30 Aralık 2014

Bir Garip Muhasebecinin Hesap İşleri...

Şu an kar yağıyor. Öyle lapa lapa değil ama yağıyor sonuçta. Dün sabah yüzüme vuran o sıcak rüzgardan sonra havanın böylesi değişeceğine ihtimal vermezdim. Ama doğa bu, insanlar kadar sürprizleri seviyor. Sürpriz mi... dalga geçiyorum galiba. Aralık ayındayız, kar yağacak tabi. Şaşkın.

Şimdilerde herkes, geçmiş 365 günün muhasebesini yapıyor. Ben bir muhasebeciyim ama bu işi hiç sevmem. Kaldı ki, muhasebeciyim derken, kendimi kandırıyor olduğum da bir gerçek.
Bu ruh haline bugün büründüm. Dünden evvel gelip bu yazıyı yazmış olsaydım şayet, 2014 bana getirdiği en güzel şeyin, aşk olduğunu söylerdim.

Evet, hiç aklımda yokken, bir şansımı deneyeyim dedim ve şu an, evlilik için gün sayıyorum. Hani denir ya, hep onu düşünüyorum. Yalan yok, günün çoğunluğunda harbiden aklında o oluyor. Özlediğinde kokusu burnuna geliyor. Biri bunu bana eskiden dese, gülüp geçerdim de harbiden gerçek bir şey bu. Şöyle bir iç çekiyorsun o an. Hep yanında olsun istiyorsun. Bilimum aşk sözcükleri sana yetmiyor. Kafa yoruyorsun, değişik bir şeyler arıyorsun. Bulamayınca klasiğe dönüş yapıyorsun. Bunların yanında, laf söylemek de ayrı keyifli oluyor. Kavga demeyelim de atışmak, darılmak başka bir tat veriyor. Kendindeki o olağanüstü trip atma potansiyelini farkedip şaşırıp kalıyorsun. Ama sonra kıyamıyorsun.

Ben şimdi naptım... benim geçmiş yılımı özetledim.

Şimdi yeni yıldan mutlu bir evlilik bekliyorum dersem, yalan olur. Zira, bu dileğimi Allah'tan diliyorum. Neredeyse her gün. Şimdi evlenmiş de olabilirdim. O zaman çocuk mu diyecektim. Ki o da saçma olacaktı. Belki o da olurdu.

Yani demem o ki, zaman hiç önemli değil. Kaç olduğu, kaç geçtiği.. vs.. vs..
Önemli olan, yaşadıklarımız. Ve yaşayacaklarımız.

Kendimi biraz noksan anlatmış gibi hissediyorum. Ama önemli değil. Seneye tam anlatırım :D





23 Aralık 2014

Fidan.

Ben ve Fidan, fotoğraf çekimi için, Fidan'ın aklına uyup, ıssız terk edilmiş bir yere gittik. Mekan, çekim için çok güzeldi. Ama bir o kadar korkutucuydu. En azından ben çekime kendimi kaptırmadığım zamanlarda tırsıyordum. Fidan korkmuyordu.
Çekim için eski bir kulübeye yaklaştık. Kapısındaki çizimler, desenler hala bozulmamış ve çok güzel duruyordu. Derken, içeriden bir ses geldi. Fidanla birbirimize baktık. Kedi ya da köpektir yahut faredir diye geçiştirecektik ama ses devamlı olarak gelmeye başladı. Biri sanki içeride başka bir kapıya vuruyor gibiydi.

-Fidan, gidelim hadi.

-Kim var orada...

-Fidan napıyorsun, hadi gidelim.

Fidan'ın koluna yapıştım. Sürüklemeye çalışıyorum ama nafile. Yerinden kımıltamadım bile. Ses devamlı olarak gelmeye devam ediyordu. Etrafa baktım. Bizden başka kimse yok.

-Gül, kolum moraracak. O kadar sıkma lütfen.

-Korkuyorum, gidelim.

-Ya içeride yardıma ihtiyacı olan biri varsa !

-Niye seslenmiyor o zaman. Sadece vuruyor. Tabi vuruyorsa.

-Belki ağzı bağlı.

Gözlerimi faltaşı gibi açıp Fidan'a diktim.

-Ciddi olamazsın. O zaman kesin gidiyoruz. Onu buraya tıkan bizide yakalayıp tıkar. Polisi ararız. Hadi ama...

Fidan, ne desem ikna olmadı. İçeriye seslendi, ses gelmedi. Ama vurma sesi hiç eksilmeden devam ediyordu.

-Napıyorsun ?!

-Kapıyı açmaya çalışıyorum. Yardım et.

-Hayır... ! Ya içeride kocaman bir hayvan varsa, kapıyı açınca üstümüze atlarsa..

-Bir hayvan bu kadar uzun süre aynı sesi çıkarabilir mi.. hayır.. Ya içeride yardıma muhtaç biri olabilir. Öylece gidersek vicdanın nasıl rahat olacak ?

Haklıydı ama korkuyordum. İsteksizce kapıyı açmasına yardım ettim. Bir yandan da etrafa bakıyordum. Biri gelecek diye daha çok korkuyordum.
İkimizin çabası ile kapı cıdırdayarak açıldı. İçerisi karanlıktı. O an farkettik ki, tüm camlar itina ile korunaklı bir şekilde kapatılmıştı. Fidan, telefonunun fenerini açtı. İçeri tuttu. Bende tüm kuvvetimle koluna yapıştım. Işığın sayesinde içerideki sesin kaynağını gördük.

İçeride, boynundan bağlanmış bir köpek vardı. Evet, bir köpek. Yere uzanmış, ön ayakları ile önündeki kapıya vuruyormuş. Kapıya vurmaktan ayaklarından kan gelmeye başlamıştı. Çünkü yetişmesi zordu. Ama vazgeçmeyip devamlı olarak vurmaya devam etmişti. Onu bu halde görünce Fidan'dan evvel içeri girdim. Başını okşadım önce. Bizi görünce sanki gücü tükenmiş gibiydi. Fidanla boynundaki bağı çözmeye çalıştık ama olmadı. Ve Fidan beni bir kez daha şaşırtmayı başardı. Çantasından çakı çıkardı ve ipi kesti.
Onu bağından kurtarmıştık ama dışarı nasıl çıkaracaktık bilmiyorduk. Çünkü irice bir köpekti. Zayıf düşmüş görünüyordu ama ikimiz birden canını yakmadan onu nasıl taşıyacaktık. Soran gözlerle birbirimize baktık. İkimizinde bu konuda bir fikri yoktu. İpi kesip atmak kolay kısmıymış meğer.
Etrafa bakındık. Sonra Fidan birden ayağa kalktı. Bekle deyip dışarı çıktı.

-Dayan dostum. Seni buradan kurtaracağız. Lütfen dayan.

İnliyordu. İçeride bir insan bulsaydım bu kadar şaşırmazdım herhalde. O sesi umudunu kaybetmeden nasıl da çıkarmaya devam etmişti. Havlamamıştı da. Sanırım onu hayvan sanıp öylece bırakıp gideceğimizi düşünüyordu. Yanında ne yemek ne de su vardı. Kimbilir ne zamandır buradaydı. Kim yapmıştı ki bu vahşice işi. Dili olsa da söylese keşke.

Fidan, çok geçmeden  el arabası ile geldi.
İkimiz bir olup, kaldırmaya çalıştık. İlk denememiz başarısız oldu. Ben baş tarafından o diğer taraftan tutuyordu. Sonra yanıma geldi. Başını okşadı. Kulağına eğilip:

-Hadi kızım. Bize yardımcı ol. Kendin için değilse de yavruların için. Hadi.. Son kez daha gücünü kullan.

Köpek başını kaldırdı. Ve ilk kez havladı. Fidanla tekrar kaldırmak için tuttuk. Kendisi de bize yardımcı oldu gerçektende. Yavaşca arabaya koyduk ve onu dışarı çıkardık.
Sonrasında su verdik. Yetkilileri aradık. Bu zalimliği yapanın bulunmasını istedik.

Aradan 1 ay geçti. O akıllı bıdık annenin, 4 yavrusu oldu. Fidan'a hamileliğini nasıl anladığını sordum. Sadece tahmin ettiğini söyledi. Gülümsedim. Gönlü güzel, cesur arkadaşım benim. 





öykü :)



19 Aralık 2014

Sen Sen Değilsen...

Sen, sen olmadığın, olamadığın zamanlarda, sana seni hatırlatacak biri lazımdı.

Sen, sırf o kişiyi bulamadığın için, yıllarca sensiz kaldın kendi yaşamında.

Sen, sen olamadın.

Peki, kim olduğunu biliyor muydun... Kendi hayatında, sen olmadan, kim olarak yaşamıştın ki bu ömrü. ... ?!

Komik değil mi...
Ne önemi var diyorsun..

Ömrün, akıp gitmiş gözyaşlarından, avuçlarından kayıp gitmiş...

Hayatını kaybetmişsin. Kendini bulamamışsın çok mu...




Takip.

-Siz beni mi takip ediyorsunuz ?!..

-Ben mi sizi takip ediyorum ?

-Kaç saattir peşindesiniz. Nereye girdiysem peşimden geldiniz.

-Sizi şu an farkediyorum. Ama sanırım asıl siz tarafından takip edilen benmişim.

-Onu da nerden çıkarsınız. Ne münasebet !..

-Baksanıza nereye gittiğimi biliyorsunuz.

-Asıl siz nereye gitsem ordaydınız.

-Peki benim önce oraya gidip, sizin benim peşime oraya gelmediğiniz ne malum..

-Ne..? .. Ne münasebet. Ben sizi niye takip edeyim ki.. Demek sadece tesadüfmüş.

