31 Mart 2014

Bugünün Saraylısı Dizisi.


29 Mart Cumartesi günü yayınlanan bölümle, aklımdaki  sorulara cevap buldum.
Peki ne idi o soruların en önemlisi ?
Savaş duygularında samimi miydi yoksa hepsi bir oyun muydu? Son bölümden evvel tamam diyordum, bu adam samimi. Gerçekten Ayşen'i seviyor.
Ama öyle değilmiş arkadaş. Adam annesini bile kandırıyormuş. Ki bir intikamda ondan alıyor zaten.

Baştan beri Ayşen'in Ata Bey'in kızı olduğunu biliyormuş. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplamış. Ayşen'i aşkına inandırmayı başardı. Evlenecekler. Tabi Ata Bey ve Fatih'i hiçbir zaman inandırmayı başaramadı. Ve sanki onlar Savaş yalancı dedikçe, Ayşen Savaş'a daha çok inanıyor ve aşık oluyor.

Evet..

Şimdi ne olacak?
Savaş'ın planının devamı ne?
Ayşen'le evleneceklerde ne olacak?
Ata Bey'in sahip olduğu herşeyi almanın peşinde. Ayşen'in babasından kalan inşaat şiketini de batırmayı planlıyor gibi. Tabi Ayşen batınca doğal olarak Ata Bey'de batmış olacak. Ev Ayşe'nin, atölyede. Onun sayesinde hala lüks içinde yaşıyorlar. Ayşen biterse onlarda yine bitmiş olacaklar. Savaş da bunun farkında zaten. Ondan o kredi mevzusunu açtı kanımca.
Başka bir bakış açısı olarak şöyle de diyebiliriz. Ata Bey'in evi Ayşen'in, atölyesi Ayşen'in. E Ayşen Ata Bey'in kızı. Savaş kocası olunca Ayşen'e de , Ayşen'in sahip olduklarına da otomatikman  sahip olmuş olacak. Ve bir şekilde Ayşen'i oyuna getirip, kandırarak tüm herşeyine sahip olur. Yani intikamını almış olur.

Evlenecekler ve bence herşey daha yeni başlayacak. 
Ya da ikinci ihtimal olarak evlenince herşeyi açıklayacak ve dizi bitecek.

Bakalım hangisi olur.. göreceğiz. 



30 Mart 2014

Neşe..

Neşe, dünyanın en güzel en etkili en büyüleyici kokusuna sahip. Koklayıp, şöyle bir içine çekenler, kendinden geçiyor. Buram buram yayılıyor kokusu. Kokusunu alan herkesin ruh hali değişiyor. Neşeleniyor. Yüzlerine kocaman bir gülücük konuyor.

Sen sen ol, neşeni susuz, burnunu tıkalı hiç ama hiç bırakma.

Bırak.. dağılsın neşen etrafa..
Sarsın dört bir yanı... esirgeme bu güzelliği kimseden..

Bırak.. neşe koksun her taraf.. 


İzlediğimiz Blogları İzlemekten Vazgeçmek İçin.

Başlık biraz itici, kabul. Ama şunu da kabul etmek lazım ki, bazen, bazı kişileri izlemekten vazgeçebiliyoruz. Artık yazmıyordur mesela. Ya da artık bize hitap etmiyordur. Ya da çok başka sebeplerden. Hatta abartırım, adını bile görmek istemiyoruz belki de listemizde. Olur mu olur.. Abartmayı da pek seviyorum.
İtiraf edeyim, benimde listemde bu saydığım sebeplerden birkaçı nedeniyle silme işlemi yaptığım blogdaşlar var. 
Bir ara şu lafları bile okumuştum. Arkadaş listesini anasayfadan kaldırdı, çünkü kimsenin listesinden çıkmasını istemiyordu.. falan filan.. 
O listeyi sayfasında tutup arkadaş listesinden çıkmayı bir şekilde engelleyenlerde mevcut. Artık nasıl bir ruh haliyse bu. Anlamak zor. 
Bir de olaya şu yönden bakılabilir. Anakumandadan izleme yapınca fazla blog izliyorsunuz, silme işlemi yapmanız lazım diyor ya, işte bir silip iki ekleyebiliriz. :)

Neyse, lafı uzatmadan bu işlem nasıl oluyor, anlatayım. Blogger ana kumandadayız. Yukarıda resimde olduğu gibi  sağ üst köşede yer alan, yuvarlak içine aldığım o çark şeklini tıklıyoruz.

