28 Eylül 2012

Ordan - Burdan - Şurdan.


-Kavga etmeyi, bağırıp çağırmayı beceremiyorum. Bağırmaya başladığım an gıcık tutuyor, sesim gidiyor. Öksürüyorum.
...

-Patronun komşusunun kızı dişlerini hiç tanımadığı kendi başına çalışan bir dişciye yaptırmaya gitmiş. Dişciye tek dişi kes demiş kız, adam tüm dişleri kesmiş. Kaplama yapmış tümüyle. Kısa zaman sonra kaplama düşmüş. Kızında ağzı şimdi üç katı olmuş, şişkinlikten. İltihapta cabası. Normal doktor ben karışmam demiş, dişciye yollamış, ağrı kesici yazdırmak için gittiklerinde.
...

-Doğum günüm yaklaşıyor. İlk defa olarak merakla beklemiyorum desem. Ve doğumgünümü bileniniz yahut hatırlayanınız var mı? Gelsin..
...

-Tivibu reklamında tivibudan evvel duvarda köpek resmi asılı oluyor. Tivibu eve gelince duvarda geyik resmi oluyor. Niye ki acaba.. Bu ne demektir, bilen var mı?
...

-Evde Tv8 kanalının frekansını ayarlıyoruz, KanalD gidiyor. Kanald yi ayarlıyoruz, bu sefer Tv8 gidiyor. Var mı bu konuda bir bilgisi olan. Ne yapmak lazımdır bu durumda. İkisini de izlemek istiyorum ben, eskisi gibi. Bir yardımcı olana teşekkürü borç bilirim.
...

-Sabahın ayazında üşüten, öğlende güneş ile beni yakan bir büroda çalışmak şans mıdır yoksa körtalih mi..
...

-Bir okulda 3.sınıfa giden kız çocuğu 5 yaşındaki çocuğu tuvalette çırılçıplak soyup dövüyor. Millet sorunu kızda arayacağına, yeni sistemi suçluyor. Sanki kız sistem psikolojiyle dövdü o çocuğu. Kimsede ne oldu o kıza diye sormadı. Aile bile okul yönetiminin tepkisine takılmış. O yaştaki kızın kendinden küçük çocuğu bir yere kapatıp heryerini morartıp şişerecek derecede ve artı çırılçıplak soyarak dövmesi bu kadar mı normal Allah aşkına..

27 Eylül 2012

Bombardıman

Bu yazı bazı yantesir etkisi yapan bazı bazı içecekleri içmiş insanın ağzından çıkmış gibi yazılmış hissi verebilir. Vermeyede bilir. Keyfin bilir. Ben bilmem. Eşim bilebilir. Ama bi eşim de yok ki.

Bugün yine açım ben. Sabahları kahvaltı yapmıyorum. Bu noktayı lütfen henüz okula gidenler, yaşı +18 sınırı altındakiler dikkate almasın. Kahvaltı önemlidir. Yapılması lazımdır. Yapmayan ... yapmadığına üzülür, diyeceğim, merak etmeyin.

Ben bi kase büyümix yiyorum, birkaç sabahtır. Büyüyeceğim, büyüyüp koca insan olacağım. Yeğenime alıyorum sözde. Sabahları aşırıyorum, bir tanesini. Tadı güzel ama. Ve kısa süreli tok tutuyor cidden. Ama benim açlığımı gidermiyor. İnsan yemediği zaman hakkaten acıkmıyor. Yedikçe yiyesin geliyor. İnsan boşuna kilo almıyor.
Kilo da demişken, evde iyiki kilom öğrenildi. Herkese bi şişman bi şişman görünmeye başladım ki, sormayın. Öncesinde dünyanın en zayıfı idim. Şimdi şişko olduk. Boşuna değil, fazla bilmek zararlı anacım. 10 seneyi aşkın bilmeden gül gibi yaşıyordum. Ne oldu da öğrendim ki, Allah Allah... Abartıyorum tabiki de, şimdi beni tombik sanmayın. Zayıfım da, kilom ailemin tahmininden yüksek çıktı. Neticede şaka konusu oldum. Yani gencim, güzelim, zayıfım.. oh hayat mis. Diyorum, inanıyor muyum? Orasını karıştırma.