-Hayat tesadüf değildir.

-Anlamadım.

-Ben Müfit.

-! ?...  Melda..

-Memnun oldum. Tanışmamız böyle olacakmış demek. Merak etmeyin. Sizi takip etmiyordum. Latife ettim, sizinde beni takip ettiğinizi sanmıyorum.

-Etmedim tabi. Tanımadığım birini niye takip edeyim ki ?

-Artık tanıştık. Edebilirsiniz.

-.... ?!...

-Bir çay ısmarlayabilir miyim Melda Hanım ?..

-Olur. 



....


Kurgudur. :)

17 Aralık 2014

Uyusuk teyze...


Ben, evrenin mesajlarına inanan biriyim. O küçük saniyeler içinde olanların veya olmayanların insanın hayatını nasıl etkilediği görmek, bilmek, beni acayip bir şekilde etkiler.
Her gün istatistiklerime bakarım. Kimler ne aramış, nereden gelmiş, kaç kişi gelmişler...
Amma bu zamana kadar hiçbirinin linkine tıklayıp bakmadım.
Taki bu güne kadar.
İşte baktığım o link.


Başta da dediğim gibi, evrenin mesajı işte.
Ne zamandır aklımda olanı, benim için kolaylaştırdı. Blog alemindeki serüvenim de bu kadarmış. Bu kararı vermeyi uzun süredir düşünüyordum ama yine de işte bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Ama işte miladımız dolmuş.
Bir yerden sonra zorlamamak lazım.
Bu bir veda yazısı değil. Yanlış anlamayın. Saçma gelir zaten bana bu tarz yazılar. Gidiyorsan git yani, sömürmenin manası ne..
Benimki, bu arkadaşlara gitmeden bir lütüfta bulunmak. Onları tanıtmak. Beni seçtikleri için pişman olmasınlar.
Ben onları ciddiye aldım, onlarda beni ciddiye alırlar İnşaallah.



..........



Tüm bunları silip, bu arkadaşlara yahut arkadaşa, bilmiyorum kaç kişiler, teşekkür ederim.
Reklamın iyisi kötüsü olmaz demişler.
Siz beni koca blog aleminde bulup ti'ye alırsanız, bende sizi alırım. :D
Yazdıklarınızı ciddiye almadım. Alsaydım kesin giderdim zaten.
Blogunuz sanırım espri amaçlı kurulmuş. Diğer konuları da okuyunca böyle bir anlam çıkardım.
Ah bu yazdığım öyküler. Çok kafa karıştırıyor galiba.
Son olarak, yazdıklarınızda ciddiyseniz de, teşekkürler. Eleştiriye her daim açık olmaya çalıştım. Şu an olduğu gibi.
Sevgiler.. 
Teyze demişken, şu an kendimi yeni emeklilik reklamındaki o kadın gibi hissediyorum... bana teyze dediler.. daha dün ben teyze diyordum... yapraklar havada uçuşuyor... ooo laaa laaa... 
:D





16 Aralık 2014

Yağmur

Sabah yataktan zor kalktım. Sanki birileri içimdeki her şeyi vakumlayıp almıştı. Sadece uyumak istiyordum. Sadece uyumak.
Ama kalktım. Aynada yüzüme baktım. O da kendini iyi hissetmiyor belli. Kurumuş. Bakıma ihtiyacı var. Ama benim yürümeye mecalim yok. Akşam yatarken nasıl olduysa dişlerimi fırçaladım. Hayret.
Sonra sol göğsüme bir sızı saptanıyor. Canım bir şey mi çekti düşünüyorum. Bilmem. Şu an önüme ziyafet koysalar umrumda olmaz. Aklıma kötü şeyler getirmek istemiyorum.
Bin bir nazla hazırlanırken telefonum çalıyor.

-Efendim.

-Gidiyormuş bugün. Biliyor musun?

Kim diye sormuyorum. Soramıyorum. Biliyorum kim olduğunu.
Telefonu kapatıyorum.
Elimde kazağım, öylece durup düşünmeye başlıyorum.
Gidecekmiş, gitsin. Banane. Gülüşü geliyor gözümün önüne. Sonra kokusu. İnsanların farklı koktuğuna onun kokusunu farkedince inanmıştım.
Kazağımı giyiyorum hızlıca. Ve aynı hızla evden çıkıyorum. Sokaktan çıkmadan yağmurun hafif hafif başladığını farkediyorum. Duruyorum. Eve bakıyorum, çok uzaklaşmamışım. Dönüp şemsiye alayım diyorum. Vazgeçiyorum.
İşyerinin önüne geldiğimde yağmur olanca kuvvetiyle yağıyor. Yağmurda ıslanmayı sevmeyen ben, o yağmurun altında sırılsıklam öylece duruyorum.
İşyerinin önünde, karşı kaldırımda, bana bakan bakışlara aldırmadan, öylece gözümü dikmiş cama bakıyorum.
Ne zaman sonra bilmiyorum. Kokusu geliyor burnuma. Yanımda O, o gülen gözleri ile bana bakıyor. Gülümsüyorum.

-Hani sen yağmurda ıslanmayı sevmezdin.

-Nisan yağmuru bu. Şifa.

Ben bile gülüyorum bu dediğime. Nisan geçeli 2 ay oluyor. 2 ay. Bir nisan yağmurunda tanımıştım O'nu. Yağmurdan kaçıyordum. Bu lafı o demişti bana.
Şimdi farkettim de, cidden şifalıymış nisanın yağmurları. Şifa veriyormuş insana. Seni bana verdiği gibi.

-Gitme olur mu...

Sarılıyor bana. Bende ona sarılıyorum.
....



Not: öyküdür.

9 Aralık 2014

İnanç.

Otobüse binmiş, Hicran'a doğru giderken birden farkettim. 2 senelik evliliği boyunca, Hicran, beni evine ilk kez çağırıyordu. Hep ben gitmiştim ona. Bazen emrivakilerle, bazen çat kapı yaparak. Ama bu kez o beni bizzat çağırmıştı. Arayıp çağırdığında da çok şaşırmıştım. Ama bu detayı düşünmemiştim. İnşaallah kötü bir şey olmamıştır. Her zaman karşılaştığım o manzaranın daha beterini mi görecektim yoksa.. Ama sesi iyi geliyordu. Ama Hicran bu, ruh halini oldukça iyi saklayan biridir. Onun yaşadıklarına ben değil 2 sene, 2 dakika bile dayanamazdım.
Otobüsten inip, her gittiğimde mutlaka uğradığım marketi es geçip, doğruca evine gittim.
Kapıyı o açmadan nedense gözlerimi kapadım. Kapıyı açtı, bekledim. Ses etmiyor. Gözlerimi açtım. Gülümseyerek bana bakıyor.

-Gözlerini dinlendirmen bitseyse hadi gir içeri.

İçeri girdim. Sarıldık birbirimize. O güzel yüzüne dokundum. Gözlerinin içi gülüyordu. Yıllardır onu böyle görmemiştim. Sanki kendine güveni yerine gelmişti. Yüzüne sinen o yılların kasveti yok olup gitmişti.

 -Hadi anlat. Ölüyorum meraktan. Var sende bir değişiklik. Bir farklılık var. Benim tanıdığım o güzel bakışlı, gül yüzlü Hicran geri gelmiş. Söyle bakalım ne oldu..

-Önce söyle, çay mı kahve mi..

-Kahve. Hadi ama.. bak bir çok tahminim var. yoksa ...

-Yoksa ne..

Hala o esrarlı gülüş. Bir gizemler. Mutfağa gidiyoruz. Yemek için bir şeyler hazırlamış. Dolaptan kupaları alırken, gülümseyerek yine bana bakıyor. Artık, heyecan ve meraktan nasıl görünüyorsam gözünde.

-Yoksa boşanmaya mı karar verdin sen.. O da kabul etti. Medenice boşanacaksınız ?! ..

-Senin beklediğin bu değil mi..

-Yoo.. bu ikinci tahminimdi. Ölmüş olmasını yeğlerim, yalan yok.

-Gel otur. Ölmedi de, boşanmıyorum da. Anlatacağım. Az sabret.

Hicran'ın inadını bilirdim. O sonsuz inancınıda. Severek evlendiği o adamın, onu neredeyse hergün sebepsiz dövmesine rağmen hala sevdiğine inanması gibi. Biliyorum derdi inatla. Biliyorum seviyor. Ondan mı dövüyor seni derdim, cevap vermezdi. Ondan çağırmazdı beni evine, çağıramazdı. Yüzündeki o morlukları görmeyeyim diye. Ama ben onu yalnız bırakmak istemezdim. Evi evime çok uzak olmasına rağmen, ilk fırsatta giderdim. Kendini yalnız ve çaresiz hissetmesin diye. Arkasında birileri olduğunu unutmasın diye. Telefon edip çağırdığında da korkum bundandı. Yüzü gözü dağılmış bir şekilde görmekten çok korktum onu. Ama karşılaştığım manzara ve Hicran tahminlerimden çok farklı çıktı. Sebebini öyle merak ediyordum ki. Ayy.. yoksa bu kız hamile miydi yaa.. Evet ya.. kocası ondan dayağı bırakmıştı. Sıpasına bir şey olmasın tabi eşşeğin.
Kahvemden bir yudum aldım ve kafamı boşaltmaya karar verdim. Düşündükçe sinirleniyordum. Dahası  aklımda dolanan onca senaryo boşuna idi. Gerçeği söyleyecek kişi karşımda idi.
Ve sonunda Hicran anlatmaya başladı.
Bir gün yine, kocası olacak o adam, onu dövmek için üstüne yürümüş. Hicran, bu seferki saçma nedenini duyunca bir tuhaf olmuş. İki senedir sebepli sebepsiz dayak attığı için alıştığını sanmış kendisi de. Ama o akşamki dayak mazereti olur şey değilmiş. Kocası vurmak için tam elini kaldırdığında:

-Eğer vurursan beni bir daha göremezsin. Göremezsin !