Tıkladığımızda, yukarıdaki gibi bir ekran çıkacak. Arkadaş listemiz alfabetik olarak karşımızda... Şimdi, listemizden silmek istediğimiz blogun isminin karşısındaki Ayarlar kısmına tıklıyoruz. Ben örnek olarak ilk baştakine tıkladım. :)
Resmi büyütebilirsiniz. Büyük hali fazlaca taşıyor diye küçük bıraktım.

Sonrasında yukarıdaki gibi bir ekran çıkacak karşımıza. İşaretli olan " Bu Siteyi İzlemeyi Durdur" yazısına tıklıyoruz.

Son olarak karşımıza böyle bir ekran çıkıyor. Son kontrol olarak blogun ismine bakabiliriz. Olur ya, yanlış blogdaşımızı silmeyelim şimdi. Yine İzlemeyi Durdur'a tıklıyoruz. İşlem bitiyor.
İsmi bir yanlış anlaşılma olmasın diye sildim. Belirtmek isterim.
Bazen liste yok oluyor. Ekle yazan bir sayfa çıkıyor. Geri dönmek için blogger anakumandaya dönüp, ilk başta dediğim o çarka tıklamanız kafi. Sıra ile istenmeyen kişileri silebilirsiniz.

Tabi beni de istemiyorsanız  silebilirsiniz. Hani benimde arkadaş listem yok ya anasayfada.
Bunu da, ekle konulu yazımda beni ekleyin dedim, şu an silmeyi anlatıyorum. Şimdi aynı işlemi bana da yapabilirsiniz demem lazım, bence. :D

Tüm seçimleriniz mutluluk versin...








29 Mart 2014

Bir Fatiha.


Yeğenimi, ailesi yazları Kur'an kursuna gönderirdi ama orada çocuk rahat olmazdı. Canı pek gitmek istemezdi. Bu sene 5.sınıfta okuyor ve derslerinden biri Kur'an-ı Kerim'di. Ve okul bitmeden Kur'ana geçti. Ananeside ona bir Kur'an-ı Kerim alıp hediye etti. Canım benim, akşam okuldan gelince beni aradı, teşekkür etmek için. Bende ananeye verdim telefonu. O da çok mutlu oldu.

Geçen senelerde işyerine bir adam gelmişti. Pek hatırlamıyorum ama muhabbet bir şekilde cenazelerden açıldı. Adamın dedikleri beni çok etkiledi o an. Hala unutmadım. Şöyle dedi:

"Çocuklarımıza en azından bir Fatiha'yı öğretelim, ölünce mezarımızda hiç olmazsa bir Fatiha okurlar bizim için."

İlkokul 4. sınıfa gidiyorum. Sınıfça otobüsle bir yere gidiyoruz. Mezarlıkların yanından geçiyorduk. Öğretmenimiz, tam geçerken, Bir Fatiha, 3 İhlas okuyun ölüler için, dedi. Okuduk. İşte ozamandan beri, ne zaman bir mezarlığın önünden geçsem, bir Fatiha, 3 İhlas süresi okur, orada yatan tüm ölmüşlerin ruhlarına hediye ederim. Azap çekenlerin azabının dinmesi için dua ederim. Bunu bana öğrettiği için çok sevgili öğretmenime buradan çok teşekkür ediyorum.

Hani yazar ya, mezar taşlarında ruhuna bir Fatiha, diye. Bir evlat, ana babası için bir Fatiha okuyamıyorsa, Allah cümlemizi affetsin. 




28 Mart 2014

Anlaşma.

Kalbim, ters dönmüş bir kaplumbağa, bir hamamböceği gibi çırpınıyor. Ters düz olmuş, aklı karışmış. Evet, benim kalbimin aklı var. Var – dı daha doğrusu. Artık yok. Midesinde uçuşan kelebekler aklını ham etti. O da şimdi nasıl düze döneceğini bilemiyor. Açlıktan ölecek. Yardım etmek istiyorum ama yapamıyorum. Kalbimle bir sözleşmemiz var. Ona dokunamıyorum. Karışamıyorum. Dokunursam ölür. Ama dokunmasam yine ölecek. Bende kendimi ters düz yapsam, o düzelir mi.. denemek lazım.

Denedim. Kalbim şimdi düzeldi. Ama ben hala düzelemedim. Hayata hala tersten bakıyorum. Ama kalbimle olan anlaşmamızı yeniledik. O bana hayatın düz görünen kısmını, ben ona ters bakışını anlatıyorum. Çoğu zaman anlattıklarım hoşuna gitmese de, artık beni dinliyor. Bende onu. 