Şimdi bana güzel şeyler yazın. Süpersin, harikasın deyin. Bombasın, aman patlamayasın, deyin. Çekinmeyin. Benim bünye, bu laflarla acayip beslenir. Mesela bu güzelim yazıyı, sabah sabah bana süper diyen birinin etkisi ile yazıyorum. Düşünün artık gerisini. Yoksa ben, başka bi mevzudan bahsedecektim. Aslında o konuyu nasıl işlesem diye düşünüyorum. Araya da bunu sıkıştırdım gitti işte.

Laf söyledi bal kabağı. Gel bize bazı bazı. Ama hergün değil, misafir sevmem. Rahatıma düşkünümdür. Misafirden kastım, gerçek misafir. Yoksa sana kapım bildiğin üzre, sonuna kadar açık.

26 Eylül 2012

Keyfime Bakarım.


Benim, ekimin 18'inde 1 yaşına girecek bir yeğenim var. Erkek. Öyle böyle değil, baya bi tatlı. :D
Ve kanımca geleceğin çapkını olacak.


 
Şimdi yukarıdaki resimdeki spikerleri kiminiz tanıyordur, kiminiz belki tanımıyordur. O yüzden bilhassa, karşılaştırma yapmak daha sağlıklı olsun diye, resimlerini yanyana koydum. Benzer boyutlarda baktım ama yoktu. :D
Efenim, benim yeğen birgün birini birgün diğerini gördüğü an, basıyor çığlığı. Gülüyor, zıplıyor. Resmen mutlu mesut oluyor. Ama bir günde ikisine birden yüz vermiyor. Birini görüp sevinmiş, çığlığı basmışsa, diğerinin yüzüne bakmıyor desem yeridir.

Evde, babam tüm kanalların haberlerini izler, sırasıyla. İlk önce başlayanda Ekin Olcayto'nunki. Saat 6'da başlıyor haberler. Bizim ufaklıkta haberin başlacağını müziğinden anlıyor, ekrana kitleniyor. Ve ekranda Ekin'i görür görmez, çığlık peşine geliyor. Ama dediğim gibi, bazen hiç umurumuzda bile olmuyor. Sonrasında gelen Nazlı'ya saklanıyor çığlık. :D
Bazen ise, kimseye yüz vermiyoruz. O ayrı. :D

Neden bu ikisi, bilmiyoruz. Zira dedesi öğlen haberlerini de hiç kaçırmaz. O vakitlerde de bayan spikerler çıkıyor ama onlara pek bakmıyor. Tepki vermiyor.
En çok bu ikisine tepki veriyor. İleride zevkine dair ipucu veriyor galiba, ne dersiniz. :D

25 Eylül 2012

Kimlik Değil, Sensin Boru Olan..


Bugün ikidir sinirlerim zıpladı.
İlk olarak evrak için gelen bayanın yanında gelen bayanın küçük çocuğu, anasının yanında sebille oynamaya başladı. Suyu açıp açıp boşa akıtıyor. Yerleri ıslatıyor. En uyuz olduğum şeylerden biridir, ıslak yer. Zira kayıp düşme fobisine sahibim. Ayrıca da sonrasında onu temizlemek bana düşüyor kadın, sana değil. Bi sahip çık çocuğuna. İnsanı dellendirme, sonra laf söyleyince asabi biz oluyoruz. Hayret bi şey..
Twitterda da belirttim ama şimdi o tiviti okuyanlar kesin beni çocuk düşmanı görüyordur. Ee napıyım 140lık sınır dahilinde özetle öyle ifade ettim hislerimi. ( Merak edenler -başka nelerdeyim- başlığından twitter adresime ulaşsın sondan bi önceki tivitimi okusun, bi zahmet. Bakın ben ne zahmetle anlattım. Bi kopyala/yapıştır yapsam daha kolaydı yahuu.)