Karşısında dimdik ve kararlı bir şekilde öylece dikilmiş. Gözlerinin içine bakıyormuş. O an, çok uzun zamandır göz göze gelmediklerini de farketmiş. Kocasının eli havada kalmış. Bir zaman öylece kalmışlar. Ya da Hicran'ın demesi ile o anlarda zaman aslında hiç geçmemiş. Sonra kocası, gitmiş oturmuş koltuğa. Hicran aynı duruşuyla duruyormuş ayakta. Korkusuz gibi görünse de, öyle çok korkmuş ki. Ama o an o dayağı yeseymiş, cidden gitmeye kararlıymış.
Şimdi gözleri, o anları anlatırken gururlu. Şaşkın. Ve dahası kocasına olan sevgisiyle dolu.
Kocası için, çocuğum diyor artık. O yaramaz, laf dinlemez saygısız çocuğu, sevgisiyle ama en çok kararlı duruşuyla adam etmeye başlamış. Kocasını haklı bulmasa da, kendisinin baştan hata yaptığını anlamış. Kocasının o kör inancını kırmış.




....
 

3 Aralık 2014

Duygu Patlaması...

Duygu, çantasını bıraktığı yerden almadan önce içine baktı. Olmamasını umduğu şey, para, hala çantada duruyordu. Çok sinirlendi. Çantasını sinirle alıp, Polat'ın yanına gitti. Sinirle ve öfkeyle çantayı Polat'a doğru uzatarak:
-Niye almadın.. Hııı...! Niye !.. Az mı geldi..
-Ne demek istiyorsun sen?
-Neden almadın parayı ! .. Sen hırsız değil misin.. sana açık iş bıraktım işte. Gördüğünü biliyorum. Neden almadın parayı !!..
Polat, güldü. O gülüşü Duygu'yu daha çok kızdırmıştı. Duygu, çantayı Polat'ın önüne atıp, koşar adım tuvalete gitti. Polat, aynı sakinlikle çantayı yerden aldı. Ağzını kapadı. Duygu'nun peşinden kızlar tuvaletine girdi. İçeride bir kız vardı. Kız Polat'ı görünce şaşırdı. Polat kıza kafasıyla çık işareti yaptı. Kız, kaçar gibi çıktı dışarı.
Duygu, ellerini lavaboya dayamış, başını eğmiş, sessizce ağlıyordu.
Polat duvara yaslandı. Ellerini önünde kenetleyip, beklemeye başladı. Duygu'yu izliyordu. Konuşmasını bekliyordu. Konuşacağına emindi.
Duygu, yaklaşık on dakika sessizce öylece ağladı. Sonra, başını çevirip ona bakan Polat'a baktı. Beklemekten sıkılmış gibi görünmüyordu.Dönüp aynada kendine baktı. Aylar sonra aynada ilk kez kendini gördü. Aynada gördüğü suretine mi yoksa Polat'a mı anlatmak istedi o an. Kendi bile bilmiyordu. Sadece anlatmaya başladı.
-11 ay önce, Bilal'le hiç bilmediğimiz, daha önce hiç geçmediğimiz o sokaktan eve gitmeye karar verdik. Daha doğrusu, ben istedim oradan gitmeyi, Bilal'da kabul etti. Benim yüzümden oldu yani. Serseriler yolumuzu kesti. Bana saldırdılar. Bilal beni kurtarmak için deli gibi çabalıyordu. Sonra içlerinden biri, bıçak çıkardı. Direnmekten vazgeçmeyen Bilal'e, o bıçağı defalarca sapladı. Sapladı.. sapladı...
Duygu derin bir nefes aldı. Başını kaldırıp tekrar aynaya baktı. Yine kendini gördü. Gözünden yaşlar akarken, gülümseyi verdi.
-Ben ve diğer arkadaşları dehşet içinde, kanlar içindeki Bilal'e bakıyorduk. Beni bırakmışlardı o anın şaşkınlığı ile. Bense öylece kalmıştım orada. Sesler yoktu. O serseriler hangi ara gittiler, hiç bilmiyorum. Bilal, kanlar içinde yerde yatıyordu. Bana bakıyordu. Elini uzatmıştı. Yanına çağırıyordu. Yerimden kımıldayamadım bile. Öylece Bilal'e bakıyordum. Bilal hala karşımdaydı. Bana bakıyordu. Aylar geçmesine rağmen, Bilal hep karşımda durup, hep bana baktı o bakışları ile. Beni kurtarabilirdin diyordu o bakışları. Senin yüzünden öldüm, diyordu. Senin yüzünden.. senin yüzünden..!!..
Polat, hıçkırıklara boğulan Duygu'nun yanına gitti. O'na sarıldı. Duygu kendini Polat'ın kollarına bıraktı. Tuvaletin soğuk taşlarına oturdular.
-Peki, tüm bunları Bilal'in seçimi olarak hiç düşünmedin mi.. Seni seçmiş Bilal. Senin yolunu, senin yolundan gitmeyi seçmiş. Senin yüzünden ölmemiş. Senin için ölmeyi göze almış. Böyle düşündün mü hiç...
-Ben oradan gidelim demeseydim...
Polat, Duygu'nun ağzını eliyle kapatarak:
-Ya Bilal olsaydı oradan gidelim diyen ?.. O zaman yine kendini mi suçlayacaktın ? Bilal öldü, sen o yaşadıklarınla başbaşa kaldın. Bilal mi suçlu olacaktı tüm bunları sana yaşattığı için.. ?
-Hayır !..
-O halde şimdi sen niye suçlusun Duygu.. O yolu seçtiğin için mi.. o adamlar sana saldırdığı için mi suçlusun yoksa..
Duygu, ben, diyebildi sadece.
Polat, çantasını Duygu'nun kucağına koydu.
-Paralar hala içinde. Merak etme.
Ayağa kalktı. Elini Duygu'ya uzattı. Duygu ona uzatılan bu eli, bu sefer çok düşünmeden tuttu. Ayağa kalktı.  Çantasını sırtına takarken:
-Niye almadın parayı ?
-O dershane parası değil mi.. Benden o kadar kolay kurtulamazsın. O parayı alsaydım müdür seni kesin kovardı. Bende seni bir daha göremezdim. Anladın mı ?
Duygu'ya göz kırptı.
-Hadi müdür kaçmadan parasını verelim.
Duygu bir an duraksadı. Sonra çantasına baktı. Önden yavaşca giden Polat'a baktı. Sonra peşinden gidip, beraber müdürün odasına gittiler.
...




27 Kasım 2014

Davetiye Seçimi.

Yok canım, daha davetiye seçmedik. Ama işyerine gelen davetiyeleri artık alıcı gözü ile inceliyorum.  Fikir edinmek babında.
Mesela bu davetiye.



Siyah...
Yas mı ilan ettin arkadaş.. siyah düğün davetiyesi mi olur..
Böyle deyince de, düşünüyorum, büyük konuşma kızım, bak davetiyen simsiyah oluverir görersin, diyorum kendime. Ama olmaz, olmasın yani.. itici en başta.

Tıpkı bu konudaki sandık davetiye gibi. Hiç gerek yok. Zaten iki gün sonra çöpe gidecek bir şey için bu kadar gösterişe hiç gerek yok.

Yanlış mı düşünüyorum...
Siyah düğün davetiyesi  mi olur arkadaş..



26 Kasım 2014

Bitmeyen Şarj mı... ?


Şimdilerde ekranlarda dönen, operatörlerin akıllı telefon şarjını çekim güçleriyle arttırdığını söyledikleri o reklamlar var ya.. Turkcell ve Vodafone bunlar. Biri yüzde 25 diğeri yüzde 50 katkı yaptığını iddia ediyor.
Sonra Avea çıkıp diyor ki, bizimkilerde çabuk bitiyor. Diyor ki, bariz sizi kandırıyorlar.

Düşünüyorum.

Bende iki aydır akıllı telefon kullanıyorum. Telefonumu gündüzleri hiç kullanmam. Kimseyi aramam, kimsede aramaz. Arada gün içinde patronla saniyelerin dakika olmadığı sürelerce konuşurum. Ama akşamları wife açılır, en az iki saat olarak neti kullanırım. Telefonda bir yeri açtığımda hemen silerim. Ekran parlaklığı otomatiktedir. Modu güç tasarrufundadır. Hal böyleyken şarjı iki gün dayanıyor. Hattım Vodafone bu arada.

Özetle bende diyorum ki..

Telefondur şarjı biter, şarja takarsın geçer.

:D






25 Kasım 2014

Şeref Meselesi Dizisi.


Baştan söyleyeyim, bu bir bumads içeriği değildir arkadaşlar. :D
İlk olarak diyeceğim şu: şeref meselesi değil bu iş dırdır meselesi.
Zira, dizide Zeliha sultan, annecik, dırdırı ve laflarıyla önce kocasının babasını kalpten öldürdü. Sonra da kocasının intihar etmesine sebep oldu. Niye.. çenesini tutamadı da ondan.

Bu iki ölüm, dizinin başı ve sonu oluyor. Kayınpederin ölümüyle yeni hayata atılmışlardı. Bakalım babanın ölümüyle hayatları nereye akacak.

