30 Haziran 2011

Gitme

Tek kelime.
Tek cümle.
"Gitme"

Söylemesi yazmak kadar kolay olmuyor kimi zaman, kimine göre.
Gitme eylemini yapan kişi ardından bu sözcüğü duyma umuduyla mı gider orası bilinmez. Zira bazısı "gitme" dediğinde git-me eyleminden vazgeçebiliyor.
O halde geride kalan her ihtimale karşı "gitme" demeli midir? Ne gurur, ne de başka birşey önemsenmeden gitmekte olana söylemeli ki içimizde kalmasın.
Ama birde şu kısım var. Madem gitmeyecektin ne diye gidiyormuş gibi yaptın. Ya demeseydi kalan "gitme"
Eğer hakkaten gitme niyetinde değilsek şayet bu riski göze almamak lazım bence.


Ve en önemlisi içimizde kalmasın bir kerelik "gitme" desek?
Bu resimdeki amca misali gözümüz yolda, gönlümüz darda kalmalıyım bir kuru gurur uğruna...

Herşeyin ötesinde gitmeyi bir kez bile düşünen bir taraf varsa şayet ilişkide, zaten gitmeyen sadece bedendir. Ruhu yoksa ne fayda...

Bu şarkıda olduğu gibi;
Sana Gitme Demeyeceğim
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin

29 Haziran 2011

O An



Üç yaşam, ayrı ayrı...
Biri kaybetmiş mücadeleyi çoktan.
Kalan ikisi direnmekte inatla, tüm güzellikleriyle...
O an, sonsuzlukta bu resimle...

28 Haziran 2011

Yaşanmış Diyaloglar

Aşağıdaki diyaloglar yaşanmış, gerçek kesintilerdir.
Paylaşmamın nedeni sadece bilinen bazı yanlışlara engel olmak. Doğruları göstermektir.
Saygılar....

M: memur
G, B,C ve D ise vatandaş

G: Kimliğimi değiştireceğim.
M: Resim alalım.
G: Sizede mi lazım?  Bir tane var, onu da nüfüse vereceğim. Sonra getirsem size....
M: Olmaz. Resmi onaylıyoruz. Nüfusda ona göre veriyor belgeyi size.
G: Tamam. Bunu vereyim.
M: Aynı resimden var  yanınızda değilmi?
G: Yok. Nüfusa başka vereceğim.
M: Bize verdiğiniz resim ile nüfusa vereceğiniz resim aynı olmalı.
G: Farklı olmuyor mu? Başka resim yok ki.
M: Maalesef.


B: Adresimi taşıdım. Onu değiştirecektim.
M: Değişiklikler nüfus müdürlüğünden oluyor.
B: Aynı mahalle yine. Bi sokağı değiştirdim.
M: Yine nüfus müdürlüğüne gidilecek. Artık muhtarlıktan olmuyor.
B: Ee.. Sizden bi belge falan lazım mı? Onu verin öyle gideyim. Bi daha dönmiyim ordan.
M: Fatura alıyorsunuz yanınıza sadece. Sizin adınıza ait.
B: Yeni adresde mi? Orda benim adıma yok evsahibi adına olanı alsam.
M: O olmaz. Sizin adınıza olması lazım.
B: Faturasız olmuyor mu?
M: Adres boş ise olur. Sizden önceki kiracı kaydını almışsa sorun olmaz.
B: Boş boş. Çok olmuş taşınalı.
M: Tamam.

C: Kimlik değiştireceğiz.
M: Tamam. Kimliği ve resim alalım.
(Kimlik eşine aittir.)
M: Kendisi nerde?
C: Evde. Gelmesi mi gerekiyor ?
M: Tabi ki. İmzası lazım.
C: Gelemez ama. Ben eşiyim işte alamıyor muyum onun yerine.
M:  Buraya gelip kendisi imza atması lazım belgeye. Nüfusa da kendisi gidecek.
C:  Ben atarım onun yerine bişey olmaz.
M: Olur mu öyle. Gelmesi lazım buraya da nüfusa da.
C: Tamam nüfusa gidecek de buraya gelmese olmuyor mu? Çocuk var küçük.
M: Olmaz...

D: İkametgah alacağım.
M: Nereye vereceksiniz?
D: A sokakta oturuyorum.
M: Yok belgeyi nerde kullanacaksınız?
D: Lazım. Belli değil.
M: Bir yer yazmamız lazım ama.
D: Boş olmuyor mu? Ben yazarım sonra nereye vereceksem.
M: Hayır. Sistem boş olarak vermiyor. Nereye verileceğini yazmamız gerekli.
D: hımm...