27 Mart 2014

İtiraf.

Yeni aldığım ve ilk kez giydiğim ayakkabımda bir leke gördüm. Ooo.. nereden bulaştı şimdi ya.. diye üzüldüm hatta. Baktım, sanki boya sıçramış. Peçeteyle sildireyim dedim, çıkmadı. Peçeteyi ıslatıp denedim. Yine olmadı. Hatta bir baktım dağılmış, büyümüş leke.
Ahaa.. Sonra bende bir ışık çaktı.
Sizde de oldu mu?
Ayakkabıma meğer su leke yapıyormuş. Su lekesiymiş onlar. :D Kuruyunca geçiyor.
Bunu anlayınca çok sevindim.
Zira şimdiye kadar aldığım en pahalı ayakkabılarımdır kendileri. Daha ilk günden başlarına bir iş gelmesi beni deli ederdi, itiraf ediyorum.. :)








26 Mart 2014

Eski Seçim Zamanları ve Değişiklikler.

Seçime çok az kaldı. Oy pusulaları (seçmen bilgi kağıdı) dağıtıldı. Sandık görevlileri eğitimlerini tamamladı. Şimdi herkes sanki biraz gergin, biraz heyecanlı 30 Mart'ı bekliyor.

Değişen çoğu şey gibi, seçimle ilgili de çok şey değişti. Belki çoğu kişi bu değişikliğin farkında bile değil. Ya da bana öyle geliyor. :)

Örneğin, eskiden seçmen olan bizlerin oy kullanma yaşımız geldiğinde başvuru yapmamız gerekiyordu. Adres değişikliğinde de başvuru yapmak lazımdı. Ama şimdi öyle değil.
Ben, bu başvuru zamanlarına denk gelip yapanlardan biriyim. Bilinçli bir aileymişiz vesselam. Zira, bilmem kaç yaşına gelmiş olup, başvuru ypamadığı için oy kullanmayan insanlar tanıdım ben.
Peki nasıldı bu sistem. Anlatayım. Kime ne faydası olacak bilmiyorum ama içimden anlatmak geliyor kardeşim...
Önce muhtarlığa başvuru yapmamız gerekiyordu. Muhtarlıktan kendim ve ablam için Yeni Seçmen Başvuru Formunu, diğer ablamlar ve anne-babam için de Seçmen Bilgi Değişikliği Formu (adları daha değişik olabilir ama aklımda kaldığı böyle) almıştık. Her birimiz için bir form. Onları doldurmamız gerekiyordu. Bir de o zamanlar seçmen numarası diye bir şey vardı. Kimlik numaraları henüz bu kadar kullanılmıyordu.
O formları doldurunca işimiz bitti sanmayın. O formları daha sonra merkezdeki İlçe Seçim Kurulu'na götürdük. Oradada kuyruk vardı. Yeni seçmenlerin ve bilgi değişikliği olanların kuyrukları ayrı idi. O kuyruklarda bekleyip, kayıt yaptırdık. Böylece seçimde oy kullanacak bir seçmen olmuştum.
O ilk oyumu kullanacağım seçimde verilen oy pusulamı hala saklarım. Mavi renkli. Bakın onlar bile değişmiş. Şimdikiler siyah beyaz ve incecik basit bir kağıt. O zamankiler daha kaliteli kağıda ve renkli basılıyormuş. Unutmazsam resmini eklerim de görürsünüz. Belki de hiç görmemişsinizdir renkli seçmen kartı.. :D Bir de bir hıhhh.. diyeyim.
Bu uygulamayı sonraki seçimlerde hep muhtarlıklar üstlendi. Yani formları orada doldurup, muhtara teslim ediliyordu. Muhtar süre bitince seçim kuruluna teslim ediyordu. Yani vatandaşı o kuyruktan kurtarıp daha çok seçmen kazanma umudu taşıdıklarını söyleyebiliriz.

Peki şimdi iş nasıl oluyor. Adresle birebir gidiyor. İlk kez oy kullanacaklara otomatik çıkıyor. Vatandaş sadece adres değişikliği yaparak oyunu da taşındığı yere götürüyor. Ama yine de oyu çıkmayanlar oluyor. Neden? Çünkü vatandaş adres değişikliğini de gidip bildirmeyi ya unutuyor ya da üşeniyor. Sonra da adresi siliniyor. Oyu da gidiyor. Sonra diyor ki, benim oyum niye çıkmadı. İnsanı deli ediyorlar.