Bunun haricinde diziye şöyle kabaca bakarsak, Kuzey Güney dizisini anımsayabiliriz. Genel olarak konular bir gidecek gibi görünmekte. İki erkek kardeş. Biri asi, serseri, vurdumduymaz. Diğeri sakin, okuyor, ailenin umudu. Ve ikisi de aynı kıza aşık olur. Kız yine okuyanı seçer. Yani yine başta Kuzey Güneyde olduğu gibi. Bakarsın, gönlü ilerde Yiğit'e kayar.

Tabi burada Kuzey'in hakkını yemeyelim. Yiğit daha serseri. Hatta hırsız. Önüne çıkan her kıza en basit tabirle asılıyor.

Dizi, 5 sene sonrası ile başlıyor. Yiğit mafya olmuş, kardeşi Emir savcı. Diziyi izledikçe ne oldu da böyle oldu pek diyemedim. Zaten olacağı bu idi. Balık baştan kokar hesabı.

Siz benim böyle anlattığıma bakmayın. Bildik konu evet. Ama izleyince de izliyorsun. Ha, benim için bir Kuzey Güney olur mu, hiç sanmıyorum. Yani her hafta kaçırmadan izlemek için çabalamam. Zaten pazar akşamları da diğer akşamlar gibi izlenecek bir şey olmuyor. Bari oturup bunu izlersin. Konu ilerler hiç olmazsa. Belki beni şaşırtırlar. Olaylar acayip bir hal alır. Ki sanmıyorum ya neyse..

İyi seyirler efenim.. 






24 Kasım 2014

İnterstellar – Yıldızlararası


Güzel bir pazar kahvaltısından sonra durağımız sinema oldu.
Filmin adı: İnterstellar. Bizdeki Türkçe adı: Yıldızlararası
Yönetmeni: Christopher Nolan.
Nişanlım kendilerini pek övdü. Her filmini izlemiş, tereaddütsüz de her yeni filmini izlermiş. Zaten film onun seçimi. Bana kalsa Deliha'ya giderdik. Zira bilim kurgu filmler pek ilgimi çekmez.
En son, uzay konulu Armageddon filmini izlemiş biriyim.
Evet, filmin konusu uzay, dünya, gelecek ve yaklaşan karanlık bir son.
Tipik Amerikan filmlerindeki dünyaya kazık çakma merakı bu filminde temelini oluşturuyor.
Dünyanın sonu geliyor. Kıtlık baş göstermeye başlamış. İnsanlar hastalıklardan ölüyor. Dahası toz fırtınaları yaşamı tehdit ediyor.
Tüm bunlar olurken, başkahramınız ( Matthew Mc Conaughey) ve ailesi, hayatlarına normal seyrinde devam ederler.
Kahramanımız eski bir pilot. Ayrıca mühendis. Tabi sıradan biri asla değil. İşinde bir numara. Aranan isim. Kaza geçirmiş sonrada işi bırakmış. Ama tabi hala uzaya merakı var. Zaten herşey o merakının peşinden gitmesiyle başlıyor.
Filmin çok da detaylarına girmeyeyim. İzlemek isteyenlere haksızlık etmeyeyim.
Filmin bir diğer kahramanı da başkahramınızın kızı. Yani filmi izlerken o küçük kızada dikkat edin.
Filmde, dünyanın sonu gelip yaşanmaz bir hal almadan, başka bir gezegende yaşam kurmak için çabalayan bilim insanlarını izliyoruz. Daha doğrusu insanlık soyunu korumak için o gezegeni aradıklarını izliyoruz. Çünkü amaç baştan beri dünyadaki insanları kurtarmak değilmiş. Bulunan o yeni gezegende yeniden bir klon oluşturmakmış. O nasıl olacak derseniz filmi izleyin. Yani özetle baştada dediğim gibi dünyaya kazık çakma telaşı.
Bu uğurda başkalarının canını hiçe saymak da çabası. Kaç tane insanı, uzaya fırlatmışlar. Neymiş, yaşanılası bir gezegen bulacaklarmış. Çoğu ölmüş, birisi çıldırmış. Filmde gitmedikleri son yer, yaşanılası en müsait yer yani gezegen oluyor. Onca eziyeti, ölümden dönmeyi boşuna yaşamış oluyorlar. Yazık diyorsun yani filmin sonunda.
Normalde merak edip açıp izleyeceğim bir film değil. Ama izlediğime de pişman değilim. Film arşivime imdb de 12. sırada yer alan bir film eklemişim.
Son olarak meraklısı kaçırmasın. Az merakı da olan da kaçırmasın. Şimdi bu yazdıklarımı okuyan da merak ettiyse kaçırmasın.
Filmin afişlerinde dikkat ettiyseniz bir deniz gibi yerdeler bir de buz dağı gibi yerde. O yerler gidilen gezegenler oluyor. Biri sadece buz diğeri su olan gezegenler bunlar. Buradan şu çıkarımı yaptım. Hani gerçekte de başka gezegenlerde hayat arıyoruz ya. Su bulunmuştu galiba birinde. Yani yaşanılası bir gezegen olması için su tek başına yeterli değildir. Ben filmden bu mesajı aldım. Ve yazıma son noktayı koydum.







21 Kasım 2014

Bakış Açısı.

Bekleme odasında sessizlik hakimdir.
Yan yana oturan kadınlardan yaşlı olanı, yanındaki kadına bakar. Göz göze gelirler. Başlarıyla birbirlerine konuşmadan selam verirler.
Elleri göbeğinde, dirseği ile yanındaki kadını dürter:

-Sizin sorununuz ne?

-Çocuğum bizimle konuşmuyor.

-Küsmüş mü?

-Öyle değil, kimseyle konuşmuyor. Çiçekle böcekle, sokaktaki kedi köpekle konuşuyor. Bizimle konuşmuyor.
Cümlesini sesi titreyerek bitirir. Gözünden damlamaya çalışan damlaları usulca siler. Diğer yanında oturan kocası, karısının elini tutar. Konuşmaz, ama gözleriyle teselli eder.

Yaşlı kadın, etrafına bakınır.

-Çocuk nerede?

Kadın ona sorduğunu gözgöze geldiklerinde anlar.

-Evde...

-Kim bakıyor ona?

-Dadısı.

-Onunla konuşuyor mu?

-Hayır.
Sesi sert ve net çıkmıştır bu sefer. Yaşlı kadın, ellerini yine göbeğinde birleştirerek:

-Ya konuşuyorsa..

Kadın, kocasına döner. Kadın bir şey demeden, adam:

-Neden yalan söylesin, konuşmuyordur.

Kadın yüksek sesle:

-Kovarım çünkü onu !

Birden etrafına bakar, herkes ona bakıyordur. Hafifçe öksürür, gülümser. Kocasına bu sefer usulca:

-Kovarım onu da ondan.

Kadının içine kurt düşmüştür. Yaşlı kadına bakar. Birbirlerine gülümserler. O sırada, sıraları gelir, doktorun yanına girerler.





19 Kasım 2014

Sirke Sinekleri.


Efenim, size İbrahim Saraçoğlu'ndan öğrendiğim, yediğimiz içtiğimiz kullandığımız yiyeceklerin doğal olup olmadıklarını anlamamıza yarayan bir yöntemi söylemek istiyorum.
Sinek.
Saraçoğlu'nun deyimiyle sirke sinekleri.
Eğer ki, aldığınız sirkenin gerçek sirke olduğunu anlamak istiyorsanız, küçük bir kaba az bir şey dökün o sirkeden. Bekleyin. Eğer ki sinekler geliyorsa, tamam, o sirke gerçek sirkedir.
Meyveleri de bu şekilde test edebiliriz.
Hormonlu, ilaçlı meyvelere sinekler bile gelmiyormuş blogdaşlar.
Sinek dediğimde hani şu küçük sinekler. Bozulan bir şeyin üstünde bitiverirler ya..
Hani, artık diyoruz ya, içinde kurt varsa o meyve yenir. İşte sinek gelen yiyecekte yenir.
Çünkü sineklerde sadece doğal olana geliyormuş.
Misal, geçen aldığımız sirkeye hiç sinek gelmedi. Ama ondan önce aldığımıza gelmişti. Onun ağzı açık kalmış ve sinekler hemen gelmiş. Ama işte o gelenin markası ne idi, onu unuttuk.
Düşünüyorum da, sinekler artık mide bulandırmayacak galiba... 
Bir kısa not da düşeyim.
İbrahim Saraçoğlu, Trt Diyanette, her cumartesi pazar sabahları, saat 10 da program yapıyor. İzlemek isteyenlere duyurulur.. 







18 Kasım 2014

Kaçış.