27 Haziran 2011

Hayatın Son Döngüsü Ölüm

Doğum, hastalık ve ölüm.


Bu üç zıt terim, hayat döngüsünün birer parçası. Hiç birbirlerinden etkilenmeden, habersizce sürdürüyorlar döngüyü. Hayatı...


Bir yanda hayata merhabalar, bir yanda elvedalar varken ortası ise hastalık.


Bugün bu döngünün son halkası olan ölüm birini aldı. Tanıdığım, saygı duyduğum birini. Derince Dumlupınar Mahallesi Muhtarı Mustafa Olgun'u.


Hayat ona önce hastalık döngüsüyle vurmuştu. Ağır bir tedavi süreci geçirdi. Kanserdi. İçtiği sigara yüzünden. Bırakmıştı ama geç kalmıştı artık. Hastalık beslenmişti yeterince. Son günlerini hastahanede yoğun bakımda geçirdi Mustafa Olgun. Ve bugün, 27 Haziran 'da öğle saatlerinde son nefesini verdi. Elveda dedi hayata...
Allah'tan yakınlarına sabır diliyorum.


Ölüm, hastalık ve doğum...


Döngünün başı yada sonu ol. Her son bir başlangıçsa, her başlangıcın da bir sonu oluyor.

26 Haziran 2011

Hatıralar Sarar Dörtbir Yanı



Şarkılar onu söyler
Siz unutmaya çalıştıkça...
Hatırasıdır tek bir mektup,
Geçmişte yaşananların.

25 Haziran 2011

Umut

Yok yere olmayacak işlere inanmak... Ve beklemek öylece. Umutla umutsuzluk arası birşey.
Karamsarken bir ışık görmek. Yada bir kuytudan sızan o ufacık sızıntıyı güneş sanmak.
Sarılmak, ısınmak o güneşle.
Ve o güneşin batışını kendi ellerinle yapacak kadar umutsuzluk hali.


Umut mudur umutsuzluğun içindeki?
Yoksa her umutsuzlukta bir umut ışığı mı saklıdır? ...


İkisi gece ve gündüz misali... İçiçe. Biri bitince diğeri başlıyor. Her kim geceyi severim dese de elbet gündüzü de yaşıyor.








Artık siz seçin gece mi umuttur, gündüz mü?
Gündüz mü umutsuzluktur, gece mi... 
?  

22 Haziran 2011

Sağ Sarımsak, Sol Soğan

Bize küçükken böyle öğrettiler sağımızı, solumuzu.
Sağ sarımsak, sol soğan.

Şu bir gerçek ki ben çok karıştırırdım bu işi. Okulda sıra olunurken soğan sarımsak aklıma gelmezdi de bir avcumu yumruk yapardım. Farklı olsun diye. Ve sağ elimin başparmağında büyük sayılacak bir ben var. Onu da ayırıcı bir etken olarak kullandığım çok olmuştur.

Şimdi acaba diyorum bu denli kafamın karışması solak oluşum olabilir mi? Her ne kadar solak olsamda sağ elimi de iyi kullanırım zira.

Biz solaklar için söylenmiş en iyi şey zeki olduğumuzdur. Bu konuda okul hayatımda bu düşünceyi savunanları hiç yanıltmadım.

Solaklar her işi sol elleriyle yapar sanılır. Kendi açımdan konuşursam öyle değil.
İlk öncelik yazı işi sol elle yapılır. Zaten herhalde bir insanın solak olduğu ilk böyle ortaya çıkıyor. Yoksa bana göre bariz bir fark yok gibi ilk görüşte. Şaka tabi ki.

Bıçak da sol elle kullanılır. Ve bir solak cinayet işledi mi bunu uzman bir cinayet polisi hemen anlar. Direk karşı tarafın sağına denk gelmesinden olsa gerek. Yoksa cinayet falan işlediğimden değil.
Ama mesela makası şahsen sol elimle kullanmam. Kullanamıyorum. Bir kere kullanıyordum. Sağdan bir parmağımı az daha kökünden uçuruyordum. Ucuz atlattım.

Sonrasında örgü ve dantel işlerini ters yapar solaklar sağlaklara göre. Ters yaparsın hemen göze batar. İşinizi sizden başkası yapamaz. O kötü oluyor.
Birde solağımdır ama bilgisayarın faresi sağ taraftadır. Ve hiç sorun olmadı.