Görüldüğü gibi çok şey değişmiş güzel memleketimde. Ve çoğu şey hiç değişmeden kalmış. Sorumsuz insanlar...




25 Mart 2014

Paylaşımlardaki Hainlikler..

Bu yazı, haftasonu da çalışmış bir insan psikolojisi ve twitter olmayınca facebooka saran insanın düşünceleriyle harmanlaşmış bir ruh hali ile yazılmıştır. Artı olarak, canı sıkılmaktadır. Konu bulamamaktadır.

Şimdi...

Facebookta, Allah'ını seven paylaşsın, peygamberini seven paylaşsın, Allah için paylaşın, diye yazılı olan paylaşımları niye paylaşıyorsunuz?

Sadece meraktan soruyorum.

Paylaşınca seven olunuyor da, paylaşmayan sevmemiş mi oluyor, tövbe tövbe...

Bunu yapanın asıl niyetini anlamak zor mu? Beğeni rekoru kırmak sadece. Bakalım bunu Allah için kimler paylaşacak..  kaç kişi var.. bilmem ne..

Bu durum bir bana mı saçma geliyor !?

Sonuç, kırılan paylaşım ve beğeni rekoru. Kim kazandı, tabiki o. Paylaşımı rekor kırdı, daha ne olsun. Paylaşan bizde (ki hiç paylaşmadım öyle şeyler ama çoğul konuşmak istiyorum), sözde Allah sevgimizi göstermiş olduk.
Şimdi kiminiz diyebilir ki, onlar bazı şeyleri insanlara göstermek, bilinçlendirmek için oluyor.. falan.. İyi güzel de altına Allah için yazmanın manası ne.. Onu anlamıyorum. Onu yazmasa paylaşılmayacak kadar değersizse zaten o notu düşmesinin bir anlamı yok. Paylaşacak kadar iyiyse de o nota hiç gerek yok. İstediği rekor paylaşımı zaten olur. Ama işte bence orada niyet rekor sadece. Yine aynı şey.. 


Bu aynı, neyse benzetme yapmaya korktum şimdi. Günaha girmeyeyim, yanlış bir şey yazıp. Anladınız siz beni. Değil mi...




20 Mart 2014

Hatıralar Diyarına Yolculuk.

Filmlerin dizilerin o meşhur sahnesi. Doktor, yok onlar kendilerine genelde danışman diyorlar de mi, şöyle diyor ya: hadi biraz çocukluğuna gidelim..
Sevgili blogdaş Deeptone'ninde Çalıkuşu mimi, bana bu hissi verdi. Hatırladığınız en son çocukluk anınız ne ve kaç yaşındayken, diye sormuş.

İşin açıkcası bendeki hatıralarda pek yaş yok. Yaşımı hatırlamıyorum. Millet, şu yaşımdaydım, şu şu olmuştu der, şaşarım. Kaldıki bana göre hafızam iyidir de. Demek ki yaş ile sıkıntım var benim. 
Örneğin, kışın boyum kadar kar yağardı. Kapımızın önü kardan kapanırdı. Babam saatlerce uğraşırdı açmak için. Tabi boyum kadar meselesinde küçüklüğümden boyum kadar olması normaldir de, harbiden çok yağarmış ama o vakitler ki, kapımızın önü kapanırmış. Şu birkaç yıldır öyle kar görmedik ne yazık ki. Neyse, dramlaştırmayalım mevzuyu. 
Bizde ablamlarla toplanır, karda oynamak için özel seçim kıyafetler giyerdik. Kat kat. O boyum kadar karın içinde yürüdüğüm anı hatırlarım. Ne keyifli idi, o karda yürümek. Bir iz bırakmak. İlk basanın ben olması. İnanılmaz keyifliydi.