Mektup yazayım dedim ama vazgeçtim. Okusalarda yine anlamayacaklardı. Anlamıyor olmaları tabiki işime geliyordu. Günlüğüme kilit vurma yahut saklama derdim olmuyordu. Elyazımı hiçbiri okuyamıyordu. Bu yüzden ardımdan mektup bırakmak saçma geldi. Birkaç önemli eşyamı alıp çıkacaktım. Bu gidiş anı bir karardı. Nereye gidecektim bilmiyordum. Ama gitmeliydim. Gittim de.
Sabah kimse uyanmadan evden ayrıldım. Otobüs durağına gittim. Oturmuş, otobüs beklerken ayağımın dibinde yavaş yavaş ilerleyen salyangozu farkettim. Telefonumu çıkarıp resmini çektim. Sonra başladım onu seyretmeye. O yola çıkmadan otobüs geldi. Gözüm onda otobüse bindim. Aklım o küçük salyangozda kalmıştı.
Otobüs, saatin erken olmasına rağmen kalabalık sayılırdı. Cam kenarı tek kişilik koltuğa denk gelip oturdum. Yol boyunca camdan etrafı seyrettim. Evimize çok da uzak olmayan bir sahil piknik alanı varmış, onu farkettim. Dahası evimiz doğaya çok yakınmış bunu farkettim.
Otobüsün son durağında indim.
Burası çarşının orta yerinde, şehrin en büyük parkının yanıydı. Bu parka daha önce hiç gelmemiştim. Parkı gezmeye karar verdim. Sabahın bu saatinde kimse yoktu. Telefonumu çıkardım, boş parkın bol bol resmini çektim. 
Kulağıma bir ses geldi, resim çekerken. Nereden geldiğini uzun süre bulamadım. Sonunda kaydırağın dibinde, ayağından yaralı kediyi buldum. Yan olarak boydan boya yatıyordu. Ön sağ ayağında derince bir yara vardı. Yerde de kan vardı. Uzun süredir burada olmalıydı ki, yerdeki kan kurumuştu. Gözleri kapalı, hiç hareketsiz öylece yatıyordu. Sesi de çıkmasa öldü diyebilirdim. Elimi uzattım, dokundum. Hiç tepki vermedi. Başını okşadım, yine tepki vermedi. Etrafa baktım. Kimse yoktu. İyice yanına yaklaşıp kediyi kaydırağın altından çektim. Çekerken kalkmaya niyetlendi ama yapamadı. Sesi daha çok çıktı. Canını yakmıştım galiba. Çantamdan yanıma aldığım giysilerden birini çıkardım, yere serdim. Kediyi ona sardım, kucağıma aldım. Hareketlendi, kaçmak istedi, bırakmadım. O da sonra teslim oldu, kaçmaktan vazgeçti. Hatta iniltisi bile kesildi. Kalp atışını hissetmeseydim öldü diye endişelenirdim.
Veteriner yarasına pansuman yaptı. Ağrı kesici iğne yaptı. Yanıma aldığım paranın çoğu ile veterinerin dediği kadar pansuman malzemesi aldım. Çantamdan başka temiz giysimi çıkarıp, dönüşte onunla sardım. 
Otobüse binemedim. Taksiye bindim. Eve gittim. Kimse evden ayrıldığımı anlamamıştı bile. 
O gün evden, bir daha geri dönmemek kararı ile çıkmıştım. Ama o kedi, beni geri döndürdü. Dahası o salyangoz da.
O kedicikle dertlerimi unutmuştum. Hayata bakışım değişmişti. Doğayı keşfedip, zamanın değerini daha iyi öğrendim. Onun iyileşen yarası ile bende iyileştim.





7 Kasım 2014

Kupa Bardak Meselesi Değil Mesele..

Efenim, anlatıp içimden atmak istiyorum.
Mevzu eski aslında, yeni değil. Ama bayadır uğramıyorlardı.
Bu ve bu konuda bahsettiğim insanlar, yine bize çay kahve almaya gelmeye başladılar, sağolsunlar !
Bu uzun aradan sonra ilk geldiklerinde, çay bardağı altlığı aldı. Ve hayret verici şekilde alıyorum dedi. Geri getireceğim, dedi. Bende en uyuz halimle “ İnşaallah..” dedim. Ne demek istiyorsun dedi bana. Diğerleri geri gelmedi dedim. Onları çocuğum kırdı dedi. Sonra gitti, getirdi. Mutfağa koymadan bana gösteriyor.
Şimdi akılları başlarına gelmiş, az biraz normalleşmiş gibi gelebilir. Banada öyle geldi. Ama bunlar sadece göz boyamasıymış herhalde.
Dün, yine geldi. Çıkarken camdan gördüm ki, mutfaktan izin almadan kupa bardak almış gidiyor. Sinirlerim zıpladı. Patrona dedim. Ben konuşacağım dedi.
Bugün, patron çıktı, o geldi. Sanki adamın gidişini bekledi. İçime fesatlık kaçtı napıyım.
Mutfağa geçmeden dedim, o bardağı bırakıyorsun, ne alacaksan öyle alacaksın. Alıyorum diye mi kızıyorsun diyor. O bardağı alırken izin almadınız, dedim. Ona mı kızdın diyor. Allahım, sen aklımı koru. Birde ben öyle deyince bardağa bakıyor. Değerli bir şey sandı herhalde. Evet, çok değerli. Ya da değil, mevzu bardak mı Allah aşkına..
 Bu arada sinirden titriyorum. Bu huyuma acayip sinir oluyorum. Ne var o kadar sinirlenecek, sinirden titreyecek. Ne var yani.. Ama işte, gerçekten sinirlenince ne konuşabiliyorum, ne de titremeden durabiliyorum.
Bu gitti mutfağa. Camdan baktım, yine bardağı almış gidiyor.
Hayır, ben Türkçe konuşmadım mı acaba... hala geri getirmedi.
Bu ne şimdi..
Ne denir bu işe...
11.30 civarı bardağı getirdi. Çıkarken bir daha izinsiz almayın dedim. Oo.. kızdı hanfendi. Niye 10 kere söylüyormuşum. Bende iyice anlayın diye dedim. Söylene söylene gitti.



 





5 Kasım 2014

Ruh Öküzü.

Yıllardır meğer kandırılmışız. Yok yere ağıtlar yakmışız. Yollara düşmüşüz. Yana yakıla, deli divane aranmışız. Meğer hepsi boşuna imiş. Boş bir uğraşmış. Boşuna bekleyişmiş. İnsanın ruh eşi diye bir şey yokmuş.

Ama... hemen üzülmeyin canlarım, ruh eşimiz yok belki  ama ruh öküzümüz var. Hemde garantili. Hem bulması hem bir ömür yanınızda olması garantili bu ruh öküzlerinin.

Neden mi..

Eş değişir, öküzlük bâki kalır da ondan.

Özetle, artık ruh öküzlerimizi aramalıyız. Aramak mı dedim, aramaya gerek yok. Bulmak garanti.
Ve bir ömür mutluluklar...
 



Not: Bu konudaki ilham kaynağım Eti Maximus ve reklam ekibine saygılar...






4 Kasım 2014

Dahası...

Tüm hırçınlığım, sana olan özlemimden.
Dahası sevgimden.
Dahası hep yanında olmak istememden.
Dahası hep seninle konuşmak istememden.
Her ne kadar yanında dilim tutulsada.
Tüm hırçınlığım gururumdan..
Özledim diyemiyorum diye.
Hep güzel sözler duymak isteyip susmamdandır bu hallerim.
Dahası...
sevgiye yeteneğim olmamasındandır
tüm hırçınlığım...






30 Ekim 2014

Nasılsın... ?

Hava soğuk. Bense sahil kenarında bankta oturmuş, rüzgarla denizin düetini dinliyorum. Bir zaman sonra bir ses, “ nasılsın” diye seslendi. Cevaben dudaklarımdan dökülenler: “ iyi değilim.. hiç iyi değilim..”

Sesim kulaklarıma varınca farkettim. Evet, ben uzun zamandır iyi değildim. Ama hep kendimi iyi bildim. Çünkü bana kimse “ nasılsın” dememişti ki. Herkes “iyisin” dedi bana. Çünkü onlar için iyi olmalıydım. Onların istediği buydu. Yoksa kimse gerçekten nasıl olduğumu sormuyor. Dahası umursamıyordu bile.

İyi değilim demiştim ama bu olumsuz cümle bana öyle olumlu gelmişti ki. İçimde nasıl tuttuysam bunca zaman, dile getirmek ruhuma acayip bir şekilde iyi gelmişti.

Başımı çevirip bu güzel soruyu kim sordu diye baktım. Kimse yoktu. Diğer yanıma baktım. Orada da kimse yoktu. Denize baktım. O zaten rüzgarla meşgüldü.

Omzuma bir el dokundu. Arkama baktım. Arkama bakmak hiç aklıma gelmemişti. Çünkü insanlar hep ya yanımda oldular ya önümde. Arkamda olup beni destekleyen kimse olmadı. Bende artık arkama bakmayı bırakmıştım. 
O ise tam arkamda, yıllardır beklediğim o soruyu içtenlikle sormuştu. 

O, sahilde seyyar esnaflık yapan genç bir delikanlı idi. Merakla ve endişe ile bana bakıyordu. Bu havada burada olmam onun aklına olmadık şeyler getirmişti. Dahası onun o güzel gözlerinde kimbilir nasıl görünüyordum ki, aklına onlar gelmişti.

-İyi değilsin anladım. Ama sağlıklı görünüyorsun. Yani bedenen. Bırak öyle kalsın. Git cafeye sıcak bir şeyler iç. İçini ısıt. Sonra elbet iyi olmanın yolunu bulursun.

-Sanırım buldum. Sayende. Her zaman iyiyim demek insanı daha iyi yapmıyor. Bazen birinin gerçekten nasılsın demesi, seninde korkmadan çekinmeden iyi değilim, diyebilmen ne büyük lutufmuş. Asıl iyi olmak kendine dürüst olmakmış. Sayende bunu anladım. Çok teşekkür ederim.

-Eyvallah. 
....
....






Ve Başlar...













23 Ekim 2014

Hayatın Akış Hızı...


-Söyle ! ..

-Taş yağar gibi yağmur yağıyor. Deli gibi rüzgar esiyor. Fırtınanın ortasındayız.

-Şimdi söyle..

Rüzgara karşı dimdik duruyordu. Kararlıydı. Gülüverdim o haline. O ciddiyetine. Unutuverdim deli gibi esen rüzgarı, o delice yağan yağmuru. Sonra:

-Seni seviyorum...

Yüzünde anında yumuşama ve gülümseme. Tek hatırladığım o. O güzel gülüşü kaldı aklımda.
O fırtınada, kafama isabet eden levha yüzünden bu hayattan göçüp gittim.

Sevdiğim kadına sevdiğimi söyledim ve gittim.