Belki de en önemli unsur yemek meselesi. Solaklar yemeği sol elle mi yer?
Tabiki hayır. Küçükken belki. Ama sizin ailenizde benimki gibi sizi sağ elinizle yemeğe alıştırırsa emin olun çok güzel de yiyebilirsunuz. Bir solak olarak.

Solaklık ayrı bir meziyet midir bilmem de bana göre farklılık taşıdığı için güzel birşey.
Şimdiye kadar hiç olumsuz bir durumla karşılaşmadım.

Sağım solum,
Saklanmayan ebe...

20 Haziran 2011

Seçim Yapmak

İnsan hayatında hep bir seçim yapma telaşında. Yemek seçer, ne giyeceğini seçer, eşi olacak insanı seçer... Okuyacağı okulu seçtikten sonra bir de çalışacağı işi seçer.
Ama bunlar öyle seçmekle bitmez. Sizi de başkası seçer başka başka kraterlere göre. Böyle seçe seçe, seçile seçile yaşarız bir ömür.
Çok mu karamsar bir tablo?
Hayır. Hiç sanmıyorum. Bu şekilde hayatı şekillenen insana sayısı nüfusun yarısı desek? Hadi olmadı yarısının yarısı.
Şimdi yine seçim zamanı. Kpss yerleştirme tercihleri alınıyor. Seçimini yap ve bekle. Acaba seçilecek misin? Seçtiğin iş senin olacak mı?

Eee hadi herkese hayırlısı diyelim.

19 Haziran 2011

Küçük Kız

Bağırmaktan vazgeçti küçük kız. Kimsenin onu duymadığını, duysa da umarsamadığını farkederek. O küçük hilal kaşlarını çatıp, ellerini yumruk yumruk yaptı. Çok kızmıştı. Tıpkı babası gibi kaşlarını çatıp korkutacaktı. Babası kızınca çatardı hemen kaşlarını. O gün yaptığı gibi. Neden olduğunu anlamadığı o gün babası o adama çok kızmış. Yumruklarını sıkıcı yummuştu. Adam da geçip gitmişti.
Sonra annesi geldi aklına. Geçenlerde komşu ile Tv izlerlerken "çok kızıyorum şunlara, gidip saçlarını başlarını yolacaksın hepsinin" demişti. Sonra bir daha düşündü. Onun oyuncaklarını alan erkekti. Saçları da çok kısa idi. Tutup çekmek yada yolmak zor olurdu. En iyisi babası gibi bir bakış atıp, yumruk gösterdimiydi tamamdı. Öyle bir kaçar ki diye gülümsedi. O babasının kızıydı. Gerçi annesinin de kızıydı ama şuan annesinin tekniği işine yaramazdı.
Birden bu düşüncelerinden sıyrılıp karşısında çocuğun dikilip ona baktığını gördü. " Çok sıkıcısın. Senle oyun oynanmaz" deyip gitti. Şimdi oyunu bozan kendisi miydi? Yani bu yaptığı oyun muydu? Kafası karışmıştı. Çocuk gelmiş elinden oyuncağını almış, parçalamakla tehdit edip onu kızdırıyordu. O kızıp bağırdıkça çocuk gülüyordu. Bu nasıl bir oyundu böyle. O bilmiyordu böyle bir oyun. Hiç görmemiş, duymamıştı.
Aldı oyuncağını eve geldi.
Aklı karışıktı. Şimdi yeni bir oyun mu öğrenmişti ? Ama kızan taraf olmak hiç iyi değilmiş diye düşündü. Kızan, bağıran ve ağlayan olmak kötüydü. Ya peki buna sebep olan karşı taraf? Bu oyunda zevk alan ve eğlenen oydu sadece. Ama oyun dediğin şey oyuna dahil olan herkesi mutlu ederdi. Öyle biliyordu küçük kız.
Sıkıca sarıldı oyuncağına.
Birgün yine o oyun oynanırsa şayet yine kızdırılan ve bağıran tarafın kendisi olmak istemediğini iyi biliyordu. Ama diğer tarafta olmayacaktı. Kızdırmayacak. Ağlatmayacak. Bağırttırmayacaktı kimseyi.
Oyuna gelmeyecekti artık. Kimseyi de o oyuna çağırmayacaktı küçük kız.
Sonra gidip anne ve babasına kocaman bir öpücük hediye etti yüzünde kocaman bir gülümse ile.
...