Sonrasında beni dahada dellendiren ama nihayetinde susarak kendimi sakinleştirdiğim bir olayı aktarayım.
Adam içeri girdi, selamını verdi. Şu evrak lazım bana, dedi. Şu dedi tutanak, şu resim, bu da ahanda kimliğim. Eşi için evrak istiyor beyefendi. Ama istediği evrağı eşinin bizzat gelerek alması lazım. Kural bu. Eşini soruyorum. Burda değil, olduğu yerde lazım bu evrak diyor. Bende gayet sakin olarak, ama olmaz ki diyorum. Eşiniz olmalı, imzası lazım. Ya ne olacak atarım ben onun yerine. Sıkıntı yok, sen ver, vereceğim yerle konuştum, diyor ve cebinden polis kimliğini çıkarıyor, beyefendi. Polismiş, verecekmişim. Bende polis olmanız farketmez dedim. Evet dedim. Ve adam kudurdu desem abartmış olurum ama sinirleri zıpladı resmen. Baştaki o sakin adam gitti, yerine başka bi adam geldi. Neymiş, o kimlik boşuna mı veriliyormuş. Herkese mi veriliyormuş da güvenmiyormuşum Ona. Vereceği yer güvenmiş de, ben kimmişim, tarzı laf etti en son. Bende bize öyle diyorlar, size öyle diyorlar dedim, nasıl oluyor bu iş anlamadım dedim. Sinirlerime hakim olmaya çalışarak. Sonra ekrana döndüm, kayıtlara baktım falan, maksat zaman kazanmaktı, sinirlerimin oturması için. Sonra telefonla patronu aradım. Dedim böyle böyle, telefona istedi adamı. Konuştular falan. Sonra patron anladı ki yüzyüze konuşmadan olmayacak iş, geliyorum bekle demiş.
Gelmeden de evrağı vereceği yeri aramış, yetkili ile görüşmüş bizim patron. Arıza adam belli, önceden tadaritli geldi adamda. Yetkili sen gerekli gördüğün imza ve evrak fotokopilerini al, yolla bize demiş.
Şimdi arada bakıyorum. Vermemişler adama. Yani utanmadan birde yalan söylüyor.
Polisim herşeyi yaparım, ederim edalarında gezen insanlara nefret duyuyorum. Kıl oluyorum. Sinir oluyorum. Böyle tipleri yürüyüşünden bile tanımanız mümkün. O kıllıkları akıyor her hareketlerinden. Polis olmuş da ne olmuş. İnsanlık yok zerre kadar. Asıl seni nasıl polis yaptılar çok merak içindeyim.
Böyle polisliklerini her işte öne sürüp herşeyin, herkesin emirlerine amade olacağını sananlar yüzünden mi yoksa böylelerine bu hakkı, bu cesareti veren bizlerin yüzünden mi olduk biz böyle.. Ve böylelerine katlanmak zorunda kalıyoruz. Bilemiyorum..


            

24 Eylül 2012

Alışıyordum, Az Kaldı...


Yazı nasıl yazılıyordu? Unuttum yahu.. Nicedir yazmıyorum. O ufak tefek paylaşımları saymıyorum. Düşünüyorum ne yazacağım, nasıl yazacağım falan diye, ciddi ciddi.
Sağolsun Beyaz Sayfa, Kpss sınavımın nasıl geçtiğini sormuş.