O'nu dünyanın en mutlu kadını yapmışken, dünyasını kararttım.

O akşam, ben az daha bekleseydim, sevdiğimi söylemeden ölmüş olacaktım.

O akşam, söylemeden gitseydim, ben değil, sevdiğim kadın ölecekti. Ben söyleyememenin pişmanlığıyla ömrümü tüketecektim. Tıpkı şu an onun o fırtınada o ısrarından çok pişman olduğu gibi.

Hayat...Sana dönüşü olmayan bir yol sunar...







17 Ekim 2014

31 Kere Maaşaallah..

Neden 31 acaba... Allah Allah.. :D
Çünkü bu şahsımuhterem, bu uyuşukların uyuşuğu, ben, bizzat kendim, artık 31 yaşında bir kızcağızım.
Bunu burada ilk kez açıklıyorum. Var bu işte bir iş... yok yok.. öyle içimden söylemek geldi sadece.
Bu yıl, hediyelerin en güzelini 21 Mayıs'ta zaten almıştım. O hediyede bana dün erken kutlama yapıp hediyemi verdi.
Yeni yaşıma onunla muhabbet ederek girdim. Daha ne isterim ki ben..
Evet...
Bir küçük notuda paylaşayım gitmeden. 19 Nisan da artık evli bir uyuşuk olacağım. Yaaa... Düğün tarihimde belli yani. Beklemek zormuş. Ben kaç haftadır bu günü bekledim de gelmek bilmedi. 6 ay nasıl geçer bilmiyorum. :D
Farkettim de, buraya artık özel günlerimi paylaşmaya gelir olmuşum. Bir kusuru yoktur İnşaallah...







15 Ekim 2014

Kocamın Ailesi Dizisi.

Ben bayadır dizi yorumlamamışım buralarda. Gerçi ben bayadır buralara yazı bile giremiyorum ya, neyse. Artık iki kelimeyi bir araya getirmek bana kolay gelmiyor. Bilmiyorum neden..

Diziyi yorumlayalım en iyisi, lafı uzatmadan.

Kocamın Ailesi, dizi kore dizisinden uyarlama imiş. Bunu sonradan öğrendim. Ama konu bize çok uymuş idi. Güzeldi. İyi gidiyordu. Ta ki, geçen hafta o koca, karısını kaybedene kadar.
Evet evet.. bilmeyenler için tekrar söyleyeyim. Diziye adını veren, anlam kazandıran o kadın, geçen hafta öldü gitti. Ve benim, bizim gözümüzde de dizi bitmiş oldu.

O son sahneyi yeni bölüme saklamışlar. Sanırsam, hala kalma ihtimali üzerinde duruldu ama son dakika vazgeçildi ve karakter öldürüldü. Zira diziden ayrılan insan pat diye ortadan kaybolur, bilindiği üzre. Yeni bölümde hayatta göremezsiniz onu. Birden bir şey çıkar, ortadan kayboluverir. Ama dediğim gibi, kocamın ailesinde öyle olmadı. Yeni bölümde ilk dakikalarda ölüverdi. Yani yaşayabilirdi. Ameliyattan sağlam çıkmıştı hatun. Ama yaşayamadı garip. Beraberinde diziyi de öldürdü gitti.

O anları da biz üç kardeş nasıl bir dikkatle, yorumlarla izlediysek artık, 3 yaşındaki yeğenim çok fena etkilendi.

Yonca, koltuktan düşüyor ve bayılıyor ya, yeğenimde kendini yere atıp bayıltmaya başladı. Gözlerini kapatıyor. Sonrada ben öldüm... diyor. İlkten dikkat çekmek için yaptı. Sonra biz onu oyuna çevirtmeyi başardık. Ölmedin bayıldın diyoruz. Doktor geliyor. İğne yapıyor. Ama küçük iğne. :D Sonra iyileşiyoruz..

Bu dizide bizde böyle bir anı bıraktı giderken.

Ah Yonca ah.. ölüverirkene diyemedin kocana ailen onlar diye.. Tühhhh... iyiki ölmüşün.
Haksız mıyım... :D




10 Ekim 2014

Küçük Yürek Büyük Sevgi.

3 yaşındaki yeğenim, akşam annesinden mama istiyor. Annesine de bana yönlendiriyor. Ama o, annesinden istemekte kararlı. Bakkkala gidecekmiş. Anane para veriyor, torun ağlamasın, gidilsin bakkala diye. Teyze, o ben oluyorum, araya giriyorum, mama istiyorum diye anneme naz etmeye başlıyorum. Annem yok sana diyor, ben küçük çocuk gibi ısrarla banane deyip mama diye tutturuyorum. Yeğenimde bana bakıyor. Ama öyle bir bakışı var ki. Sonra geliyor yanıma. Ve şöyle diyor:

-Teyze ben mama al. Tercümesi şu: teyze ben sana mama alacağım.

-Banada mama mı alacaksın.

-Hı hı..

Oyy.. Oyyy... kıyamadı bana. Kendi öz annem kıydı, o küçük yüreklim kıyamadı da, ben sana mama alacağım dedi.

Hoş, dönüşte yüzüme bile bakmadı. Aldığı mamayı da bensiz yeyip bitirdi ama olsun.
O an, o bakışıyla gelip bana o lafı yetmesi dünyalara bedel. Dünyaları alsa yeri dolmaz. 




8 Ekim 2014

Kısa Bir Bayram Notu:


Bayramda evine bayramlaşmaya ve şeker almaya çocukları görünce, evin küçük çocuğu annesine şöyle der:

-Niye geldiler?

-Bayramda ev ev dolaşıp şeker topluyorlar çocuğum.

-Bende gidebilir miyim anne?

-Hayır, sen gitme.

....

Çocukluğumuzun o güzel geleneği, maalesef yok oluyor. Dahası unutulup gidiyor. Nedeni hakkında çok şey demeye gerek yok. Sebep açık ve çok iç acıtıcı.










2 Ekim 2014

Nişanımdan Notlar. 28.09.2014

Nişanımın öncesi baya hareketliydi diyebilirim. Sonrası için Allah kerim.
Bildiğiniz üzre, uçuk belası ile nişanıma merhaba dedim. Ama o anki heyecanla uçuğum pek derdim olmadı. Ama kuruduğu için gülerken canım yanıyordu.
Benim uçuğum harici, ablamlarım ikisi de hasta oldu. Nişan olacağı sabah eniştem hastanede böbreğinde taşın sancısını çekiyordu. Ben az daha kendimi yakıyordum. Kafama şemsiye düşürdüm.
Allahtan öğleden sonra eniştemin ağrısı geçti.
Ve tabi gün boyu yağan yağmuru es geçmemek lazım. Bereket dolu bir gündü diyebilirim. Zaten yağmur bizi pek seviyor. İlk görüştüğümüz günde yağmur yağmıştı.
Özetle akşam oldu. Misafirler geldi. Yüzükler takıldı.
Ve artık nişanlıyım.
Mutluyum.






26 Eylül 2014

Delilik ve Değişmek.

Ahh.. delilik ne çok özlüyorum seni. İnanmıyor kimse. Deliyim ben.
Ne tuhaf değil mi.. millet akıllı olduğunu ispatlama derdindedir. Bense deli olduğumun..
Bana bir kere deli dediler.. bunun dönüşü yoktu. Olmamalıydı..
Ben sevmem değişikliği. Değişiklik, can yakar. Acıtır. Değişiklik kötüdür kötü. Ben deliysem değişmemeliyim. Hep deli kalmalıyım.
Yıllardır evimin düzeni hiç değişmedi. Hiçbir eşyamı, bir santim yerinden oynatmadım. Mutlular onlar. Arayan onları tam oldukları yerde buluyor. Bulunmak onlar için nasıl keyifli, bir bilseniz.
Ama çoğu insan çok görür bu keyfi onlara. Annem misal.. yelpazesini hep başka yerlere koyar sonra saatlerce arardı. Şimdi tam 10 yıldır olduğu yerde duruyor. Annem aramıyor artık ama o bulunacağı için çok mutlu. Tıpkı babamın kaybettiği, yıllar sonra benim karşıma tesadüfen çıkan pipo gibi. O da mutlu artık olduğu yerde.
Bende mutluyum. Olduğum yerde. Benide bir arayan olacak. Ve hemen bulacak. Bekliyorum. Bir yanımda mutlu taşplağım, bir yanımda mutlu yastığım. Ne yerini değiştirdim ne de kılıfını. Onu, her vakit yerinde bulmaktan ikimizde çok mutluyuz. Değişmedik. Çünkü değişmek kötüdür kötü.
Değişmeyen her şey güzeldir. Değişmeyen tatlarda. Her gün önünden geçerken uğradığım, her gün aynı insandan aynı siparaşi verdiğim gibi. Değişmeyen mekan, insan ve değişmeyen o tat. Mutluluk buydu işte. Ama bir gün gittiğimde sipariş verdiğim o kadın yoktu. Gönülsüzce verdim siparişimi. Gelen sakızlı muhallebi aynı tatta değildi. Değişmişti. Tıpkı onu servis eden gibi. Değişmek bu yüzden kötüdür kötü. Üzülüyorum her gün kapısından geçerken. Biliyorum, o kadında mutlu değil değişen o yerinde. Çünkü değişmek kötüdür. Ama kimi cahiller bunu bilmiyor.
Deliydim ben. Değişmedim. Değişmek kötüdür.
Doktoru bekliyorum. Tam 58 saniye sonra gelecek. Saatini hiç değiştirmiyor.
Ve tam zamanı.
Elinde dosyalarla içeri girdi. Dosyaları bana verdi. Yazılanları ben okuyorum, o açıklamasını yapıyor. Bir zaman sonra bende öğrendim artık kelimelerin anlamlarını. Bildiğim halde değiştirmeden okuyordum. Çünkü değiştirmek kötüdür.
Yazılanlardan farklı birkaç kelime vardı. Pys kelimesi. Okudum. Doktor durdu. Benim hastalığımın adıymış. Psikolojik Yetersizlik Sendromu.. Doktor yinede ehliyetimin benden alınacağını söyledi. Komik.. Benim arabam bile yok ki..
Sendromluydum. Ama deli değildim. Halbuki bir bilseler, delilik beni çok özlüyor.. bende onu..
Değiştirdiler.. beni değiştirdiler. Şimdi ise değişmememi istiyorlar... Bende değişmek istemiyorum. Değişmek kötüdür kötü..