17 Haziran 2011

Karne Heyecanı

Bugün karne günü. Heyecanlar dorukta. Çocukların bu heyecanına katılan velilerde az değiller.
Benim karne günlerim geldi aklıma. Çok da heyecanlı olduğumu hiç anımsamıyorum. Ne de olsa karnemde süpriz birşey olmazdı. Hepsi 5 (beş) olurdu da söylemesi ayıp olmasın. İlkokulda tabi. Ortaokulda öyle diyebilirim. Belki arada 4'ler çıkmıştır. Yada bir tanecik 3. Liseye kadar böyle gitti. Çalışkan bir öğrenciydim dememe luzüm kalmadı herhalde.
Etkinliklere katılırdım. Bayramlarda seyranlarda şiirler okurdum. Şimdi olsa okumayazdım herhalde. Çocukluk işte. Bir de teşfik eden olunca insan yapıyormuş demek ki. Yada küçükken kendime güvenim daha mı fazla imiş ne?
İlkokul mezuniyet programında sahneye bile çıktım. Derler ya hiç sahne tozu yuttun mu diye? Evet ben yuttum o tozu.  Gerçi o sahne heyecanından çok aklımda o gün için kalan elbisemle alakalı yapılan şakalardı. Hainler.

Ben ilkokulu iki ayrı okulda okudum. Tüm bu anlattıklarımı da 4 ve 5. sınıfa giderken yaşadım. Okulumuz sosyal aktivitelere önem veren bir okuldu. Basket takımı vardı. Biz o maçlara giderdik okulca. Okula tiyatro bile gelmiş ve ben ilk tiyatromu bu sayede izlemiş oldum. 23 Nisanlarda özel etkinliklerimiz olurdu. Bando takımımız gibi.

Bu okul Huriye Pak İlköğretim Okulu.
Bu okulda ayrıca çok değerli bir de öğretmen kazandım ben. Bize öğrettikleri değerli bilgiler hayatımın büyük bir kısmında bana rehber olmuştur.

Okul seçerken bu sebeple özenli olmak gerekiyor. Her ne kadar şu an sistem değişmiş olsa da. Sizin çocuğunuzun okulu oturduğunuz yere göre belirlendiği için bu deteyı ev alırken yada kiralarken göz önünde tutmak gerek diye düşünüyorum.

Bir de lise tarafı var. Lise başkadır karne günlerinde. Alınan karne de başka değer taşır. Hem çocuk hem ailesi için. Eğitime önem veren aileler için en azından. Üniversite için basamak ve hazırlık sürecidir lise.
Şahsen lisede de çalışkanlığımı sürdüren bir öğrenciydim. Öğrencinin başarısı öğretmenin başarısı ile orantılıdır. Çocuk her ne kadar çalışkan ve zeki olsa da karşısında ona hiçbirşey öğretmeyi beceremeyen bir öğretmeni varsa kazanacağı şey de olmaz.

Lise de benimde karşıma böyle biri çıktı. Öğretmen demek  inanın hiç içimden gelmiyor ona. Zira onun için birşeyler öğretmek lazımdır. Bizse ondan sadece kopya çekmeyi öğrendik sağolsun. Okul hayatımın ilklerini yaşattı bana. İlk kopyalar ve notlarıma ve karneme gelen ilk ve tek 1(bir) notu.
O karnemi ağlayarak parçalamıştım okulda. Ailem birşey dememişti karnemin yokluğuna. İkinci dönem o notu 2 yapmıştı sağolsun. Beni matematikten soğutan kişidir aynı zamanda.
Ama tuttum muhasebe okudum o ayrı.

Şimdi yeğenim var. O da bu sene 3.kez karne heyecanı yaşayacak. 3. sınıfa geçecek. Hediye almak lazım şimdi. ne yapalım alıştıkdık artık çocuğu. Kurban olsun ona teyzesi. Her ne kadar sert bir teyze olsam da.
Zaman ne çabuk geçiyor. Onlar büyüyor biz yaşlanıyoruz.
Bakalım ben kendi çocuğumun karne heyecanına ortak olacak mıyım? Kısmet...

13 Haziran 2011

Kimlik Çıkarma İşlemleri

Kimliğinizi değiştirmek yada yeniden çıkarmak için ilk başvurmanız gereken yer muhtarlığınız.

Size gerekli belgeler de şunlar:
Yeni çekilmiş, sivil kıyafetli en az 3 adet resim.
Kimliğinizdeki resminiz çok eski yada tanınmakta zorluk çekiyorsanız yanınızda bir tane sizi daha iyi tanıtacak başka bir kimliğiniz olsun. Ehliyet, evlilik cüzdanı yada pasaport gibi. Kayıp halinde de başka bir kimliğiniz mutlaka yanınızda olsun. Bu sizi sahtekarlardan korumak isteyen muhtarların işini kolaytırır.