Ne desem yalan olur. Öyle ahımşahım geçmedi. Diğer ikisiyle aynı oranda idi diyebilirim. Soruların cevapları yayınlandı mı hiç bakmadım. Bir yanım aman boşver diyor, bir yanım hadi bak, bak diyor. Ama bakma diyene yakınım şuan.
Çalışmaya çalışmayı öyle içime sindirmişim ki, sınav sonrası, boş kalınca kendime “niye ders çalışmıyorsun sen..” derken buldum, bazı bazı. Ablam ise bu durumumla resmen dalga geçti. Zira bilindiği üzre ben, çalışmaya bir ay kala başladım. Ablamda o his içinde altı ay öncede olaydı iyiydi diyor. Ee haklı ne diyeyim yani şimdi.
Sınav için iki araba değiştirdim. Ösym lütfetmiş, taa uzak diyarlara vermiş beni. Ama Allahtan varolan bir yere vermiş. Zira akşam haberlerde sınav yeri olarak yıkık bir okulla karşılaşanlar çıkmış.
Ayrıca arkadaşımla da konuşunca, onun okulundaki uygulama ile benimki arasında bazı farklar tesbit ettim.
Mesela, ben bizzat kendi sınav salonumda su şişelerinin markalarının üstünde olduğunu gördüm. Ablamda kapıda onları sokmuyorlardı dedi ama onlar nasıl girmiş bilmiyorum. Aslında girenler kızdı, belli ki bayan memur pek ilgili olmamış. Birde kentkartları bile almamışlar. Ki benim salonumda onunla girende vardı. Arkadaşa diyorum da şaşırıyor. Nasıl oluyor böyle diye. Onları mübarek askeriyeye girer gibi aramışlar. Toplu iğnelere bile izin vermemişler. Bu durumdan çıkacak sonuç, herşey kapıdaki memura bakar arkidaş.. oluyor.
Çıkışta ise arabaya binmek tam eziyet desek yeri idi. Kilometreye varan bir kuyruk vardı, araba kuyruğunda. İlkten beklemeyi seçtik. Nasılsa acelemiz yok idi. Arabalar doluyor. Sonra muavin görevi gören kişi bağırıyordu: “ ayakta gitmek isteyen.. yok mu.. gelsin..” Bizde baktık böyle olmayacak. Ayakta gitme kontejanını kullanıp, bindik arabaya. O kuyruk kaça kadar sürdü bilmiyorum. Bi orda değil, arkadaşın ordada öyle imiş. Ama arada bi fark var. Bizimki tek araba seçenekliydi, onların orada seçenek boldu. Ama durum aynı idi, kuyruk bakımından. Sınav günleri otobüscüler karlı çıkıyor zaten. Başka kimse değil.
Sınav sonrası ve ertesi günü baya gezdim. Öyle ki bi ara ayaklarıma kramp bile girdi. Ve çok uzun geldi bana bu ara. Yani şu iki günlük haftasonu. Nedense anlamadım. Sabah, böyle sanki bayadır işe gitmiyormuş gibiydim. Özlemiş gibi değil ama. Nesini özleyeyim ki. Pehh..
Neyse işte, böyle bi giriş olsun, merhaba olsun bu yazıda.
İleride, kendimi toplarım. Yine döktürürüm -koca dil çıkarı- :D

19 Eylül 2012

Paylaşım

Bilindiği üzre, Kpss'ye çalışmaya çalışıyorum. Test sonuçları moralimi bozuyor. Ama bozuntuya vermiyorum.

Bugün test çözerken bir alıntıya rastgeldim, Türkçe konusunda.

Çok güzel ve altına imzamı atarım denir ya, o derece beğendim.

Kim demiş belli değil.  Aslında önemi yok, kimin dediğinin.
Okuyunca hak vereceksiniz bana.


" Onlar ana dillerini pek sevmezler. Düşünmeyi de pek sevmezler zaten. Siz bakmayın derin düşünceleri varmış da bunları bir türlü anlatamıyormuş gibi iki söz arasına İngilizce sözcükler sıkıştıranlara. Yoksa gerçekten düşünüyor olsalar, ana dilleriyle düşündükleri bir gerçeği niye yabancı sözcüklerle anlatmaya kalksınlar? "

10 Eylül 2012

Kpss Denilen İllet


Evet tamamiyle illet. Kabus. Hele ki öğretmenler için. Sen kalk bilmem kaç sene oku. Dirseklerin çürüsün. Asosyal olma eşiğine gel hatta. Sonra bitsin okul. Adın öğretmene çıksın ama sen öğretmen olama.

Niye? Niye? ...

Çünkü daha önünde Kpss var anacığım. Sen okudun da ne oldu ki? Herkes okuyor.
O kadar okumak için sınava gir. Yetmez..
Okul bitince yine sınava gir. Yetmez..
Birde atanmayı bekle.

