27 Mart 2015

Kayıp Aramayın.

Efenim..
Şu sıra pek yokum, farkettiyseniz.
Şimdiden sonra hepten yok olacağım.
İzne ayrılıyorum.
Malum düğün günü yaklaşıyor.
Sonra balayı için Nevşehir. Bu arada Nevşehirde ne yapmalı, nereye gitmeli... öneri bekliyorum.
Mayısta kısmetse görüşürüz.
Yorumlara dönemem büyük olasılıkla. Şimdiden hepinize çok çok teşekkürler.
İyi bakın bloguma da kendinize...




10 Mart 2015

Gözler...

Kurs odasının kapısından girince O'nu yine yerinde, yaptığı resme odaklanmış şekilde buldum. Ben erkenciydim ama O, benden de erkenci idi.
Yanına gittim. Yine nasıl harika bir resim yapıyordu, merak ediyordum. Resmini görünce yine bayıldım. Kızın olağanüstü bir yeteneği vardı. O, dalgın dalgın resmini yaparken ben sanki kendi kendime konuşur gibiydim. Nihayet eseriyle olan o görünmez bağını kopartmayı başarmıştım. Beni farkedince gülümsedi.

-Senin soyun kesin şu ünlü ressamlardan birinden geliyor. Bu resminde harika.

-Seninkilerde çok güzel. Hepimizinki öyle.

-Yapma canım. Hepimiz biliyoruz, seninkiler başka. Hoca bile ağzı açık şekilde seninkilere bakıyor. Sen, senin resimlerin için sana bir ikazda bulunduğunu hiç duydun mu Allah aşkına. Şu sınıfta laf söylemediği tek kişisin. Adam uyuzun önde gideni. Fırçayı tutuşuna bile karışıyor. O an fırçayı kafasına geçirmek istiyorum.

İkimizde kahkahalarla gülüyoruz son cümleme. Tam o an, hoca içeri giriyor. Benim kahkalarım içimde kalıyor. Yeliz ise gülmeye devam ediyor. Ondan cesaretle bende gülüyorum.

-Hanımlar, erkencisiniz.

-Evet hocam, biz hep böyleyiz.

İçimden, dediğimi duymadığı içinde şükürleri sıralıyorum.
Hoca, Yeliz'in resmine bakıyor.

-Bunu şimdi yaptın değil mi?

-Evet.

-Bu kadar kısa sürede bu harika resimleri yapıyor olman senin ne kadar yetenekli olduğunun ispatı. Biliyorsun değil mi?

Yeliz, sessizce başını sallıyor. Yeteneği konusunda konuştuğunu zaten hiç duymadım. Bense şaşkınlıktan şok oluyorum. Kendi kendime, şimdi mi.. diye söyleniyorum.

-Neden evde değilde burada yapıyorsun? Birkaç haftadır seni görüyorum. Erken geliyor, resmini burada yapıyorsun.

-Evde yaptıklarımı beğenmiyorum.

-Evde yaptığın bir resmini görebilir miyim?

-Yok. Bir kere yaptım, beğenmedim yırttım hocam.

Hoca, bir şey demiyor. Resme bakıyor. Dalıp gitmiş gibi.

-Yeliz, senin resimler için bir sergi yapalım mı?

-Hayır.

Bu direk ve net cevap hocayı şaşırtıyor. Hiç beklemediği bir cevaptı. Benimde. Sonra daha beklenmedik bir şey oluyor. Yeliz, malzemelerini toplamaya başlıyor.

-Niye topluyorsun ki, birazdan ders başlayacak zaten.

-Yeliz.. ? !

Yeliz, bizi duymuyor bile. Kısa sürede toparlanıyor. Göz göze geliyoruz. Gözlerinden yaşlar akıyor. Ağlıyordu. Neden ?
Bir şey diyemiyorum. Soramıyorum. Çantasını alıp kapıya yöneliyor. Hoca arkasından sesleniyor. Nereye gittiğini soruyor. Yeliz ise hiç konuşmadan öylece çıkıp gidiyor sınıftan.
Hoca söylenmeye devam ediyor. Ne dediğini anlamıyorum. Duymuyorum daha doğrusu. Sonra Yeliz'in peşinden çıkıyor O da. Ben boş sınıfa bakıyorum. Yeliz'in boş yerine.

Günler sonra, kurs çıkışı Yeliz karşıma çıkıyor. Onu görünce öyle seviniyorum ki. Öyle çok samimi değildik ama o günden sonra, o gidişinden sonra aklımda hep vardı. Sarılıyorum. O da bana sarılıyor.

-Sana hediye getirdim.

-Bana mı..