Kimliğinizi çıkarmak için kendiniz gitmelisiniz. Hem muhtarlığa hemde nüfus müdürlüğüne. Sizden başkası eşiniz yada ananız/babanız olsa dahi o belgeyi  alamaz.
Şayet 18 yaşından küçükseniz anne/babadan başkası alamaz. Başka birini vasi vekil etmişlerse o belgeyi ibraz ederek alabilirler. Kardeş, amca ya da dayı alamaz. Yıl olarak da 18 yaşını doldurmak yeterli değil. Mesela bugün için düşünürsek 13.06.1993 doğumlu biri kendi kimliğini alabilirken 25 haziran doğumlu olan alamaz.
Ayrıca yeni doğan bir bebeğe kimlik çıkarmak için sadece hastaneden alınan doğum raporu kafidir. Baba ya da anne kendi kimliği ile doğum raporunu ibraz ederek çocuğunun kimliğini alabilir. 

Kimlik çıkarmak sanıldığı kadar uzun süren bir işlem değil. Bir saatinizi bile almaz. Lakin öyle kişiler çıkıyor ki bu işlemini 2 saatte anca yapıyorlar. Nedeni ise olmadık şeylere itiraz etmeleri. Olmayacak şeyleri olur bilmeleri.

Kimliğiniz çalındıysa ya da çalındığından eminseniz hemen tutanak tutturun karakola. Ve hemen yeni kimliğinizi çıkarın. Çünkü artık gittiğiniz heryer sizin bilgilerinizi en güncel haliyle görebilmekte. Yeni kimliğinizle birlikte değişen seri numaranız, kayıt numarası ve tarihi, eski kimliğinizle işlem yapmak isteyen kişiyi anında ele veriyor. Gazete ilanlarına artık gerek yok. Tutturduğunuz tutanağınız sizi ayrıca kayıp kimliğiniz için ödemeniz gereken kayıp ücretinden muaf yapar.

Tüm bunlar karışık gelse de aslında basit bir işlem. Bir o kadar da önemli.

Herşeyi kuralına göre yaparsak işlerimiz hem kısa sürede hallolur hem de gereksiz yere kimse kimseyi kırmamış olur.
Saygılar...

12 Haziran 2011

Kırıkkale Amblem/Logo Tasarım Yarışması

Yarışma için çalışma yaptım 15'den sonra görürsünüz. (:

Beni bekleyin anacığım.

Edit: Beklediniz sağolun. Peki nasıl olmuş ?

bunlarda kazananlar:
2. ve 3. olanlar.
1'e kimseyi layık görmemişler





10 Haziran 2011

Cuma değil Cumartesi

Bugün büyük bir üzüntüyle uyandım. Çünkü bu günü cumartesi sanıyordum. Hatta yatarken bile öyle zannediyordum ki erken niye yattım ki bu gece film vardır televizyonda diye bile düşüncelerim vardı.

Sabahın 6.30 da gözümü açtığımda hala cumartesi sanıyor ve gökgürültüsünün sesinden erken uyanmaktan şikayetçi idim. Hatta ve hatta cumartesi yapılacak temizliğin oh ne güzel yağmurlu iptal oldu diye sevindim bile. Tekrar yatağa girdiğimde birden aklıma geldi. Bugün cuma idi. Cumartesi değil. Tühh... Dedim. Uyumaya çalıştım işe gidiş saatine kadar ama uyudum diyemem.

Şimdi bu ruh hali işe geldim. Eti Cin'im de yok ki mutlu olayım ben şimdi. Gerçi o cumayı perşembe sananları mutlu ediyor ama olsun. Belki banada bir çaresi olurdu.

Sırtımda da garip bir ağrı da değil ama tutulma benzeri birşey var. Zati acı yemişim akşam. Midem kötü. Hava serin serin esiyor. Buna şükretmeli herhalde. Dünkü sıcak havadan sonra. Gerçi üşütüyor beni rüzgar. Cam açık. Kapatayım en iyisi. Şu yazımı bitireyim.

Sonunu neye bağlasam diye düşünüyorum.
Ahh... Cuma ahhh... Yaktın beni..
Diye ağıtlar yakabilirim belki. Yada iyi ki cuma imiş. Ya perşembeden günü cumartesi sanmış olsa idim nice olurdu halim. Öyle değil mi? Bardağın dolu tarafını görmek gerek. Boşu herkes ilk bakışta görüyor zaten. Farkımız olsun azcık.

