerde sabırla, senin onu bulmanı bekler. 




 

9 Ekim 2013

BilmezKişi Ben.

İnsanlar..
Doğuyorlar. Büyüyorlar. Ve bir gün ölüyor ya da öldürülüyorlar. Aslında bu süreç bu kadar basit değil. Ama iş bilirkişiye gelince galiba basitleşiyor.
Münevver Karabulut davasında tazminat bedeli 37.bin küsür olarak belirlenmiş. Bu miktar 65 yaşına kadar yaşadığı varsayılarak hesaplanmış. Bu hesap bir taploya göre yapılıyormuş. Eskiymiş ama yenisi yokmuş.
Ben de haberi okuduğum günden beri düşünüyorum. Benim değerim ne kadar hesaplanır acaba? Şimdiye kadar ki geçmişime bakınca, bir baltaya sap olmadığım da hesap edilerek, kanımca baya düşük olur diye düşünüyorum.
Kendimce hesap yaptım. Münevver Karabulut, 18 de öldü değil mi? Yani henüz hayata atılmamış, ailesine katkısı hiç olmamıştı. Hesaplama işi 18'den 65'ine kadar zamanı kapsıyor o halde. Benim hesaba göre, ben Münevver Karabulut'a 5 yıl da üniversite zamanı tanıdım. Kalan zamandan onu da çıkardım. Kalan 42 yılı da şimdiki asgari ücret 900 lira ile çarptım. Sonuç 37.800 lira. Yani tazminatın hemen hemen aynısı.
Tabi bu benim görüşüm. O tabloda neler yer alıyor bilemiyorum. Ama görünen o ki, asgari yaşama standartı göz önünde tutulmuş.
Ve şunu merak ediyorum. Münevver Karabulut zengin bir kız olsaydı, bu tazminatın miktarı değişir miydi?




7 Ekim 2013

Soru - Cevap Güzelliği

Uzun zamandır mim konulu bir yazım olmadı. Gerçi ortalarda dolanan öyle çok mim de yok. Sevgili blogdaş Deeptone, bana bir mim göndermiş. Normalde böyle soru -cevaplı mimlere yazı eklemiyorum ama dediğim gibi bayadır olmuyordu. Bu da açıklamalısından mim olsun. Ve şu mim paslama olayı var. Aklıma kimseler gelmiyor. Mimlenmeyen ve soruları cevaplamak isteyenler varsa içinizde, hiç çekinmesin, yapsın. Soran olursa Uyuşuk yolladı dersiniz. :)

Ve sorular ve cevaplarım...

1. En çok kırıldığın/incindiğin kelime?
Çok düşündüm de bulamadım. Yok galiba.

2. "Herkesin kullandığı bir kelime olur, ama senin için bir insan olur, o özel insan o kelimeyi kullanınca "alınırsın" ne düşünüyorsun?
Aslında bu durum bende farklı. Mesela bir kelimeyi başkaları kullansa darılırım ama sevdiğim biri kullansa hiç tınlamam. Ters oldu ama diğeri için bilemedim.

3. Seni en çok duygulandıran şarkı?
Gülay – Cesaretin var mı aşka.

4. Daha önce seni bırakan birisi geldi senden ikinci şans istedi sen de verdin ama buna rağmen yine bırakıp gitti...Şimdi pişman! Ne yaparsın, ne hissedersin?
Yuh.. derim. O kişi kesin arızaymış da, benim sorumun ne, diye düşünürüm. Gebersin pişmanlıktan.

5. Nefret mi Aşk mı?
Nefret cidden zor. Planlar programlar falan... Aşk ise, en doğal hali ile güzeldir.

6. Birinin kalbini kırdığında nasıl gönlünü alırsın?
O konudan tekrar tekrar bahsedip deyim yerindeyse yarasını deşmemde, eşelemem de. Gerekirse şebeklik yaparım. Hoşlandığı, komik bulduğu şeylerden bahsederim.

7. Nasıl ağlarsın? Bağırarak mı? İçine akıtarak mı?
Sessizce ve içime akıtarak maalesef.

8. En korktuğun şey?
Galiba yalnız kalmak.

9. Ruhun sıkıldığında ne yapmayı seversin? Kendini nasıl sakinleştirirsin/dinlendirirsin?
O ruh halinde genelde yatmak isterim. Yatamıyorsam tesbihler çekerim, o olmadı başka şeyler.

10. Bazen kızılmasından hoşlanırsın, peki en çok ne için kızılmasını seversin?
Yaptığım yanlış şeyi kızan kişi düzeltiyorsa kızmasına aldırış etmem diyelim.