Bir mimde burada son bulur. 
Sevgiyle kalın.. dua edin uçuğum nişanıma kadar geçsin.. tamam mı :D 






24 Eylül 2014

Uçuk Belasına Kardeş Çektiğim Dert Al Senin Olsun..

Eylülün serinliği. Hava açık, masmavi..
İçimde bir heyecan. Bu pazar nişanlanacağım. Ve bu sabah dudağımdaki yanma ile uyandım. Neden? Sürpriz.. uçuk.
Ne şahane değil mi... Nişanımda dudağımdaki uçukla poz vereceğim.
Daha tazecik bir uçuktan nasıl çabucak kurtulabilirim? Pazara kadar geçmesi bir mucize mi olur ki.. var mı bu mucizeyi gerçekleştirebilirim diyen? :D
Elma iyi gelir diye biliyorum. Başka...


Birde, mim aklımda yapacağım İnşaallah.. ilham bekliyorum. :)





22 Eylül 2014

Ateş.

Şimdi sorsam, kim yanan ateşe elini uzatır, diye.. Eminim kimse evet diye atılmaz. Şaka gibi bir soru değil mi.. Ama aslında aşkın özeti. Hani, yanan bir kibrite başka bir yanan kibriti ekledin mi ateşi büyür ya ikisininde. Aşk da böyle bir şey galiba. Birleşip büyüsün istiyorsun ama ateşten korkuyorsun. Ateş, ateşten korkar mı... neden korkmasın.. Ama gün geliyor. O büyük ateşi yakıyorsun. Aşk oluveriyor.

Yanıyorsun.. ama canın yanmıyor.

Ateşin ortasındasın.. ama korkmuyorsun. 

Çünkü artık tek değilsin sen. 

Sen, aşksın.. 

Yanan iki kibritin o büyük ateşisin..







19 Eylül 2014

İçSes.

Neden bilmiyorum. Bu aralar ne yapsam birileri fena inciniyor. Sanırsın kötülük peşinde koşan, her fırsatı değerlendiren, o dizilerdeki kötü kadınım. Ama arada çok büyük farklar var. Ben bunları bilinçli yapmıyorum. Üzüleni görünce bende üzülüyorum. Ama benim üzüldüğüme onlar inanıyor mu, işte ondan emin değilim. Ve bu daha çok canımı yakıyor.
Aldığın kararlarla birilerini üzmek çok acı.
Her an, herkesi memnun etmek ise çok çok zor.
Ben böyle düşünürken, bir yanı üzmemeye çalışırken, diğer yanı üzüyorum.
Ben bu kadar kötü biri miyim... bu ara öyle çok insanı üzdüm ki..
Dahası anlatamıyorum kendimi onlara. Konuşamıyorum. Susuyorum. Aklımdan binlerce söz geçiyor. İstemedim böyle olsun, demek istiyorum en çok. Ama diyemiyorum. Susuyorum. Sanki sessizce yarattığım eseri izliyor gibiyim. Ama konuşamıyorum. Anlatamıyorum kendimi. Neden bilmiyorum. Belki de kendimi suçlu hissettiğim için. İyi de suçlu olmam için suç işlemem lazım. İyi de yaptığım bana göre suç değil ki.. Ama işte yanlış oluyor. Birileri üzülüyorsa o işte bir yanlışlık vardır değil mi.. vardır. İyi de ben nerede yanlış yapıyorum. Bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Konuşamıyorum.
Anlatamıyorum...
Bilseler, sizi üzdüğüm kadar kendim üzülüyorum... Ama diyemiyorum.
Susuyorum.
Bir suçlu gibi.
Kimbilir, belki de cidden suçluyum. Kendimi aklamak için kendimce bahaneler arıyorumdur. Bulamayınca susuyorumdur.
Öyle mi cidden.. ben bu kadar kötü birimiyim yani..
Neden anlatamıyorum kendimi..
...


 Bu konudaki yorumlara izninizle cevapsız kalmak istiyorum. Kimse darılmasın olur mu...





17 Eylül 2014

1Bütün.

Gözlerimi kapasam.
İçime sen dolsan..
ben, sen olsam.. sen de ben.
İki yarım gibi tamamlasak birbirimizi.





10 Eylül 2014

Beni Böyle Sev - Me ...

Kız, oğlana bir kez daha “beni böyle sev” dedi.
Oğlan, üzgün. “ seni böyle sevmek öldürüyor beni..”
Kız, oğlana bir adım yaklaştı. Sonra bir adım daha. Oğlanın hüzünlü gözlerine baktı. Gözlerinde kendini gördü. Gülümsedi. Oğlan, gözünü kırptı. Gözlerini tekrar açtığında, kız, o gözlerde kendini değil oğlanı gördü. Bir adım geri gitti. Eğdi boynunu.
Oğlan, yaklaştı kıza bir adım. Kız, oğlana “ beni böyle sevme.. “ deyiverdi.
Oğlan, geri aldı adımlarını. Kız kaldırdı başını, baktı oğlana. Oğlan gülüyordu. Kızın ağzından dökülüverdi, “ neden ...”
Devamını getiremeden oğlan hızlıca yaklaşıp, kapadı ağzını kızın.
sevmek, sevdiğin olabilmek kadar kendin kalabilmektir...” 


2 Eylül 2014

Eylülün Kulağına Su Kaçmış...

Dün, bizim için KBB günü oldu. Ben, annem ve patron, üçümüzde kulaklarımız için gittik. Peşisıra.
Ben arada giren ağrıdan ve bazı zamanlar bazı şeyleri duymamamdan dolayı. Annem, çoğalan işitme kaybından. Patron da, kulağına su kaçırdığından gitti.

Ben size kendimden bahsetmeye geldim.

İşitme testi yapıldı. Hayatımda yaşadığım ilklere bir yenisini daha ekledim.

Peki nasıl oluyor bu test? Takıyorsun kulaklığı, eline verilen butona, ses duydukça basıyorsun. Ses olayında sorun yok. Ama dediğim gibi söylenen bazı kelimelerde takıldım tabi. Doktor, yüksek sese maruz kalıp kalmadığımı sordu. Kalmadım. Ben kulaklıkla müzik bile dinlemem. Ki, bu uyarıyı da yapayım. Dinlememeyi tercih edin. Zararlı.

Şimdilik sorun denebilecek bir şey söz konusu değil. Ama doktorcuğum iki ay sonra yine gel, dedi.

Sonrasında, üstüne grip oldum. Moral desen yerlerde sürünüyor.

Velhasıl, eylüle çok güzel bir giriş yaptım, diyemiyorum. Diyebilseydim keşke... 






26 Ağustos 2014

Sözlendim.

Efenim, söze nasıl başlasam ki ben şimdi...
Amma uzatmaya gerek yok. Fazla söze de gerek yok. Zaten başlıkta belli.
Ben U.H., H.U. İle sözlenmiş bulunuyorum.
Şu benzerliği, bu güzelliği fark edince ne sevindim ne sevindim, tahmin edemezsiniz. :D
Bu kadar tesadüf olurdu. 
Mutluyum, huzurluyum. 


Çikolataların da resmini paylaşırdım ama şimdi birilerinin canımanı çeker diye eklemiyorum. :D
 

Tüm sevenlerin kavuşması dileğimle.. 






22 Ağustos 2014

Islak Islak ...

Islaklığı kim sever?

Bebekler bile altları ıslak olunca huysuzlaşırlar. Konuya da giriş muhteşem. Esasında pek de ilgisi yok da bağlanabilir tabi. :D

Ben ıslak kalmayı sevmem. Ayaklarım ıslak kalmasın. Yüzüm ıslak kalmasın. Giysilerim ıslak olmasın.
Bu konuda takıntılı denecek derecede hassaslaşabilirim.

Ayaklarımın ıslak kalmasını sağlık açısından istemem. Islak kalan ayak en başta kokuyor zaten. Mantar oluşmasına neden oluyor. Daha ne olsun. Dahası rahatsız edici. Beni dürtüyor o ıslak kalan yer. Ne diye ıslak bırakıyorsun? Bu sebeple dışarıda abdest almam. İnsanın evi gibisi yok. Bunu da araya sıkıştırayım. :D

Yüzüm için de aynı hissiyatlara sahibim. Tabi yazın sıcaklarında arada onu ıslak bıraktığım oluyor. Onun istisnaları var. Ama genelde ıslak bırakmam. Kalan o su rahatsız eder. Yüzümde bir şey varmış gibi hissederim.

Giysilerim.
Ortaokulda, arkadaşlar aralarında su ile oyun oynuyorlardı. Birbirlerini ıslatıyorlardı. Bende kenarda idim. Nasıl olduysa kazara su üstüme döküldü. Ben deli gibi sudan kurtulmaya çalışıyorum. Arkadaşın biri de, sanki üstüne fasulye suyu döküldü, amma uğraştın, demişti. Varın halimi siz düşünün. :D

Sevmiyorum ıslak ıslak dolaşmayı... suç mu?

