31 Ocak 2012

Benim Gözümden "O"

Size O'nu anlatayım. Bakalım ben kadar sevecek misiniz?

Bakıyorsun gülüyor hemen. Bazen yan yan klas tebessümler atıyor. Başı durduğu yerde hiç durmuyor. Kendi de. Yalnızlığı sevmiyor hiç. Yalnız kaldığı an basıyor çığlığı.

Gözü yükseklerde. Bazen öyle dalıyor ki, seslen seslen hiçç duymuyor bile seni.

Pek bi rahat insan. Yanımda gazda çıkarıyor, kusuyor. Dil çıkarıyor.

Sıkıntıya hiç gelemiyor. Daral geliyor hemen. Zaten kıpır kıpır. Yerinde duramıyor. Durduğu yerde başını sağa sola döndürmekten saçı düğümleşiyor çoğu vakit.

Evet, O'nu size, çok zaman önce okuduğum, “tavuk suyuna çorbalar” tadında anlatmak istedim.

O, çok sevdiğim, miniminnacık yeğenim Utku Eymen. Şuan henüz 3.5 aylık. Başını yeni yeni dik tutabiliyor. Arada sallanıyor. Görmeniz lazım. Oyuncak gibi. Sana bakıp güldü mü, yiyesin geliyor. Öyle tatlı ki. Allah nazarlardan saklasın. Küçükken başı kolumda bile durmuyordu. Öyle küçüktü ki. Ki bunu demem gerekmiyor, biliyorsunuz zaten.

Küçük Utku'cuk. Dedesinin “BayramAlisi”, ananesinin “paşası”, kuzenlerinin “küçük Osmanı”.

Resmi yok. Nazar değmesin diye. (:

30 Ocak 2012

Açılay Seviyorum Seni - Yalan Dünya

Biraz zaman aldı açıkcası. 3. hafta 3.bölümünde sevdiğimi anladım Yalan Dünya dizisini. İlk bölümünden bişey anlamadıydım. Ama cuma günleri bana göre- ve ailecek- bişey olmadığından devamı da geldi.

Lafı uzattım ama özellikle Açılay karakterine ben şahsen bayıldım. İçi dışı bir bi kere. Artı manyak. Artı ağzı iyi laf yapıyor. Ve artı gülerken inletiyor etrafı.
Son çıkan bölümde “benim bedenim değil ruhum oynaş” yahut buna benzer bir laf etti. Haklıydı.
Nihal Yalçın, iyi bir oyunculuk sergiliyor. Bilmem bilir misiniz ya da farkettiniz mi -yoksa benim gibi sonradan farkedenlermisiniz- bir pizza reklamındada oynamıştı. Şarkıcı olarak. Geçenlerde bir köşe yazısında okumuştumda öğrenmiştim onun o olduğunu. Nihal Yalçın için iyi bir oyuncu, kaybedilmemeli, kıymeti bilinmeli diye yazıyordu aynı yazıda. Yalan Dünya dizisinde de görünce, daha bi hak verdim o yazıya.

Artı olarak dizide Olgun Şimşek taktire değer bir oyunculuk içinde. Bir yanda göbeği, bıyığı ve kılığıyla aşırı bir itici karakter Selahattin olurken, diğer yanda Ahmet ile en doğal haliyle nasıl çekici olabiliyor bilemiyorum. Buda onun yeteneği diyorum. Güldürerek hayatımıza girmiş, sonrasında gelincik dizisinde Aziz karakteri ile kendinden nefret ettirmişti Olgun Şimşek. Değeri bilinmesi gereken bir oyuncu.

Kısaca ve özetle Yalan Dünya dizisi Açılay ve Ahmet ile başta olmak üzere izlenecek bir dizi. Ve şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Beyaz üzgünüm ama inan rol için çok yaşlı kalmışsın. Ablan bile genç görünüyor senden. Ve ve Gülse Birsel, nedense hep o uzun bacaklarını ön plana çıkartmışsın. Dizden aşağı etek giydiğini görmedim. Diyorum, yazıma noktayı koyuyorum.

27 Ocak 2012

Dayak Yemenin Cazibesi

Avucunuz mu kaşınıyor? Çok mu sinirlisiniz? Ahh birini dövsemde rahatlasam mı diyorsunuz? Ya da elinize ne geçerse karşındakine fırlatmayı mı istiyorsunuz?
Öyle ise size iyi bir haberim var. Hasan Rıza Günay'ı arayın bulun, istediğiniz kadar dövün, stresinizi atın. Ama paranızı hazırlamayı unutmayın sakın. Ne o beleş mi sandın yoksa.

Geçenlerde denk gelmiştim, Kemal Sunal'ın Şark Bülbülü filmine. Orda adamda parasıyla adam tutup, dayak atıyordu insanlara. Kaç kişiyi de heder etmiş. Bizim Şaban'ın yoluda bu adamın yanına düşüyor. Parasıyla dayak yiyen ama aynı zamanda dayakta atan Şaban oluyor.
Komik gelmişti bu durum. Ne manyak adamlar var diye içimden geçirmiştim.