11. Şiir/müzik/öykü/deneme?
Müzik de olur, öykü de.

12. En son ne için ağladın?
Çok saçma şeylere, boşver.

13. Birinde hemen etkilendiğin özellik?
Benim rahatsız olmadığım, seviyeli ama sıcak yaklaşımı.

14. Dayanamadığın şey?
Yaptığım işin, yaparken söylenmesine dayanamam, sinirlenirim. Ve yeğenimin gülen yüzüne. Velet, yapıyor yaramazlığı, sonra gülüyor, şebeklik yapıyor, kızamıyorsun.

15. En sevdiğin duygu?
Mutlu olma duygusu.

Aylardan Ekim..

Günlerden pazartesi. Soğuk bir ekim sabahı. Gökyüzünde bir kış güneşi, soğuğu unutturmaya kararlı. Ama soğukta, varlığını unutturmamaya kararlı.
Etrafta arabaların sesleri. Çalışan makinelerin sesleri. İnsan sesi şimdilik yok. Cıvıldayan kuşlar hele hiç yok. Sanki gün hiç başlamamış gibi. Sanki arabalar kendi kendilerine gidiyormuş gibi.
Ekim... Doğum günü ayı. Bu sene, bu soğuk ekimde, yaş hanesinin rakamları değişiyor. Ama başka değişen pek bir şey yok.
Günlerden pazartesi. Soğuk bir ekim sabahı. Gripten kurtarılmış ama uçuğun merhaba dediği bir bünyeye sahip olan ben, sabırsızlıkla, umutla, kasım ayını bekliyorum.
Neden mi? Sonra söylerim.



3 Ekim 2013

Kış ve Hastalık Bir Arada Kapıyı Çalınca..


Kış mevsimini sevmediğimi söylemiş miydim?
Bir hava birden bire bu kadar soğur mu ya.. Üstüne birde hasta oldum. Hemde ailecek. Anne baba hariç şükür ki. Kanımızca ev taşıma ve yerleşme telaşı ve havaların böyle birden soğuması bizi çarptı. Boğaz ağrısı bir yandan, silmekten kızaran ve acıyan burun bir yandan. Gündüz iyi kötü yaşıyoruz da, akşam olunca pil bitiyor. Baş ağırlaşıyor resmen.

Allah bize ve cümle hastalara şifa versin. Yarın da K.B.B randevum var. İyi ki var, bu vesile ile grip içinde kendimi göstermiş olurum. Geçti dediğim yutkunma sorumunda tekrarladı sağolsun. İkisi de aradan çıkar.

Bugün de yani 3 Ekim, Dünya Yürüyüş günü imiş. Bilmiyordum, ne yalan söyleyeyim. Telefonuma bakandan bizzat mesaj geldi de öyle öğrendim. ( Bakın bizzat dedim, zira böyle belediyeden, bakanlıktan gelen mesajları, başkanların yahut bakanların bizzat kendilerinin attığını düşünen insanlar var. Hani öyle hizmetleri var ya belediyenin. Bu işleri tam bilmeyen, anlamayan bazı yaşlı kesim amcam ve teyzemler, bu mesajları dediğim gibi direk kişilerin kendilerinden geldiğini sanıyor. Ve çok mutlu oluyor açıkcası. ) Mesajda herkesi yürüyüşe çağrıyorlar. Şahsen ev işyerimden biraz uzaklaştı. Sabah sabah iyi yürüyorum artık. Ama öğlenleri artık eve gitmiyorum. O kadar yürüyüş çekilmez. Oturur burada yerim yemeğimi. Akşam olunca da giderim evime.

Ha, birde bozulan iş telefonumu patron değiştirdi. Dokunmatik ekran telefonum var artık. Güle güle kullanayım.



( Bir de resimdeki gibi yatabilsem bende.. nerdee.. )





1 Ekim 2013

Yeni Ev, Yeni Haller.

Efenim, bu kız nerede diyenlere ve demeyenlere yahut bir kez bile düşünenlere merhabalar, ben geldim. Tamam, hiç düşünmeyenlere de merhaba.
Bilindiği gibi ev arıyorduk. Sonunda bulduk ve pazar günü taşındık. Günlerdir de yerleşmeyle uğraşıyoruz. Daha da bitmedi.
Taşınma için cuma ve pazartesi izin almıştım. İşler birikmiş. Onları da anca hallettim. Rahat bir nefes almak için daha günler var gibime geliyor.
Hadi bana kolay gelsin. Dönerim, yarın öbür gün buralara. Şimdiden hepinize teşekkürler.