Dedim ya, samimi bir arkadaşlığımız yoktu ki bizim. Yeliz gelir, sessizce yerine geçer, kimseyle konuşmadan resmini yapardı. Herkes yanına gelir, resimlerine bakar, iltifatlar yağdırır. O sessizce gülümserdi sadece. Gerektiğinde cevap verirdi.
En uzun muhabbetimiz o gün olmuştu.

-Senin için yaptım. Teşekkür etmek için. Yaptıkların için.

-Ne yaptım ki ben.

-O gün gitmeme izin verdin. Sorgulamadın. Sormadın.

Gülümsüyorum.

-Diyecek söz bulamadım ki seni öyle görünce.

-Ben sözlere değil, gözlere bakarım. O an, beni sorgulayan bakışların yoktu. Neyse, senin için bir şey yapmak istedim. Lütfen kabul et.

Elindeki çantayı elime tutuşturuyor. Tekrar sarılıyoruz birbirimize. Sonra vedalaşıp gidiyor.

Çantaya bakıyorum. İçimdeki meraka yenilip, yolun ortasında açıyorum. Gözler. Benim gözlerim. Gözlerimin resmi çıkıyor karşıma. Sanki kendimle gözgöze gelmişim gibi oluyorum.
Sonra bir not görüyorum. Aynen şöyle yazıyor:

gözlerindi benim en yakın arkadaşım... “



- öykü - 



Benim Karıncam

Saat 6 oldu. Hala gelmedi. Çocuğum benimle 6 saattir küs, konuşmuyor. Niye, çünkü ben bir katilim, onun gözünde. Karınca katili. Karıncasını öldürdüm. Öldürmüşüm daha doğrusu.

Bulaşıkları makineye dizerken, onun yerde oturmuş, somurtkan suratını farkettim. Yanına gittim.

-Oğlum, niye yere oturuyorsun. Niye suratın asık?

Yüzünü öte çevirdi. Kaşları çatık. Yere bakıyorum. Karınca var, üç beş tane.

-Ne oldu yavrum?

-Karıncam yok.

-Karıncan mı?

-Karıncam yok. Onu makinenle öldürdün.

Şok olmuş halde, bir yerdeki karıncalara bir de oğluma bakıyorum.
Makine dediği, süpürgem. Öldürmek olayı da, benim densizliğimden geliyor. Geçen evi süpürürken, süpürgenin mikropları içine alıp öldürdüğünü söylemiştim. 4 yaşındaki çocuğa söylenecek laf değilmiş.

-Oğlum, senin karıncan bu.

-Hayır değil.

Ben herhangi bir karıncayı göstersem de, O, o karıncanın kendi karıncası olmadığını söyledi. Onun karıncasını öldürmüşüm.
Ah karıncalar, başıma ne işler açtınız.

Nihayet babamız gelebildi sonunda. Karar verdim, bende ona surat asacağım. Ben koltukta, oğluşum yine karıncaların başında. İçeri girince önce hangimize yöneleceğini şaşırıyor adam. İkimizde beş karış suratla karşıladık adamı. Önce oğlunu seçiyor. Öpüyor, hatrını soruyor. İlk işi beni şikayet etmek oluyor oğluşumun. Kahroluyorum.

Sonra benim yanıma geliyor. Evimizin hakimi, olayı iki taraftanda dinlemeyi seçiyor. İlk cümlem, ben masumum demek oluyor. Gülüyor. Bende gülüyorum halime.

-Tamam, merak etme. Sizi barıştıracağım.

-Tamam, hadi başar bakalım.

-Başar ?

-Oğluşun böyle diyor. Başar bizi barıştırmayı bakalım.

Allahım, oğlunu çok çok seven ama dilini tam çözememiş bir babanın başarısına muhtacım. Yardım et.

Önce dolaptan keçeli, yeşil renk bir kalem alıyor. Ama gizlice. Yani en azından oğlumuzdan gizli. Ben pürdikkat onu izlemekteyim.
Mutfağa gidiyor. Bir zaman sonra oğlumuzun yanına çöküyor.

-Oğlum, bak kim geldi. Senin karıncan.

-Benim karımcam değil o.

-Senin karıncan bak. Asker karınca. Annen süpürgesiyle meydana çıkınca yeşil asker kıyafetini giyip siperlere saklanmış.

Bu cümle dikkatini çekmeyi başarıyor. Dönüp bakıyor karıncaya. Karıncada elden ele dolaşıyor. Totosu yeşil yeşil. Bir süre karıncayı inceliyor. Sonra yere bırakıyor. Gülen gözleriyle bana doğru koşuyor. Bende açıyorum kollarımı. Sanki yıllarca kavuşmayı bekleyen ana oğul gibi sarılıyoruz birbirimize.

-Özür dilerim anne.

Öpüyor öpüyor. Öpüyorum öpüyorum...



...

Kurgudur.. :) :)