Nitekim cidden varmış o cins insanlar.
Hasan Rıza Günay'da bu cins insanlara bu hizmeti veriyor. Hizmet diyorum çünkü kendisi patent başvurusunda bulunmuş. Ve “Stres Koçu” olarak bu işini tescil ettirmiş.
  Kısaca Hasan Rıza'nın mesleği bu, dayak yemek. Geçimini bu yolla sağlıyormuş. Eski bir sporcu olduğu için kendini korumasını da biliyormuş. Dayak harici, isteyene pasta, boya gibi şeyleride fırlatma imkanı sunuyormuş. Özel bir ofisi mevcut işi için.

Eğer ki bir gün, cebinizde çokca paranız mevcut ve çokca asabi ve sinirli iseniz direk Hasan Rıza Günay'a başvuru yapabilirsiniz.

Şimdiye kadar kimseyi dövmedim. Dövmeyi düşünecek kadar da sinirlenmedim. Etrafı yıkıp dökecek kadarda. O yüzden birini dövüp rahatlama nasıl oluyor anlamıyorum. Anlayamıyorum.
Anlayan biri varsa beri gelsin, anlatsın.

düzeltme: Şark Bülbülü dizisinde Kemal Sunal'ın karakterinin adı Şaban. Ben bazı haberlerin yanlış göndermeleri nedeniyle Mazlum sanmıştım. Düzeltilme yapılmıştır.

26 Ocak 2012

Görünmez Duvarlar

Sağıma, soluma dizilmiş görünmez duvarlar. Bir ses bir nefes bile duymuyorum. Yine bekliyorum. Gelsin, yıksın, sesini duyursun bana. Kaybolmadan ben. Yokolmadan benliğim.

Küçükken yoktu diye düşünüyorum bu duvarlar. O vakitler ne kolaymış yaşamak. En büyük acı, düştüğünde kanattığın elinin, dizinin acısıymış. Kolaymış arkadaş bulmak. Arkadaş kalmak o vakitler.

Sesimizle inleyen sokaklar vardı. Doludolu, gümbür gümbür. Şimdi ise o boş sokaklarda çığlığımı duyan kimse yok. Çığlığım yok, sesim yok. Ben yok oluyorum, çocukluğumun geçtiği bu sokaklarda.

Görmediğim ama hissettiğim. Hissettikçe içimi acıtan o duvarları herkes mi görüyor? Ondan mı uzaklar bana hep. Çarpmaktan mı korkuyorlar yaklaşınca o duvarlara...

Elimle yokluyorum sağımı solumu. Elim titriyor. Korkuyorum, yine hissetmekten o duvarı. Yıkamadığım ama her geçen gün yükselen o duvar, beni hapsediyor.

Ne zaman, ne vakit attım ki o temeli ben... Tek başınalık mı yoksa tek başına kalmaktan mı oluştu bu duvar. Saklansamda bazı vakitler o duvarın ardına. Sevdiğimi bile sansamda bazı bazı. İstemiyorum artık etrafımda bir engel. Ben, benliğim yok olmadan yıkmak istiyorum duvarı.
Gücüm yetmiyor ama tek başıma. Tek olmak istemiyorum zira artık.

Gel, yaklaş, tut elimden. Korkma sakın. Duvar yakmaz canını eğer çok istersen. Gerçekten beni görmek istersen çarpmazsın o duvara.

Yüreğine inan. İnandır beni sana. Yıkılsın duvarlar...

25 Ocak 2012

Seksenler - 80ler - Merhaba Dedi

Bu yazımda bolca övgüler yağdırdığım dizi Seksenler 'in ilk bölümünü izledik nihayetinde.
Bilindiği üzre dizi iki zamanlı. Bir şimdiki zamanda, birde adını aldığı 80'lerde geçiyor.
Şimdiki zamanda, evin çocukları Ahmet, Nazlı ve Çağatay, evi kat karşılığı satma niyetindeler. Evin büyük oğlu olan Ahmet, her ne kadar babam razı olmaz desede, içten içe onunda pek satılmasına gönlü yok gibi. Kolay değil insanın anılarından ayrılması.

Bunun haricinde tüm evlatlar evlenip barklanmış tabi. Durumları iyi nispeten. Nazlı'nın kocası, bahsettiği çocuğu nerelerde diye sorarkene, boşanmış olduğunu öğreniyoruz.
Nitekim bununla ilgili 80lerde bir görücü olayı anımsanıyor. Hala bu usul görüşüp evlenenler var. yani hiçde mazi değil bizim için.

Olaylar şimdiki zamanda konuşuldukça, hatıra gelen anılarla 80lere yolculuk ediliyor.

Evin küçük odasına kurulan soba. Etrafında toplaşılıp edilen sohbetler. Üzerinde pişirilen kestaneler. Ben sabahları ekmekde kızartmalarını beklerdim. Haftasonu olağan banyo olayı. İlk kim girecek muhabbeti.
Hepsi öyle tanıdık ki.

80lerde abisinin biricik kardeşi olan Çağatay, her ne yapmışsa artık – ondan beklerim. Abisinin paralarını az yemedi- şimdilerde abi Ahmet'le araları bozuk. Bunu da gelecek bölümlerde öğreniriz artık.

80lerin bozulmuş düzeni de dizide yerini alsada asıl olan o zamanlarda varolan komşuluklar. Henüz koparılmamış aile bağları.