Haydi selametle. Cumamız mübarek olsun..

8 Haziran 2011

Küçüğüm

Küçüğüm daha çok küçüğüm... Diyor ya Sezen şarkısında bende sizlere küçüklüğümden bahsedeceğim. Yaptıklarımdan, bana yapılanlardan ve de yapamadıklarımdan...


Doğum gününden başlıyım. O gün kimse göbeğimi kesmemiş. Öylece göbek bağımla kalmışım.

Yattığımız odada yatak cam kenarındaydı. Ben her yattığımda camda gölgeden bir süret görürdüm. Korktuğumu sanmayın. Bakarak uyurdum o sürete.

Bahçemizde kavun, karpuz yeşerirdi. Daha minnacıcıkken koparırdık onları. Hiç büyüdüklerini hatırlamam.

Birgün elimi kestim. Nasıl kestiğim hakkında bir bilgi yok zihnimde. Annem yok evde. Pamuk bulmuşum ablamla iple bağlamışım parmağıma. Annemi arıyoruz. Şimdi o parmağımda derin bir iz var. Tırnağım bir değişik. İze bakarsam parmağımın kopmamış olması mucize gibi.

Yaralandığım başka birgün ise yalnız değilim. Yatağımız cam kenarı demiştim ya. Camın kenarına yastıklar dizili olurdu. Ablamla oturmuşuz. Kendimi arkaya doğru yastıklara bırakıyorum. Ablam şaka olsun diye yastığı çekiyor. Bende o sırada en hızlı inişimi yapıyorum ve küt diye kafam duvara. Hemde köşesine. bayılma falan yok ama kanama oldu. Fena bir vuruştu.

Gittiğimiz ilk ve tek denizli tatil. Yürüyorum kenarda. Ayağıma denizin suları çarpıyor ve küt diye yerde. Nedenini hala anlamış değilim.

Küçük bir örme kutunun içine yumurtayı koydum ve civciv çıkacak diye bekliyorum. Hatta sıcak olması gerek diye cam kenarına koyuyorum. Uzun bir zaman bekliyorum. Çıkmıyor. Sonra atmaya karar veriyorum. Atıp kırıldığında çok pis bir koku yayılmıştı. Ziyan ettim yumurtayı.

Evimizin az ilerisi bayırdı. Tekerlekli kaykayla o bayırdan aşağı inerdik. Birgün indikten sonra farkettim ki eteğim yandan dikişlerinden ayrılmış. Şimdi düşünüyorum da nasıl cesaret ediyormuşum bilmem. Bugün olsa asla yapamam.

Okulda ilk dedikodumu yaptım ve hemen peşine yüzüme vuruldu. İsimlerini söylemiyim iki arkadaş için birbirlerini seviyorlar demiştim. O dediğim kişide bunlara yetiştiriyor. Onlarda gelip bana öyle birşey olmadığını, niye öyle şeyler söylediğimi sordular. Tam olarak aklımda değilse de o anki utanmamı hiç unutmadım.

Arkadaşımla bir toprak yığınınız üstündeyiz. Sonra arkadaşa hadi inek diyorum inelim manasında. O da inek geliyor anlamış. Hani nerde inek diye bir korktu bir telaşlandı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışıyorum o korkarken.

Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. Bunlar daha ilkokul 2 ve öncesine ait hikayeler.
Yine görüşmek üzere...

7 Haziran 2011

Ay Işığının Hayal Dünyası



Eklemeye çalıştım ama olmadı. ): Uykum geldi iyi geceler...

Dünya Çevre Günüm Kutlu Olsun

Bir 5 Haziran daha geçti gitti. Bir çevre gününü de atlattık. Bir dizi etkinlik olmuştur. Birkaçını biliyorum.
Ve bildiğim birşey daha var. Çevreyi temiz tutmak sonradan öğretilecek birşey değil. Çocukluktan gelen birşey. Ve çocuk yaptıklarının çoğunu görerek öğrenir. Bir nevi taklit ederek. Bir örnek seçer kendine ki bu örneğin iyi yada kötü olduğunu bilmez yada yargılamaz. Ki çünkü o bir çocuktur. Yaptıkları çoğu şeyi neden yaptığını hiç anlamazsınız.