Yalnız, saçım ıslak dolaşabilirim bak. Onu yaz kış hiç kurulamam. Kendi kendine kurur. Hiç de rahatsız olmam. :D

Son olarak Cem Karaca'dan ıslak ıslak şarkısını dinleyelim de tam olsun. 

19 Ağustos 2014

Sevgi Söylenmelidir.

Her yaptığın, her söylediğin söz, sana göre sevgi doludur. Sevdiğinin göstergesidir. Sanırsın ki, sevdiğin her halinden bellidir.

Ama o öyle değildir.
Her zaman öyle olmaz.

Sen, aşkın, sevgin her halinden belli oluyor sanırken, karşındaki bilmez. Anlamaz. Senden tek bir cümle beklerken, sen susarsın.

Ve belkide seviyorum derken, kaybedersin.

Sen aşkından bin tatlalar atsan da, satır satır hecelere döksen de, sevdiğin, senden en çok, sevildiğini duymak ister. 

Seni seviyorum, demek zor olmamalı. Sevene zor yoktur, unutma... 






15 Ağustos 2014

Uyuşuğun Kene ile Oluşan Kan Bağı Hikayesi..


Bir kene ile koyun koyuna kaç gün yaşabilirsiniz?

Soru ürpertici ama ciddi bir soru, lütfen ciddiyetle cevaplayın. :D

Efenim,
Ben, bizzat kendim. Bir kene ile muhtemelen 3 ya da bilemedin 5 gün geçirmiş biriyim artık. Gayette kardeş kardeş yaşanıyormuş. :D

Ben keneyi, günler öncesinde farkettiğimde koparttığım bir ben sandım. Önemsemiyorum tabi. Dün yine gözüme takılıyor. Ablama gösteriyorum. İyi ki göstermişim. Yoksa ben içime yarıya kadar girmiş kene ile bir ömür yaşardım.

İyice bakınca kene olduğu anlaşıldı ve hastanenin yolu tutuldu.
Kene itina ile çıkarıldı. Kan tahlili yapıldı.
Tamam canım, telaş yok. İyiyim. Ölmeyeceğim. :D

Ama şu an, kenenin çıkarıldığı yer acıyor. Yanıyor. Kızarık.

Kene, belimde bir yerde idi. Şaşırdınız değil mi? Hadi sizde sorun bana, orada ne işi var, diye. Herkes öyle dedi. Ne bileyim ne işi var. :D Orayı gözüne kestirmiş herhalde. Yapacak, diyecek bir şey yok.

Nihayetinde, gitti bitti. Hayat hikayeme bir yeni hikaye ekledim, o küçük kene sayesinde. Çok mesudum artık :D






14 Ağustos 2014

Anı Yaşamak Mutluluktur..


Hayal, geç kalmamak için, dolu olan otobüse biner. Otobüsün içinde, ilerlemeye çalışırken, otobüsün hareket etmesi ile dengesini kaybeder. Birine çarpar. Adı Meyal'dir. Hayal, çok mahçup bir şekilde:

-Affedersiniz. Çok affedersiniz.

-Affettim gitti.

Hayal'in, Meyal'in gülümseyerek affettim demesi hoşuna gider. Gülümseyerek karşılık verir. Ona arkasından şöyle bir bakar. Tam başka yöne dönmüşken, Meyal, başını Hayal'e doğru çevirir.

-Niçin bana bakıyorsunuz ? Benim arkamda da gözlerim var.

Hayal, şaşırır. Ne diyeceğini bilemez. Arkası dönüktü, nasıl görür baktığımı diye düşünür.

-Şey..

Meyal, kocaman gülümseyerek ona bakar.

-Arkamda gözlerim yok. Uzaylı değilim. Sadece 6.his diyelim.

-Nasıl yani..

Bir yandan da gülmektedir. Meyal' de gülüyordur.

Hayal ve Meyal, otobüs yolculukları boyunca muhabbetlerine devam ederler. Meyal, Hayal'den önce iner. İnmeden güzel muhabbet için teşekkür eder.

İkisi de bu güzel tanışmadan ve muhabbetten memnun kalır. Günlerine kattıkları güzel bir anıdır.

Hikayenin devamında, Hayal ve Meyal'in birbirlerinin telefonlarını aldıklarını ya da tekrar karşılaşıp birbirlerine ilanı aşk ettiklerine dair varsayımlar kurulabilir. Serbesttir.

Benim hikayem bu kadar. İnsan bazen anlık güzellikler yaşar. İlla devamı gelmesi şart değildir.

Yanlış mıyım... :D

Son olarak, yaşanmış bir olay değil, tamamen kurgudur. 







11 Ağustos 2014

Sorgulama.

Odada, bir oraya bir buraya dolanıp duruyordum. Yerimde duramıyordum. Kızgındım. O ise, koltukta oturmuş, öylece duruyordu. Yanına gittim. Dibinde dikildim. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Gözlerinden anladım, hala kararsızdı.

-Seviyor olsaydın, gözlerinde bu kararsızlığın zerresi olmazdı.

-Seviyorum.

-Ama nasıl seviyorsun? Bir eş, bir koca olarak mı seviyorsun O'nu.. ? ! Offf.. çıldırtma beni Züleyha.

Derin bir nefes. O'na bağırmak istemiyordum. Ses tonumu yumuşatmaya çalıştım. Odada turlamaya devam ederek:

-Söylemedin değil mi? O'na tüm gerçeği söylemedin. Seninki sadece vicdan. Anlıyor musun? Sadece vicdan. O'nu sevmiyorsun. Acıyorsun. Senin yüzünden bu halde olduğunu için, O'na vicdan borcunu eş olarak vermek istiyorsun.
Yanına gittim. Çenesinden tuttum. Gözlerine baktım.

-Hadi git söyle, gerçeği anlat. Sonrada benim gibi gözlerinin içine bakıp, O'na seni seviyorum, de. Yapabilir misin bunu?

Gözlerinde cevap arıyordum. Ama kaçırdı gözlerini hemen. Hiddetle kalktı yerinden.

-Seviyorum tamam mı.. Seviyorum... Anlayın bunu artık.

Sesi titriyordu bunları söylerken. Kendi de titriyordu. Güçlü hissetmiyordu kendini, görebiliyordum. Direniyordu. Aldığı kararı savunduğu yere kadar savunmak istiyordu.

Saniyeler sonra, ağlamaya başladı.
Seviyorum, diyerek sarıldı boynuma. Küçük kuzum benim. Bir anlasan, senin iyiliğini istiyorum ben.

-Korkuyorum. Ben onu seviyorum. Gerçekten seviyorum. Vicdan değil bu. Ama, ya O, gerçeği öğrendiğinde benden vazgeçerse. İşte ben bundan çok korkuyorum abla.

-Kuzum, evlenmeden bu korkunla yüzleşmen şart. Anlıyor musun beni? Yoksa bu evliliği bir kandırmacanın, yalanın üzerine kurmuş olursun. Tamam seviyorsun. Ama O'na gerçeği söylemediğin her saniye, içinde, kalbini kemiren bir şey var ya, o da vicdanın oluyor işte. Gerçeği söylemediğin sürece, ona olmasa bile kendine acıdığın bir gerçek.

Gözlerinin yaşını sildi. Biraz olsun rahatlamış gibiydi.

-Tamam, ilk fırsatta söyleyeceğim tüm gerçeği.

Derken, kapı açıldı. İçeri O girdi.
İkimiz birbirimize baktık.

-Bölmüyorum değil mi?

Tam ben konuşacakken Züleyha atıldı.

-Hayır canım. Konuşuyorduk işte.

Çantamı aldım. Gitmeden, Züleyha'nın kulağına, bu işi şimdi bitirmelisin, dedim. Ve çıkıp gittim. 






10 Ağustos 2014

Ne Sihirdir ne Keramet..

Günler.. şöyle bir köşede, geçmeyi bilmez halde dursun.

Sonra bir an gelsin..

O an, seninle ama senden uzakta, ama kalbine bir o kadar yakın o kişi ile, aynı şeyi düşünüyor ol.

Birbirinizi...

İşte o anlar.. O sihirli anlar.. paha biçilemez..

O anları bilmek başka, yaşamak çok başka...

Bu öykümde, o anları sevdiğimi fazlasıyla güzel anlattığımı düşünüyorum.














5 Ağustos 2014

İlk...

Gözlerini kapadığında.


Sinirlendiğinde.


Acıktığını hissettiğinde.


Yorulduğunda.


En mutlu anında.


Güldüğünde.


Ağladığında.


Sabah uyandığında.


Dualarında.

Hayallerinde. 

Gözün seyirdiğinde.


Yoğun iş temposunun tam ortasında.


Canın yandığında.


Sıkıntıdan patladığında.

Korktuğunda.


Güzel bir şey gördüğünde, duyduğunda.


Bir şey beğendiğinde.


Bir şey paylaşmak istediğinde,

Ve dahası nice hal ve durumlarda
Aklına gelen kaç kişi var?
Ya da kim var...

Çok düşünmeden, bu yazıyı okuduğunda ilk aklına gelen, herhalde en sevdiğindir değil mi...





4 Ağustos 2014

Ölüyorum Saadetten.

- bu nasıl bir mesaj şimdi ya...
- ne yazmış ki ?
- ölüyorum saadetten diyor.
- çok sevinmiş ama... ölürsem şu an bu saadetle öleyim.. sonsuz olsun saadetim, diyor.
- e geber diye cevap yazayım ben o zaman ...
- yaz yaz.. zira şu an geberttin zaten çocuğu. Geçmişler olsun !
- ? ...