Salı sallandı mı bilemiyorum ama ağzımıza bir tatlı bal sürdüğü açık Seksenler dizisinin. Bu sebepledir ki bekliyoruz ikinci bölümü.

23 Ocak 2012

Facebook Zaman Tünelinde Dönüş Yok

Bunu ben söylemiyorum.Siber tehditlere karşı proaktif koruma sağlayan ESET'in Güvenlik Uzmanı Stephen Cobb söylüyor.

Ve devamında diyor ki, sakın ola ki inanmayın öyle diyenlere. Nerde ve kim olursa olsun. Facebook henüz böyle bir uyglama yapmadı.

Bunu diyenler, açıkça ve aşikar dolandırıcılar. Bunu sakın ola ki unutmayın.

Çünkü ne yazık ki, facebook artık kötü niyetli kişilerin iş adresi neredeyse. Kuruyorlar tezgahlarını. Tuzak uygulamalarla kişilerin bilgilerini çalıyorlar. Mesela en son Takvimime uygulaması yalan ve düzmece çıktıydı.

Timeline yani Zaman Tüneli uygulaması başından beri hiç sevilmedi. Zati zorunlu olması ayrı dert oldu. Milette bunu farkedip, tezhanını bu yolla işletmeye başladı.

Eninde sonunda Facebook Timeline - Zaman Tüneli uygulamasına herkes geçecek. Ve geçildiği an dönüşü olmayacak.

Bunu bilelim, kimselere kanmayalım.

Dönüşüm

Bırakıyorum kendimi rüzgara. Savrulayım onunla dört bir yana.
Savurmuyor, uçurmuyor saçlarımı. Konuşmuyor bile benimle.
Kalıyorum öyle, tepenin yamacında...

Açıp kollarımı, bırakıyorum kendimi denizin o serin koynuna. Kaybolayım sonsuz koylarında.
İtiyor beni, sarmıyor kolları bedenimi. Savurup beni, atıyor kıyısına.
Kalıyorum öyle, kıyıda, sudan çıkmış balık gibi...

Kapatıp gözlerimi, teslim ediyorum bedenimi ona. Toprağa... Başlıyor ağlamaya. Karışıyor gözyaşlarımız, bedenlerimiz birbirine. Tekrar bir bütün oluyoruz onunla. Hiç ayrılmamış gibi. Hiç kopmamışız gibi.

Ne rüzgara, ne denize geçti sözüm.
Dönüp dolaşıp yine gelsemde kapısına son çare.
Çamuruna saplanıp yok olsamda toprağın.
Yine, yeniden...
Ve çıksam her seferinde, hiç günahsız. Yeniden...


20 Ocak 2012

Salı Sallanacak

İki zıt kutup karşı karşıya gelecek. Kazanan belki de Türkiye gerçeğini ortaya koyacak.

Bir yanda, dram üstüne dramın, acının her türlüsünün yer aldığı, gözyaşının hemen hemen her karakterde sel olup aktığı – abartmayı severim- dizi, Öyle bir geçer zamanki dizisi.
Diğer yanda ise taze kan, yeni dizi, komedide iddialı olarak gelen Seksenler (80ler).

Evet Seksenler dizisi 24 Ocak Salı akşamı 19.50'de Trt1 ekranlarında bizlere merhaba diyecek.

Bence yayın günü olarak bile iddialı bir giriş oldu dizi için.
Zira bizler acıyı soframızda katık yapar, afiyetle yeriz.

Nitekim artık acıya öylesine doyduk ki, tatlıya ihtiyacımız var. Hemde baya iyi bir tatlıya. Ki yüzümüz şöyle bir gülsün. Bayram edelim.

Birol Güven imzalı Seksenler (80ler) dizisinde kadroda baya kaliteli. Gerçi Birol Güven'ide pek sevmem ama. Dizinin hikayesi çok tanıdık. Hala içinde yaşadığım ortamı gördüm tanıtımlarında. En başta soba faslı mesela. Hala onun üzerine ekmek koyup, nar gibi kızartıp, yağı üstünde eritip yeme tadını yaşayabiliyorum. Üstüne reçelde pek güzel gidiyor.

Evet, bakalım salı akşamı acı mı diyeceğiz yoksa ağzımıza bal mı çalacağız?

Seksenler (80ler) dizisi içinde baya bi iddialı konuştum ama inanın ki bi çıkarım yok. Benimki sade sadece açlık. Komediye olan açlık o kadar.

İzleyip göreceğiz bakalım doyacak mıyım, yoksa avcumu mu yalayacağım...

19 Ocak 2012

Ucuzmuş Ama Kanserojenmiş

Kanser, kanser, kanser...
Neye el atsak içinde kanser yapan birşeyler çıkıyor. Ya da tümüyle kanserojen.
En son sütte de var dediler. Hemde Bakan dedi. Ama en son dediğine göre lafı çarpıtılmış. Sorun olmadığını söyledi son olarak.

Ve yıllar önce gündeme gelen, şimdilerde yine gündemde olan deodorantlardaki kanser etkisi.
 Bu konuda araştırmalar yapılmış ciddi ciddi ve doğruluğu kesinleşmiş.
Ama hepsinde değil, ucuz olanlarında.
Bu madde yani kanser yapan madde; alüminum chloride. Bu madde ucuz deodorantlarda ter kokusunu önlemek için kullanılmaktaymış.