Şimdi geçelim yaza. Yaş kısmını hatırlamadığımdan okul zamanlarımı hatırlamaya çalışıyorum. Ama ondan da emin olamıyorum.
Bisiklet ile ilgili anılarıma geçelim yaz demişken. Yaz olur da bisiklet olmaz mı..
Ama bilenler ve hatırlayanlar bilir ki, benim hiç bisikletim olmadı. Hala da bilmem bisiklet sürmesini. Yakın arkadaşımın bisikleti vardı. O kullanır, ben peşinden koşardım, deli gibi. Ablamda kızardı bana.
Sonra bisikletle ilgili korku dolu bir anım var, maalesef. Evimiz yolun kenarında idi. Yolu geçip eve gideceğim. İlkokul 2ye ya da 3e gidiyorum. Bu hatırımda ama net değil yine. Üzerimde lacivert renk kumaş pantolonum var. Tam karşıya geçeceğim, o an nereden nasıl çıktığını hatırlamadığım bir bisikletli belirdi karşımda. Ben geri adım atıyorum, o da geri geliyor. Ben ileri gitmeye çalışıyorum o da öyle. Ama nasıl korktum bir bilseniz, ezecek beni sandım. Birde dipdibeyiz. Sonra nihayet geçebildim karşıya ama ağlayarak. Ve pantolonum ıslak olarak. Evimizin yan kenarında oturup saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. Tir tir titreyerek.

Ve ilk zemzem içmem ve ilk duam belki de. Amcamlar hacıdan gelmişler. Ziyarete gitmiştik. Yine ilkokul 2 ya da 3e gittiğim vakitler. Küçük bir fincanla verdiler zemzemi. Ayağa kalkıp kıbleye yöneldik. İçmeden dua edin, kabul olur, demişlerdi. O an ettiğim duamın kabul olduğunu çok iyi biliyorum. Ne mi dilemiştim. Okul hayatım boyunca başarılı olmayı. Oldum da. Keşke bir ömür isteseymişim. 



18 Mart 2014

Bir Erkek İçin Ağlama.


Bir erkek için asla ağlama, tek bir gözyaşı dökme, demişti. Bense oturmuş, bir erkek için ağlıyordum. Hem de bir dakikadır, kesintisiz. Bir dakika mı? Bir dakika olduğunu fark edince, bir an durdum. Bir dakika mı, dedim kendi kendime. Sanırım saatimin pili bitiyor. Bir dakika olamaz. Bana kalsa saatlerdir ağlıyordum.

Ağlamayı bırakmış, saati doğrulamakla uğraşmaya başladım. Derken kapı çaldı. Kim o, demeden direk açtım. Karşımda, bana göre bir saat, ama saate göre bir dakikadır uğruna gözyaşı döktüğüm adam duruyordu. Bir şey demedi. Elimdeki telefona bakıyordu. Bende baktım. Onun telefonuydu. Hiç fark etmemiştim. Saati doğru mu diye sordum. Şöyle bir baktı yüzüme. Evet dedi. İyi, benimki de doğru, dedim. Telefonu uzattım, aldı ve gitti.

Kapıyı kapattım ve aynaya baktım. Sevindim. Yüzümde ağladığıma dair bir belirti yoktu. Zafer benimdi.
Bir erkek için asla ağlama dediği için, eşimin kendi cenazesinde tek gözyaşı dökmeyen beni, şimdi evladım ağlattı. Hem de ne için... hiç.. Beni kaynana yapacak kadar büyüdüğü için..

Eşimin resmini elime aldım. Öptüm ve sıkıca sarıldım. Sanki onu kucaklar gibi. Kızma dedim, kızma bana sakın. Ben bir anneyim...







17 Mart 2014

Blogger Ana Kumandadan Blog İzleme.

Yazın bloggerin izleyici butonu kalktı, bildiğiniz gibi. Sonra bir şekilde geri getirmeyi başardık. Ama galiba eskisi gibi iyi çalışmıyor ki kimimiz sorun yaşıyoruz.
Bugün bir blogdaşında bu konuda yardım istediğini gördüm.
Bende, çok bilmiş halimi takınarak, olaya bir çözüm bulmak istedim. Zira bir çözümü var. Beni de şimdi anlatacağım şekilde izlemeye alabilirsiniz. Unutmayın. :)
Bloggerin giriş sayfasında, yani kumanda panelinde, üstteki resimde görmüş olduğunuz gibi, ekle butonu mevcut. Kırmızı ile işaretlenmiş olan Ekle'ye tıklıyoruz.

Karşımıza üstteki gibi bir yer açılıyor. Okla gösterdiğim o kısma, izlemek istediğiniz blogun, önceden anasayfasından kopyaladığınız adresini yapıştırıyorsunuz.
Sonra, alttaki İzle butonuna tıklıyorsunuz. Kaydediliyor diye yazı çıkıyor ve blogun yazıları ekrana geliyor.
İşte bu kadar... :)

İnşaallah, açıklayıcı ve anlaşılır bir yazı olmuştur.
Yani, izlemek istediğimiz blogun izleyici gageti yok olsada, tıpkı benimki gibi, bu şekilde izlemeye alabilirsiniz sevgili blogdaş dostlarım.
Herkese bol izlemeli günler dilerim. :)



16 Mart 2014

Rüzgar.