Millet boşuna uğraşıyor öğretmen olmak için. En iyisi sağlıkçı olmak. Tamam, onlarda da Kpss var ama onlarda bekleme derdi yok. Puanları 50 ve altında olsalar bile atanıyorlar. Sağlıkçıya doymuyor bu devlet. Açıkta kalma derdi hiç yok. Ohh ne ala. İçim götürseydi bende sağlıkçı olabilirdim. Gerçi masabaşı olanları da var ama o meslek grubu yeni çıktı. Kaçırdım. Yahut ben öyle biliyorum.

Şu sıra, Kpss telaşı demiyelim de, Kpss odaklıyım diyelim. Zira bu üçüncü girişim olacak. Her girişin her atamasına başvurdum. Ama olmadı. Hoş, benim puanda öyle ahımşahım bir şey değildi. Kısmet diyorum artık. Ve kısmeti biraz olsun zorlamak adına çalışmayı arttırdım bu yıl. Bu sefer İnşaallah. Hem yaş olarak da şansım artabilir. Puanı aynı olanlardan yaşı büyüklere öncelik var diye okumuştum kılavuzda. O bakımdan yaşımın ilerlemesine sevinmem mi lazım bilemiyorum. Neyse..

Şuan baktım hala nerede sınava gireceğimi bile bilmiyorum. Henüz açıklanmadı. Ne bekliyorlarsa artık. Şurda sınava ne kaldı ki..

Birde bilmeyenler vardır. Önlisans Kpss sınavı 22 Eylül Cumartesi günü sabahtan olacak.
Bunu ilk arkadaşıma demiştim de, kalpten gidiyordu resmen kız. Birgün kaybım olacak diye. Baya çalışıyor. Kursa bile gitti. Hatta hala gidiyor. Yani test çözüyorlar artık. Ben veremedim o kadar parayı. Azbuz değil, binleri aşan fiyatları var en ucuzunun bile yahu. Pes.. Pes yani. Gözleri dönmüş adamların. Parayı nerden kolay kazansak diye bakıyorlar. Fakirin fukaranın parasına acımıyorlar. Bana göre..

Benim molam devam ediyor. Bloguma bakıyorum yinede. Hepten boşlamadım. Sizinkileri okuyorum arada. Ama yorum yapmıyorum. Yaparsam tutamam kendimi diye.

Bugün öğretmen atamaları molası verdim. Patronun yeğenide atanacak, deli gibi sonucu görmek için uğraşıyorum sabahtan beri. Sanki ben atandım. Utanmasa kapıya yazı asacak, aynen böyle:
atama sonucuna bakılıyor, evrak vermiyoruz..

O kadar bi deli oldum, tahmin edin artık beni. Kendim için uğraşmadım bu kadar ben. Sinirleniyorum. Ama içimden sakin ol diyorum. Anlamaya çalış. Bin kere atanmıyor herkes.

Uzun lafın kısası hazır çalışamıyorum, bir şey döktüreyim dedim iki arada derede. Hadi bana müsaade..

3 Eylül 2012

Uyanış


Dün gece ablamın yataktan söylenerek kalkmasıyla uyandım. Deli gibi havlayan köpeklerin sesinden uyanmış, camı kapamaya kalkmış. Uyurken havlamayı hiç duymayan ben, uyanınca seslerden bir saat uyuyamadım.

O an uyanmasaydım o köpeklerin sesini hiç duymayacaktım ki ben.

Hepte böyle olmaz mı? Birşeyi öğrenince o şey gözümüze gözümüze girer.

Birde “cahil cesareti” denen bir husus vardır. Hele o olay, Madagastar çizgi filminde, ama şu penguenlerin olduğu, tvde çıkan, orda en küçük maymun var ya, hani penguenler ona Hüzünlü Göz diyor. Birde onda cahil cesareti olduğunu söylerler. Bir keresinde arı kovanına dalmıştı da hiç canı yanmamıştı.

Aslında bu gerçek hayatta olan bir durum. Mesela bilmeden sıcak bir şeyi tutmak gibi. Bir keresinde annem, kaynayan tencereyi devrilirken tutmuştu. Ama eline hiç birşey olmamıştı. Hatta eline kaynayan su bile dökülmüştü. Esasında kaynadığını da biliyordu da bir şey olmamıştı. Çok şaşırmıştık.