Ucuz etin yağsı az olur der Atalarımız. Sonuna kanserojen etkisi çoktur diye eklesek hiç fena olmayacak.
Çünkü ucuz ürünler daha fazla tehlike arz ediyor ne yazık ki. Ruju, saç boyası v.b...

Aslında deodorant kullanmaya hiç luzüm yok. Koltukaltımızı karbonatla sildiğimizde, gün içinde rahatça ve kokmadan gezmek mümkün. Bunu da pratik bilgi olarak verelim.

Ve son olarak şunu demeden geçemeyeceğim. Bizim şu medya olayları abartmada sınır tanımıyor. Yani sadece başlığa bakıp geçsek var ya, halimiz duman. Magazin tadında yapmaya çalışıyorlar her haberi. Ve bu çok yanlış. Çok yersiz.

18 Ocak 2012

İçimden Geldiği Gibi

İçimden bağırmak geliyor. Ve bağırıyorum. Şöyle bir kalkıp, en saçma halim ve şekliyle dans etmek istiyorum. Ve yapıyorum...

Desemde siz sakın olaki bana inanmayın. Bir uyuşuktan böylesi bir hareket beklenir mi hiç Allah aşkına!

Ama, ammavelakin, gelin görün ki ben birde hayalperestim. Hal böyle olunca tabi, hayallerimde dans ediyorum bende.

Müzik çalıyor. Ben coşmuşum.

Ve o an cidden bir açlık hissediyorum. Müzik açlığı. Bi ses bi nefes olacak bir ritim. Ama yok. Koca bir sessizlik. Nasıl bi sessizlik koca olarak tabir ediliyor bilemiyorum. Sessizlik işte. Sanki görülen bir şeyde.

Bir ayı hayal ediyorum akabinde. Yok öyle ormanda yaşayanlarından değil. Oyuncak. Yumuşacık ve kocaman. Sarılmışım, ellerim zor kavuşuyor büyüklüğünden. Öyle bir sarılmışım ki içime sokacağım sanki. Hani öyle olur ya. Sevdiğin birine sarılırsında kendini tutamazsın. Sonra o kişi basar çığlığı, beni kurtarın diye. Ama ayıcıkda öyle bir sorun yok ki. Tıpkı ben gibi sessiz ve tabiki de tatlı. Sarıl sarıl dur, çıtını çıkarmaz ki... Sanırım kendimi bi oyuncak ayıya benzettim az önce. Aman çaktırmayalım.

Şu an ayıcığıma sarılmış, sıcak ve bi o kadar yumuşak olan yatağımda yattığımı hayal ederekten satırlarıma son veriyorum.

Öyle mutlu, öyle huzurluyum ki... Yazı/şı/yorum içimden geldiği gibi.

Mutluyum, Huzurluyum, Uzunum

Boy kompleksi olanlar vardır. Boyu kısadır, yanında kendinden uzun birini görmek istemez. Yahut uzundur, kısasını görmek istemez, yakıştıramaz.

Boy uzaması çocuklukta olan bir durum. Büyüme hormonu o yaşlarda çalışıyor. O yaşlarda çalıştı çalıştı, yoksa kaybettik. Kaldık cüce.

İşte en kötü tabiri ile cüce kalmamak, çocuğumuzu cüce görmemek için anne babaya yine görev düşüyor.

Tabi bu görev için en başta ailenin kendisine bakması lazım. Yani anne-baba kısa ise, ailenin soyunda bir kısalık varsa, fazla umutlanmamak lazım. Zira boy uzamasının yüzde 80'i ailesel faktöre bağlı.

Bunun haricinde, çocuğun beslenmesi önemli yer alıyor. Sütü, yumurtayı eksik etmemek gerek. Spora alıştırmalı mesela. Egzersiz deniyor yani çocuğu oyundan mahrum etmeyeceğiz. Onların en iyi egzersizi oyun çünkü.

Tüm bunlar tamam ama uzama yok. Bu durumda herhangi bir sorun olup olmadığına bakılmalı. Büyüme hormonunun salgılanmasını engelleyen bir sorun olan, kronik böbrek, tiroit hormon eksikliği ya da kansızlık var mı diye baktırmak gerek.

Eee... Tüm bunlarda sorun yok. Ama gel gör ki çocuğun boyu normalin altında ve uzamıyor. Bunun nedeni sensin annesi babası. Sizin kavgalarınız, aile içi huzursuzluğunuz. Hoş bu huzursuzluk içinde çocuğun boyu kısa mı kalmış uzamış mı derdinde bile olmaz anası babası ya neyse.

Çocuğun daha huzurlu, uygun aile ortamında daha hızlı büyüdüğü görülmüş. Özellikle yurtta yaşayan çocukların aile ortamına kavuşmasından sonraki boy farkı bunu doğrular nitelikteymiş.

Her şeyin başı sağlık.
Ama en başta huzur. Huzurlu bir aile. Sağlıklısın, ama huzurun yok.
O huzurun eksikliği seni boyundan bile mahrum ediyor.
Sen nelere kadirsin ey huzur...