Delisin sen rüzgar. Deli..
Ne gelişin belli. Ne de gidişin.
Merhamet istiyorum senden rüzgar, merhamet et bana.
Okşa saçlarımı.. kondur buseni yanağıma.

Delisin sen rüzgar. Deli..
Usulca gir odama. Otur yanıbaşıma. Ortak ol yalnızlığıma.
Usulca sil gözyaşlarımı..

Delisin sen rüzgar. Deli..
Sürmüşsün yine en güzel kokuları. Döndürdün başımı yine..

Delisin sen rüzgar.
Ben senden deli.
Ben seviyorum seni. Sen de sever misin beni...
Ah deli rüzgar, ağlatma bu deliyi...
Es de sil gözyaşlarımı.
Merhamet istiyorum senden deli rüzgar, merhamet et bana.
Okşa saçlarımı.. kondur buseni yanağıma.

Benim deli rüzgarım...
Sevdası bol rüzgarım..

14 Mart 2014

Kimliğiniz Yanınızda mı?


Kendi kendime yaptığım gözlemlerle diyebilirim ki, kadınlarda kimlik taşıma huyu yok.

Kadınlarda, orta yaştakiler sokağa çıkarken kimliklerini yanına almazken, yaşlılar alıyor.
Erkeklerde genç, orta yaş ve yaşlılarda kimlik taşıma kadınlardan daha fazla.
Yani genci olsun, yaşlısı olsun, erkekler kimliklerini büyük oranda yanında taşıyor.
Kadınlarda ise daha çok yaşlılar buna dikkat ediyor. Orta yaşlılar ve gençler genelde kimlik taşımıyorlar. Şunu rahatlıkla söyleyebilirimki, ortayaşlı bir bayan, kimlikle bir işi yoksa yanına hiç almıyor. Tabi bu durum, çalışmayan evhanımlarını kapsıyor, onuda belirteyim.

Peki kimlikler neden sokağa çıkarken yanımızda olmalı? Ya da cidden olmalı mı?

Eğer ki, sokağa çıktığınızda başınıza bir iş gelirse, kimliğiniz yanınızda olursa, yakınlarınıza ulaşmak kolay olur.

Kim ister, kimliği belirsiz bir hasta olmayı.. ya da .. aman işte söyletmeyin. Anladınız.

Evet..

O halde.. Kimlikleri görelim. :)

Bakalım, kimler yanında taşıyormuş. Şimdi resmini çekip gönderin, babında demedim tabiki. Bir an kendimde o hissiyat uyandı da  yazdığımı okuyunca, ondan dedim.

Bakalım, blogdaşlarım arasında kimler buna dikkat ediyor. Bir istatistik çıkaralım.

Olmaz mı?




12 Mart 2014

Açık Bırakılan Kapılar.


Eğer bu soğuk kış günlerinde gittiğiniz dükkan, büro ve benzeri yerlerdeki kapalı kapıları giderken açık bırakıyorsanız şayet, arkanızdan tonlarca lafı da yiyorsunuz, bilmiş olun.

İçerisini ısıtmak için anamız ağlıyor haberiniz var mı sizin.. 

O ayakları, kapıdan giren o soğuk, nasıl kesiyor, bir bilginiz var mı? 

Yok tabi.. Kapı kapalıymış, açık kalmış.. ohhh.. kimin umrunda. Al başını git sen. 

Bir de iki dakika bir şey soracağım diye kapıyı açık bırakıp ayaküstü yarım saat çene çalanlar var tabi. Onlar ayrı zulüm. Ayrı dayaklıklar, söylemiş olayım. 

Tüm bu lafları eden, üşüyen, ayakları soğuktan kesilen biri olarak, mümkün olduğunca kapalı kapıları kapatmaya özen gösteriyorum.

Bu yazıyı da bir uyarı olarak not düşürüp, siz sevgili blogdaşlarımı bu konuda bilgilendirmeyi kendime bir borç bilirim.

Saygılar,
Sevgiler... :)




11 Mart 2014

Bir Çocuk Uçuyordu.

Bir çocuk gördüm. Uçuyordu. Gökyüzünün maviliğinde, bulutların arasından süzüle süzüle..