Herşey bir farkedişe, bir uyanışa bakıyor. Sonra aman hiç uyanmasaydım diyorsun. Yahut bir yaşanmışlıkla oluyor bu durum. Örneğin trafik kazası geçiren birinin yaşadığı korku. Bu korku ile farkettiği yeni durumlar. O arabaya hiç binememek mesela. Diğeri ise arabaya atlar gider, hiç düşünmez.

Titiz bir insanın bir şeye dokunurken hissettikleri ile umursamaz birinin duyguları aynı değildir mesela. Aslında çoğu umursamaz değil, bilmiyordur. İşte burda olay cahil cesaretine kadar varır. Bu duruma şöylede bir örnek verilebilir. Kiminin çocukları karda kışta soğukta hasta olmazken, kiminin çocuğu ufak bir yel yemesiyle kendini yatakta bulur. Bence burda da farkındalık var, yaşanmışlık var. Bir bilmek ve bilmemek var.

Uyanış iyi bir şey mi şimdi ? İnsanı resmen rahatından ediyor yahu..

Ve bende uyandım. Kpss günü geliyor. 20 günden bile az bir zaman kaldı. Artık gözümü açmam lazım. Uyanmam lazım. Yoksa sıfırı çakacağım. Yada o bana çakacak.
Bu sebeple, bir ara veriyorum. Aklım burda olunca -bahane- çalışamıyorum.
Aslında araya luzüm yok ama vermezsem gidişim iyi değil. :D O sebeple vermem lazım.

1 Eylül 2012

Eylül Dediğin


Eylül dediğin nedir ki ?
Bugün farkettim de, ne çok seveni varmış Eylülün.
Niye acaba dedim kendi kendime. Ne var ki bu ayda. Alt tarafı bir ay işte. Senenin dokuzuncu ayı. Sonbahar mevsimin ilk ayı. Başak burcunun içinde olduğu ay, Eylül.
Soğuklar başlar, yağmurlar çoğalır, sert rüzgarlar vardır ki sararmaya başlamış yaprakları uçuşturur. Bu da çoğu aşığa çok etkileyici ve hüzünlü gelir. Hele o sararmış yapraklar yok mu. İnsanı nasılda hüzne boğar.
Peki bunlar bir tek Eylül ayında mı olur. Bildiğim kadarıyla hayır.
Sevilmesinin nedeni bence özetle şu:
Sıcaktan bunalmış insanın biraz olsun serinliği hissetmiş olmasıdır.
Geceleri donar oldum. İkindiden sonra içim ürperiyor artık, her rüzgarda. Her içim ürperdiğinde soğuğu sevmediğimi hatırlıyorum. Hüzne o kadar bayılmadığımı da farkediyorum.
Şuan bunları yazarken Alpay'ın Eylül'de gel şarkısını dinliyorum. Güzel şarkı. Ve eylülle ilgili bir gerçeği farkediyorum, dinlerken.
Eylül demek, okul demektir. O telaşlı günlerin habercisidir. Hele ki bu dönem. Malum 4+4+4+4 sistemi ile hepten sıkıntı demek eylül.
Düşünüyorum, acaba ben mi duygusuzum ki sıradan görüyorum eylülü. Hatta ve hatta şu önümüzdeki birkaç yıl eylüller hiç gelmese, hatta ekimde gelmese. Zaman şöyle bir dursa .. Bende yirmili yaşlarda kalsam böylece.
Niye geldi ki eylül. Kpss geliyor demek eylül geliyor demek.
İşte bu sebeple; anlamıyorum. Anlamadım niye bu kadar sevindi herkes eylül geldi diye.
Hoşgeldin Eylül.
Hadi güle güle.. Bitince de bu olsun Twitter'in listesinde tamam mı? Yoksa hatrı kalır kanımca güzelim eylülün.
Düşündüm de benim şöyle sevdiğim bir ay yok. Niye seveyim ki..