17 Ocak 2012

Bir Zamanlar Anadolu'da

Filmin adını ilk Türkiye için Oscar'da yarışacak filmler listesinde görmüştüm.
Sonrasında seçilen Bir Zamanlar Anadolu'da filmi oldu.
Yönetmeni Nuri Bilge Ceylan.
Açıkcası şimdiye kadar bir filmini bile izlemiş değilim. Ama başarılı olduğunu okuyorum.
Bir Zamanlar Anadolu'da filmini de izlemedim.
Filmden biraz bahsetmek gerekirse;
Yönetmeni, Nuri Bilge Ceylan.
Oyuncular, Muhammet Uzuner, Taner Birsel, Yılmaz Erdoğan, Ahmet Mümtaz Taylan, Ercan Kesal, Fırat Tanış, Erol Erarslan, Burhan Yıldız, Murat Kılıç ve Şafak Karali.
Senaryo, Ercan Kesal ve Nuri Bilge Ceylan ile Ebru Ceylan'a ait.

Bir zamanlar Anadolu'da filminin ödülleri de oldukça bol.
Gittiği her yerden ödülsüz dönmedi desek yeridir. Umalım ki Oscarda da birşeyler kapıp gelsin. 64.Cannes Film festivalinden Juri Büyük Ödülü'nü, SİYAD 'dan En iyi film, yönetmen, senaryo dahil olmak üzere 6 ödül almış.

Filmin eleştirileri genelde süresi ile ilgiliymiş. 157 dakika olan film, yinede izletiyormuş kendini. Hikaye uzun tutulmuş. Oyuncuların kabiliyetleri, yönetmenin becerisi ile ortaya uzun ama izlenesi bir film çıkmış.

Bu kadar ödül alıyorsa, Oscara aday seçilmişse, bir bilinen var ortada.
Velhasıl en kısa zamanda bir izlemeli Bir Zamanlar Anadolu'da filmini.
Ne dersiniz?

12 Ocak 2012

Buğulu Camın Ardında

Bir buğulu cam.

Buğuna çizilmiş bir kalp. Belki bir harf. Ya da gülen bir surat. Ama buğusundaki su akmış. Artık ağlıyor surat. Tıpkı onu çizen parmağın sahibi gibi.

Gördüğümüz bir şekilden ibaret, buğulu camda. Ötesini göremeyiz, buğu izin vermez. Kimdir o parmağın sahibi. Buğulu camlar ardına saklanmış kayıp bir yürek belki. Kısa mutluluklardan başka bir şey yok hayatında. Buğulu cama çizdiği o kalp, sahibini arıyor buğunun ardında.

Ama korkak. Ürkek biraz. Saklanmış camın buğusunun ardına.

Hiç düşündük mü o camın ardını, ardındakini...

Biz sadece o camın buğusunu bozmuş, belki çok evvelden çizilmiş olduğundan ne olduğunu bile anlamadığımız o şekli görüyoruz. Belki mutlu birinin yazdığı bir satır. Belki de sırf ağlarken yalnız kalmamak adına çizilen şekiller.

Buğulu camın ardı, gizli ve saklı bir dünya gibidir. Camın buğusu korur o sırrı. Hem o sırrı hemde camındaki sırrı.

11 Ocak 2012

Abdalca Davrananlar Abdaldır/ Forrest Gump

İşte bu yüzden çevresinde ona abdal gözüyle bakanlardan daha zekiydi. Çünkü yaşamı boyunca hiç abdallık yapmadı.

Forrest Gump, annesinin çabasıyla başladığı okul hayatından itibaren yaptığı herşeyle ülkesinin ve dünyanın dikkatini çekmeyi başardı. Ve çokda zengin oldu.

Onu anlatmaya ilkokulda başladığı ve yaşamı boyunca hiç azalmadığı aşkıyla başlamak lazım. Hayatına giren ilk arkadaş, ilk dost ve ilk aşk.

İyi bir koşucuydu. Bu sayede okulda takıma alındı. Onun sayesinde maçlar kazanıldı. Hayatının ilerleyen yıllarında da koşmasıyla ünlü olacaktı.

Askerde tanıştığı arkadaşına verdiği sözü tuttu. Karides teknesi alıp, karides avcısı oldu. Birgün çıkan fırtınada bir tek onun teknesi sağlam kalınca, bu sayede dünyaca ünlü işadamı oldu.
Bundan evvel askerde öğrendiği raketle ülkesini birçok ülkede başarı ile temsil etti.

Verilen bir sözü tutmak  abdallık sayılmıyor değil mi?
Ve sevdiğine kavuşup evlenmek de. Çocuk sahibi olmakta.

Şimdi siz söyleyin, bunların hangisi abdallık? Hangisini yapmadık ki. Hoş, yapabilirmiyiz bilemiyorum bir kısmını.

Film, 1994 yılında çekilmiş. Başrol oyuncu Tom Hanks. Birçok ödülü var. Zamanının en iyi hasılatına sahip bir film.
Kısaca öyle okumakla olmaz. İzlemeniz lazım.

Filmde tek başına oğluna bakmaya çalışan annede var. Oğlunu her zaman destekleyen, sahip çıkan bir anne.
Diğer yanda hayatta tek başına kalmış, hayatının amacını arayan, bu yolda birçok yanlışlıklar yapan bir kadın var.