Ama bir gariplik vardı. Uçan bir çocuktu. Şen olmalıydı. Uçarken bile yerinde duramamalıydı. Bulutlardan kendine pamuk şeker yapmalıydı. Kuşlara selam çakmalıydı. Peşlerine takılmalıydı hatta.

Ama..

Ama bu çocuk, sessiz ve usulca uçuyordu.

Derken bir yağmur başladı. Açtım ellerimi yağmura. Düşen yağmurlara baktım. Sonra çocuğa. Ellerime düşen gözyaşıydı. Bir çocuğun gözyaşı. Yağmurla yağan gözyaşları, elimdeydi.

Ağlıyordu, uçan çocuk. Yağmurdan güçlü idi gözyaşları. Can yakıyordu o yaşlar. Gökyüzünde o çocuğu görmeyenler, yağmurla düşen o gözyaşının verdiği acıya anlam veremiyordu.

Bir çocuk gördüm. Uçuyordu. Gökyüzünün gri ve yağmur dolu bulutlarının arasında. 


9 Mart 2014

Ayna...

İnsan, aynaya bakmayı da seviyor, ayna olmayı da seviyor, diye düşünmeye başladım.
 Aynaya bakınca ne görürüz? Kendimizi.

Etrafımızda hep ayna olsun da, hep kendimizi görelim...
Ayna olalım da insanlar bizde hep kendisini  görsün...

Birinde yansımayı, diğerinde yansıtmayı sevenler.
Ama hep kendini görmek. Aynada sadece bir kişiyi görmek.

Oysa dikkatli bakabilsek, kendimizden önce yanımızdakileri de görebiliriz. Ama o aynalara sadece kendimizi görmek için bakıyoruz. Ya da olmak istediğimiz kişiyi görmek için.

Dünyayı, ya bir kendimizden ibaret sanıyoruz. Ya da iki kişiden. Ama aynı aynaya bakan iki kişiden ibaret...

Dünyanın her bir yanı ayna olsa idi, kaç tanemiz, o aynalarda kendimizden başka kaç kişiyi görürdük?


7 Mart 2014

Yumuşacık Dudaklar İçin Ne Yapmalı ?

Her gün farklı telden çalmayı seviyorum.

Bu gün çok farklı bir boyuta gidiyoruz. Kişisel bakıma. Dudak bakımına. Siz sevgili blogdaşlarıma kendi keşfettiğim bir, nasıl tabir etsem ki, çözümü paylaşmak istiyorum.
Aslında küçük bir pratik bilgi de diyebiliriz.

Malum, en çok kış aylarında dudakların bakımı güçleşir. Çatlar, kurur. En kötü tabirle, iğrenç olurlar.
İşte dudakları ilk günkü gibi pürüzsüz yapmanın ve ölü, çatlak deriden kurtarmanın formülü;

Sakız çiğnemek.

Çok şaşırdınız değil mi? Ama inanın işe yarıyor. Sadece bende öyle olduğunu sanmıyorum.


Efendim, şöyle yapıyorsunuz. Sanki farklı bir şey yapılacakmış gibi konuşuyorum. 
Sakızı çiğniyorsunuz. O kadar. Ama kanımca sokakta değil, evde çiğneyince oluyor. Çünkü dudaklar sokakta yine kuruyor. Bir süre çiğnedikten sonra, ki yaklaşık bir saat, dudağınızdaki o çatlamış kurumuş ölü derinin yumuşamış olduğunu farkediyorsunuz. Elinizle lavaboda suyla birlikle o yumuşamış kısımları sildirin.
Göreceksiniz ki, dudaklarınız yumuşacık olmuş. Oh mis. :D

Dediğim gibi, bu bende çok iyi işe yarıyor. Dudaklarım yenilenmiş gibi oluyor. Çünkü üstündeki o kurumuş deriden kurtuluyor dudaklar. Ama temizleme işlemini yapmazsanız, bir işe yaramaz. Onu da belirteyim.

Bir deneyin bakalım, eminim sizde de işe yarayacak.

Çatlatsız, yumuşacık dudaklara sahip olduğunuzda, içinizden, şu işe yaramaz uyuşuğa, bu keşfi için bir teşekkür ve aynadan bir gülücük attırıverin, kafi. ;)


6 Mart 2014

Boş...


Boş işler, boş hayaller, bomboş bir dünya.

Sorguluyorum kendimi. Ne var elinde, dolu olan...