Hal böyle olunca asıl suçlu kim acaba diyor insan? Kim bu çevreyi kirletirken örnek aldığımız ilk kişi?

Peki bunun bir anlamı olacak mı? Giden onca şeyi geri getirir mi bu ? Hayır.

Hergün canını yaktığımız,  küçük dediğimiz bu dünyanın o küçücük bedeninde oluşturduğumuz lekeler gitmez. Öyle lekeler, öyle geri gelmez hatalar ki yaptıklarımız dengesini bozduk dünyanın.

Yazını da karıştırdı, kışını da. Yaşlı bir ihtiyar gibi. Ama unutmuyor. Kestiğimiz ellerini yada kollarını, çirkinleştirdiğimiz o paha biçelemez yüzünü gördükçe unutması mümkün değil. Oksijenini azalttık. O da yetmedi ciğerlerini yaktık. Kül ettik. O da yetmedi dostlarını, evlatlarını katlettik. Doğa harikası buzulllarını da yavaş yavaş eritmeyi  başardık.

İntikamı mı şimdi karışan mevsimleri, olağanüstü doğa olayları dünyanın ?

Hayır.

Dünya bilmez intikam almayı. O sadece bozulan dengesinde bir denge oluşturmaya çalışıyor. Ayakta ve güçlü olduğunu gösteriyor bizlere.

Asıl güçlü ve büyük olan o. Küçük olan biziz. Ve bir küçük olarak affedilmeyi beklemek yerine sorumluluk almayı öğrenmeliyiz. Çünkü biz büyüdükçe dünya küçülmeyecek. Ama geriye baktığımızda bize gülümseyen ve büyüdüğümüzü gören bir dünya bırakabiliriz. Bizden sonraki küçüklere iyi örnek olarak.
Onlara gülümsemeyi bilen, sevgiyi ve ilgiyi hakeden bir dünyamız olduğunu gösterelim.

Evet özel günler sadece bir gün değildir...

4 Haziran 2011

Sevdanın Karşılığı Sevdadır

Geçerim her günün sabahında kapısından
Bakamam gözlerine
O ise aşkını fısıldar kulağıma
Bıkmadan, usanmadan.
Sevinirim, gururlanırım
Bazen de acılanırım da çıtım çıkmaz
İçimde devleşen sesler yıkıp bedenimi
Duyuramaz kendini.
Acım artar
Sanar ki sevdası karşılıksız
Karşılıksız sevda ise ölüm
Yağmurun toprağı doyuramamasıdır,
Güneşin ışğını renklendirememesi,
Rüzgarın önünde dalı eğdirememesidir
Karşıklıksız sevda...
Acıma acı
Sevdasına sevda katarım
Her günün sabahında.
Yağmuru içime işlesin,
Işığı renk katsın
Rüzgarında diz çökeyim diye
Geçerim her günün sabahında kapısından...

3 Haziran 2011

Tuzak

Umudum yeşerir çorak topraklarda
Ben imkansızı hayal ederim bir uçurumun kenarında.
Ben seçtim,  ölümü değil korkakça.
Yaşamayı delice hemde akrepler arasında.
Dostumu seçtim kör karanlıkta
Düşmanım ise hemen yanıbaşımda.
Sevdalıyım bir deli yabana
O bana tuzak, ben Ona uzak...

Komek Grafik Tasarım Yarışması



Bu çalışmayı Komek yarışması için yapmıştım. Sonucu bana kalsın. (:

2 Haziran 2011

Kazım Koyuncu


Unutulmayacaklardan...

Bakıp da Görmemek

Bankada sırasının gelmesini bekliyordu genç adam. Acelesi vardı ama bankada sıra çoktu. Oturmuş, elindeki bilgisayardan diğer işlerini yapıyordu.

Arada dikkati biraz ötede oturan kız yüzünden dağılıyordu. Genç kız yanındakilerle muhabbet ediyordu. Şen bir sesi vardı. Rahatsız edici değildi. Aksine dikkat çekici idi. Bir ara göz göze geldiler. Genç adam sanki suçlu gibi kaçırdı hemen gözlerini kızdan.

Bir zaman sonra bir ses:
" Bakar mısın ? Sıran geldi. " diyerek omzuna dokundu. O kızdı söyleyen. Şaşkın bir halde bakarken, sırasını nerden bildiğini de merak ediyordu. Ama birşey diyemedi. Kalktı vezneye yöneldi sessizce.