Forrest Gump. Hayat içinden ne çıkacağı belli olmayan bir kutu çikolata gibidir.

10 Ocak 2012

Depresyona Girdim, İçerdeyim.

Ooo... Baya karanlıkmış içerisi. Biraz ışık olsaydı da önümü görseydim. İlerliyorum ki gözüm alıştı herhal karanlığa, birşeyler seçmeye başladım.
Duvarlarla kaplı heryer. Daracık bir labirentteyim. Duvarda çizili siyah beyaz resimler. Ama kötü çizilmiş. Beğenmedim her kim çizmişse.
İlerliyorum yavaş yavaş. Bir kapı çıkıyor karşıma. Açsam mı açmasam mı derken duvardaki resim çekiyor dikkatimi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kara duvara gri renkli resim mi çizilir hiç. Bir insana benziyor. Saçı başı dağınık gibi. Gözler şaşı. Ya da böylesini becermiş. Cenin pozisyonundaymış, bende gövdesi nere gitti diye düşünüyordum. Korkmuş demek ki. Kapıyı açmasam mı acep?
  Açıyorum ama. Yine ve daha karanlık bir oda. Ya da ince uzun bir yol mu desem. Ama burası daha karanlıkmış. Elimle etrafımı yokluyorum. Yokluyorum. Ama elim hiçbirşeye değmiyor. Gözüm görmüyor. Dipsiz bir kuyudayım sanki. Kitleniyor ayaklarım. Gidemiyorum daha fazla. Çöküyorum sanki. Görmediğim duvarlar üstüme geliyor. Ben arada sıkışmışım. Nefesim daralıyor. Son çare ellerimi açıyorum iki yana. İnanmışımdır hep ellerimin kuvvetli olduğuna. Onlara sığınıyorum yine. Ezilmemek için. Ellerim acımıyor, zorlanmıyor. Sımsıkı kapattığım gözlerimi açıyorum. Koyu karanlık sanki açılmış. Ve ileride bir ışık gibi bir şey var.
Ayağa kalkıyorum. O ışık beni sevindiriyor. Filmlerden öğrendiğim “sakın ışığa gitme” lafı geliyor aklıma. Gitme demesi kolaymış. İnsan o karanlıkta beyaz bir fıçan görse ona koşar ve sarılır.
Bende koşuyorum ışığa. Ben koştukça çoğalıyor. Gözlerimi alıyor birden büyüklüğüyle parlaklığı. Kapatıyorum gözlerimi. Ve bir üşüme alıyor beni.
Açıyorum.
Odamdayım, yerde. Ve annem perdeyi açmış bana bakıyor.

9 Ocak 2012

Alamanya Rüyası mı Yoksa Kabus mu

İki farklı film. Ortak nokta ise Almanya'ya gidişle değişen hayatlar.
Birinde Hülya Avşar, diğerinde Türkan Şoray başrollerde.
Almanya'dan fazla aslında ortak noktaları filmlerin. İkisinde de Alamanya rüyasına kapılmış kocalar, ardlarında bıraktıkları eşleri var. Eşleri eskide bıraktıkları hayatlarında. Yeni, büyülü Alamanya'da yenilerini bulurlar zira.


Alamancının Karısı filminde adam çocuğunu da alırken yanına, Dönüş filminde ardında bırakır. Üstüne üstlük Alaman olan karısından da bir çocuğu olmuştur.
Arkada kalan eşler yaşam ve yaşama mücadelesi verirler.

Alamancının Karısı filminde çocuğuna kavuşma çabası vardır annenin.
Dönüş filmi ise köyde bir başına kalmış bir kadının dramı ile daha bir yürek yakar. Üstelik evladını kaybetmiştir. Bir başına kalır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, kocasının bir başka kadınla olduğunu ve çocukları olduğunu kaza geçirmiş olan araclarını o yoldan tesadüf eseri geçerken görüp öğrenir.
  Çocuğu da alıp, gider uzaklara kadın. Bir başına kaldığı o köyde eşini, çocuğunu kaybeder. Üstüne birde katil olmuştur.

Alamancının Karısında da iki farklı son vardır. Yapımcılar filmin sonunda çocukla annesini ilk sonda kavuşturmazken, diğerinde insafa gelen baba çocuğu anneye verir.

Bir Alaman rüyası ile başlar herşey. Rüya kısa sürede geride kalanlar için bir kabus olur.

Almanya'nın havası mı suyu mudur bu adamların aklını çelen.

Almanya cidden bir başka dünya mıdır ki, başka diyardaki hayatları yakıp yıkmak lazımdır.

Bir rüya iken birine Alamanya, bir diğerine ise kabus olur.