Yüreğinde ne var peki ? Ya aklında...
ya kalbinde...

Bant kopuyor. Yüreğim sıkışıyor..
Dilim tutuluyor.

Sadece içten içe düşünceler. Hayaller..

Ama yapılan tek bir şey yok.

Neden?

Şükrü dilimden düşürmemeye çalışsam da, biliyorum, yetmiyor.

Başkalarının yaptıklarını gördükçe, okudukça iç geçiriyorum.

Aklımdan geçenleri, hayata geçiremiyorum.

Susuyorum, kalıyorum.

Ömür geçiyor. Zaman geçiyor. Saatlar akıyor gidiyor.

Ben ise;

Boş işlerde, boş hayallerde..



 

5 Mart 2014

Kurt Seyit ve Şura Dizisi.

Dikkat bu yazı aşırı eleştiri içerir. Kaldıramayacaklar okumasın.

İlk önce demeliyim ki, kitabını okumadım. Onu belirteyim. Ben aylardır ekranda dönen fragmanlarından biliyorum. Onlar da bana, savaş ve büyük bir aşk dedi. Ama bunları ilk bölümden sunmayı başaramadı, maalesef.

Koca koca asker adamlar, liseli ergenler gibi iddiaya girdi. Biri gitti, bu iddiayı başka kadına anlattı. Ki o koca kadın, liseli ergen gibi, gitti kıza bunu yetiştirdi.

Orada yaşına uygun oynayan bir Farah Zeynep Abdullah idi. Diğerlerini hiç beğenmedim.

Bir de gören ilk gördüğüne hemencecik aşık oluyor, arkadaş. Bu nasıl iş. Ama buna, ablamla savaşın neden olduğuna kadar verdik. O açıdan bakınca haklılar tabi.

Dizinin sonunu da şimdiden söylediler aslında. Seyit, Şura ile evlenemiyor. Ortada kocaman baba vasiyeti var. Hadi, baba göremeden öldü diyelim. Dost görünümlü sinsi düşman Petro var. Asla evlenmelerine izin vermez. Kaldı ki, babasının vasiyetini duydu. Başına kakar, kesinlikle.

Zaten Seyit'in evleneceği kızı da gösterdiler. Aa.. kim ki? Hani doğuma ebe yetiştirdiler ya. Oradaki kızımız. Seyit'in arkadaşını Seyit sanıyor ya. Kesin onunla evlendirilir. Kız gördü, beğendi. Bir daha görmesine luzüm yok. Ki görse de yine beğenir zaten. Bunu da buradan söylemiş olayım. Sonra bak uyuşuk demişti, dersiniz. Bende tebrikleri alırım. :D

İlk bölümden bence baya fire verdiler. Millet artık, ya meraktan, ki hiç sanmıyorum ama, ya da tabiki de Kıvanç için izleyecek. Ammavelakin, hikaye böyle giderse, Kıvançla ne kadar gider, bilinmez. O kadar reklamı yapılmış dizi tutmazsa ayıp olur. Ama naparsın, bu sezon ayakta kalmayı başaran dizi çok az. Bu da bir gerçek. 

İlk bölümden fazla mı eleştirdim ki. Ama ilkler önemlidir. İlk etki de öyle. Bendeki etkisi budur. 

Birde Seyit'e hep Seyis diyorum, neden bilmiyorum. Başlığa da Seyis yazmışım da, Allah'tan düzelttim yayınlamadan. Arada Seyis diye geçiyorsa, anlayın ki o Seyit. :)
 




4 Mart 2014

Sebep...

İnsan her gün kendine sebepler buluyor. İşe gitmek için mesela. Gülmek için. Ağlamak için de.
Hayaller kuruyor, sebeplerin beraberinde.
Hayaller mi sebep... Sebebi mi hayaller...
Şu hayatta sebepsiz ne yapıyoruz ki ?
Cevap basit: seviyoruz...
Başlangıçta sebep arar gibi  yapsakta, sebepsiz seviyoruz. Sebepsiz sevemeyenlerin inadına...
Sevgiler...
:-)



3 Mart 2014

Soru ?

Her sorunun bir cevabı var mı?

İnsan,  her zaman cevap bulmak için soru sormuyor.
Her cevap, sorularda gizli değildir.

Bilir misin?

Cevabını bildiğin bir soruyu sormak, insanı keyiflendiriyor mu ne?
Tıpkı,  sorusuz,  cevaplara ulaşmak gibi...