Hızlıca taksi durağına gidiyordu banka çıkışı. Birden ani bir fren sesi ile irkildi. Arkasına dönüp baktığında  arabanın birine çarptığını gördü. Telaş ve panik havası oluştu hemen. O ise bakıp kalmıştı sadece. Sonra dönüp yoluna devam etti.

Telefonun öbür tarafındaki patronu gelmeden hastaneye uğrayıp birkaç evrak almasını istiyordu. Hayır dese olmazdı. Taksiciye hastaneye yönelmesini söyledi.

Hastanede evraklarını almaya ilgili bölüme giderken yapılan anonsları dinliyordu. Kan aranıyor anonsunda söylenen kan grubu onunkiyle aynıydı. Alması gereken evraklar için beklemesi gerektiğini öğrenince telefonla patronunu aradı. Beklemesini söyledi. Mecburen bekleyecekti hiç sevmediği bu mekanda. Beklerken anonsu tekrar duydu. Ve ani bir kararla boş boş beklemektense kan vermek için kalktı yerinden genç adam.

Kan verme işlemi bitmiş. Kalkıp giderken biri yanına geldi.
"Yakını mısınız? " diye sordu.
"Hayır, tanımıyorum hastayı. Anonsu duyunca geldim."  diyordu ki eline birşey tutuşturdu soran kişi. Ve biraz beklemesini söyleyerek hızlıca ayrıldı. Eline verdiği bir çanta idi. Bayan çantası. Ağzı açıktı. Belli ki aramışlar çantayı. Pek de bişey yok gibiydi içinde. Faturalar, başka evraklar ve kağıtlar göze çarpıyordu. Üstte duran bir faturaya göz atarken adresi tanıdık geldi. Bu adres onun ev adresi idi. Aynı binada oturuyordu. Kim bu kişi diye merak düştü içine.

Sora sora hastanın odasını buldu. Şimdilik durumunun iyi olduğunu ama her ihtimale karşı bir gece kalması gerektiğini öğrendi. Sevinmişti. Tanımıyordu ama ne de olsa komşu idiler. Ve o an farkettiği şey, yaklaşık 1 senedir oturduğu binada kimseyi tanımıyordu. Ve tanımadığı biri için sırf aynı binada yaşadıkları için sevinmişti. Güldü bu haline. Apartmanda ona yemek getiren yaşlı teyze geldi hatırına. Öyle canayakındı ki hiç selam vermediği, adını bile bilmediği bu kadın sırf koktuğunu düşündüğü yada evde yemeği yoktur diye nerdeyse hergün bir tas yemek getirirdi ona.

Hastanın odasına girince şok oldu. Yatakta yatan kişi bankadaki kızdı. Yine ona gülümseyen gözlerle bakıyordu. Ve yine ilk o konuştu.
"Merhaba kurtarıcım Oğuz.
İkinci şoku da adını duyunca yaşadı. Yanındaki sandalyeye oturdu yine birşey demeden.
"Kim bu diyorsun değil mi? Bankada sıramı bildi. Şimdi de adımı. Aynı binada oturan Aslı teyzenin torunuyum ben. Sana yemek getiren. Biraz rahatsızdı. Faturalarını yatırmaya gitmiştim.
"Aslı demek adı."
" Evet. Annemin adı da Aslı'dır. Benimki de."  Ve bir kahkaha.
Oğuz da gülüyor. Ama hala şaşkın. Düşünüyor. Aynı binada yaşadığı birini ilk kez görüyor karşısında. Ama sanki O, Onu çoktandır tanıyor.
"Ben bugün geldim yanına ananemin. Seni kapıdan çıkarken gördüm. Adını da kapıdan okudum. Ananem de bilmiyor adını. Sana telaşlı çocuk diyor. Öyle bir dünya telaşındaymışsın ki, gözün başka hiç birşey görmüyormuş.

Oğuz düşüncelere dalıyor. O an hatırlıyor. Sabah evden çıkarken  Aslı'yı gördüğünü. Şöyle bir anlık da olsa. Aslı da Onu çok görmemişti ama O tanımış ve üstelik yardım bile etmiş sayılırdı bankada. Aralarındaki uçurum gibi fark Oğuz'u tedirgin etti. Geçmişini sorgulamaya karar verdi.

O gün Oğuz bakıp da göremediği, görüp de farkına varamadığı şeylere üzüldü ama hiçbirşey için geç olmadığını da biliyordu. Hem artık yanında ömrünü birlikte geçirmeye karar verdiği Aslı vardı. Aslı'ya her baktığında, bakıp göremediği o anı hiç unutmayacağını da biliyordu.
...