6 Ocak 2012

Örümcek Ağında Bir İpek Böceği

Örümcek ağını herkescikler bilir. Yalnız bu ağ hakkında bilmediğimiz bazı hususlarda varmış.
Mesela çok sağlam oldukları. Demirden bile.
Ama bizim örümcekler bu ağı belli kapasiteden fazlasını yapmıyorlarmış.
Uzmanlar ağları bilimde de kullanmayı nicedir istiyorlarmış. Ama işte örümcekler fazlaca yapmadıkları için ellerinden birşey gelmiyormuş tabi.
Takii ipek böeğinin genetiğini değiştirip ağ üretmesini sağlamayı akıl edene kadar.
Evet evet yanlış değil, doğru duydunuz, yazdım.
İpek böceklerinin genetiklerini değiştirip ağ üretmelerini sağlamışlar. Böylece istedikleri kadar ipek gibi demir gücünde ağ elde etmiş olacaklar.
Bu ağları mesela çelik yelek yapımında kullanmayı düşünüyorlarmış. Yada daha kaliteli sargı bezi yapımında. Çünkü örümcek ağı iyileştirici özelliğe sahip. Eski zamanlarda insanlar yaralarının üstüne ağ sürerlermiş.
Böyle söylendiğinde iyi birşeymiş gibi duruyor.
Ama çevrecilerin dikkat çektikleri bir husus varmış. Ya bu genetiği değişmiş ipek böcekleri doğaya karışırsa ne olur?
Benim hayalgücüm düşünemiyor. Ama kötü bir sonuç olur ki endişe ediyorlarmış ve yapılmaması gerektiğini düşünüyorlarmış.
Haklılar. Dünyada hiçbir canlının yaratılıştan gelen özelliklerine ne fazlasını eklemek nede eksitmek kimsenin haddi olmamalı. Amacı ne olursa olsun. Elbet başkaca yolu vardır doğada.

5 Ocak 2012

Simay Ölsün İstiyorum Diyenler

Akşam ablamla birlikte, ama en çok ablam, sinir küpü olduk Tv başında.
İzlediğimiz şey Kuzey Güney dizisi.
Bizi sinir eden zat ise Simay tabiki de. Başka kim olabilir ki?

Zavallı kadını evinden etti. Arsız, yüzsüz, yalancı ve riyakar bir insan. Üstelik ikiyüzlü. İyi birde oyuncu Maaşallah.

Kuzey salağı da hala onu evinde barındırıyor. Onun yanında annesine sesini yükseltiyor. Küçük düşürüyor o zillinin yanında kadını. Buna hangi anne katlanır. Dayanabilir ki. İyi ki attı o tokatı. Çoktan haketmişti zaten o. Böyle gelin düşman başına. Evlerden ırak olsun.

Birde Zeynep'i yeni öğrenmiş gibi yapıp, Kuzey'e tavır yapması yok mu? Birde beni kandırdın diyor. Hiç utanması yok.

Son noktayı da sahte intihar girişimiyle koydu.

Haketmedi mi şimdi, şöyle güzel bir dayağı. Zeynep ve Cemre bir olup dövseler şunu ne güzel olur. Saçını başını yollasalar bi güzel.

Gerçi ben Zeynep'e de kılım. Geldi, görür görmez tutuldu. Sanki kırkyıllık aşıklar. Arabadaki halleri aynı öyle idi. Kuzey'in de ondan farkı yok. Gördü ve unuttu Cemre'yi. Ne oldu bilmem o büyük aşkına. Gerçi hala değer veriyor. Bunu Güney'in Cemre için onu bunu dedikten sonra, arabasının tekerleklerini sökmesinden anladık. Ama Zeynep'e olan aşırı ilgisi birden çok fazla oldu. Göze batıyor. Bunu da belirtmek isterim.

Evet kimler katılıyor bakalım bize?
Simay'ı şöyle bir güzel, evire çevire dövmeye var mısınız? :)


Not: Ben bir dizikolik değilim... Değilim... :)

4 Ocak 2012

2012 İyi ve Kaliteli Komedi Dizileri Yılı Olsun

Yok. Yok. Yok...

Yok işte bana sorarsanız. Eminim ki bana hak verenlerde çıkacak çoğunluktan.

Şimdi haftanın 7 günü, Allah versin her akşamı bir tane. 1 yetmiyor kimi kanala 2 tane dizi yayınlıyorlar.

Bunların içinde kaliteli bir komedi dizisi yok maalesef. Maalesef ve ne yazık ki.

Pazartesi; Arka sokaklar, Al yazmalım, Bir ömür yetmez ve haftaya ilk bölümü çıkacak olan Koyu kırmızı adlı diziler. Malumunuz ki bunların hiçbiri komedi değil.

Salı; ah salı. Öyle bir geçer zamanki var. Zati onu es geçiyorum direk. Firarı da. Tövbeler tövbesini de. Bi yeni dizi Pis 7li diyebilirim ama içimden öyle coşkuyla evet diyemiyorum. Komedi değilde gençlik dizisi diyebilirim. Başrolde aşk adlı dizide var ama izlemediğim için saymıyorum.

Çarşamba başka çarşamba. Kuzey Güneyi, Sakarya fırat, Muhteşem yüzyıl ve Mavi kelebekler. Hepsi komediden uzak. Drama kardeş diziler. Çocuklar duymasını az daha unutuyordum. Onun için komedi diyenler çoktur. Ama hep aynı malzemelerle komedi olmaz. Aynı konular aynı tantanalar hep. Değişen sadece büyüyen çocuklar.

Perşembe; Fatmagül ile başlayan dramla zaten baştan kaybetti. Yeni dizi Kalbim 4 mevsim desen öyle. Sende gitme hiç değil.

Cuma; Hayat devam ediyor dediler. Çok eksikmiş gibi yine dram eklediler. Haa şimdi Akasya durağı var diye coşanlar olabilir. Sinan'ın her gördüğü kadının peşinden koşup, karısını aldatmasına ben komedi diyemiyorum hiç kusura bakmayın. Bir çocuk sevdim, adından kaybediyor zaten.

Cumartesi pazar desen İffetti, Umutsuz evkadınları idi. Behzat Ç. O ayrı zaten. Ben Yahşi Cazibe'yi unutmuşum. Ama isabet olmuş. O da geçerli değil. Artık konu baydı çünkü. İki polis eksittiler ama söyleyemedi Kemal Bey Simge Hanıma. Zaten bu sezon Simge'yi hepten Kemal delisi yaptılar. Bişey diyeceğim şimdi dilim varmıyor. Anlayan anlamıştır.

Görüldüğü üzre bende kabahat yok. Şöyle izlemeye değer, kaliteli ve komik bir komedi dizisi yok.

Umudum 2012 ile ekranlara gelecek olan; Seksenler, Yalan dünya ve Hababam sınıfı adlı dizilerde.

En çok da Yalan dünya adlı diziden umutluyum komedi adına. Kalite adına.

Bekleyip görelim.

2012 / Sözde Kıyamet

Guya her fırsatta film izlemekten, sinemaya gitmekten büyük keyif aldığımı yazıyorum. Ama blogumda izlediğim filmlerle ilgili çok az şey paylaşıyorum. Paylaşmak istemememden değil. Fazla izleyemiyorum. Ne yazık ki bazen dizikolik olduğumu düşünmüyor değilim.

Ama arada filmde izliyorum. Mesela dün akşam Şüphe adlı bir film izledim. Dikizcilik kötü birşeydir, zira bazen ölümle karşı karşıya gelebilirsin. Filmin ana mesajı buydu bence.

Benim bahsetmek istediğim film bu değil.

2012 Kıyamet filmini konuşmak istiyorum. 2012 yılında izlediğim ilk film. Haa değdimi bilemiyorum. Klasik bir konu idi. İnsanlar patır patır ölüverirken, bizim kahramanlara bi şeycik olmuyor.

Asıl konuda ise yine Amerikan filmleri Nuh Tufanını kullanmış. Bilirsiniz, Nuh Tufanı'nda heryeri sular basacaktır. Her canlıdan birer çift alınır gemiye.

2012 filminde de kıyamet yakındır. Nasıl bir kıyamet anlayışıysa onların ki, dünyaya kazık çakmak niyetiyle kocaman bir gemi yaptırırlar. Ama o gemiye giriş para iledir. Parası olmayanlar ölümü hakederler.

Bizim filmin kahramanları bu gemiye kaçak girerler. Sonunda kurtuluşu yine Onlar sayesinde bulur gemidekiler. Gerçi sorunu da onlar oluşturmuştu ama neyse. Nuh Tufanı'ndan esinlenilmiş demiştim ya, bunu sırf gemiden dolayı demedim. Gemiye hayvanları da almışlardı. Üstelik dediklerine göre gemiye alınan insanlar, insan ırkının yeniden çoğalması için özel! seçilmiş insanlarmış. Tabi bu yalan. Gemideki insanlardan gözüme takılan, tanıdık sima İngiltere Kraliçesi idi.

Filmde Nuh Tufanı'ndan ve kıyamet alametlerinden baya bir şey vardı. Adı da 2012 Kıyamet.
Ama yanılıyorlar. Asıl kıyamette kimse canlı kurtulamayacak ki... İşte bunu es geçmişler. Nuh Tufanı'nın sözde kopyasını yapmışlar.

2 Ocak 2012

Elveda Derken Düşündün mü Hiç

Elveda demenin o büyük gururu bir başkadır. Yalnızlığı sevmeyen biri için her elvedasının ardında bir merhaba saklıdır.

Elveda, bitiş noktasının başlangıç çizgisidir.

Her yeni yılda da eski yıla elveda der, yeni yıla kucak açarız. Oysa biten sadece takvim yapraklarından ibarettir. Başkaca biten bir şey yoktur çoğu vakit. Herşey aynen devamdır.

Yalnız bu yeni gelecek yılı yenilikle doldurmak isteyenler oldukça fazladır. Yenilik dediğinde, her kişiye göre farklıdır. Her yenilik her kişiyi mutlu etmez.
Mesela yeni vergiler, yeni zamlar gibi.

Kim bu kadar kolay der ki şimdi o elvedayı? Merhaba nasıl çıkar ki şimdi? Eskiye rağbet derler. Oysa sadece yeninin yükünü taşıyamamadır durum. Dil tutulur, merhaba diyemez insan. Ama gaflete kapılıp deyivermiştir bile elveda...

İşte yapılan olay kısaca budur. Tüm coşkusuyla elvedaya hazırlananlarının merhabası kursaklarında bırakmak.

Hele aracı varsa, vergisine zam. Kimliğini mi değişecek ona da 75 kuruş zamla 5.75 T.L. verecek. Pasaport mu lazım. Al sana ordanda bir zam. Bunlar çoğumuzun illaki yıl içinde mutlaka karşımıza çıkacak olanlar. Haa birde noter harçları da var zamlanan.

Gel şimdi sen de gülümseyerek yeni yıla merhaba...
Ama elvedayı dedin bile.