12 Aralık 2015

Düğün Dernek 2 - Sünnet

Biz 3 kişilik bir aile olarak, ilk sinema seansımızı gerçekleştirdik. :)
Korkmayın canım, daha doğurmadım. :D

Düğün dernek filminin birincisini bilmeden bence ikinciyi izlemeyin. Öncelikle diyeceğim budur.
Çünkü ikincinin girişi tamamen birinci filmin devamı niteliğinde.

İlk filmde oğluna düğün yapmak için canla başla çalışan İsmail abimiz, ikinci filmde de, isminden anlaşılacağı üzre, torununa sünnet yapma telaşına düşüyor. Ve tabi olmazsa olmaz ekibiyle birlikte.
Hatırlatırım, gelinimiz yabancı idi. Yani sünnet olayı o kadar basit olmuyor. İşin komedisi de orda biraz da zaten.

Filmde 3 ünlü sanatçımızın ismi geçiyor. Geçen filmde çok kısa da olsa Emel Sayın vardı. Bu sefer sadece adı geçse de Emel Sayın, Nuket Duru ve Mustafa Keser de filmde yerlerini almışlar. Hem de gözlerinize inanamayacağız şekilde. Sanırım yeni kesim sarkıcılar, yılların sanatçıları kadar cesur olmazlardı. Nasıl yer aldıklarını merak ettiniz değil mi.. :D

Gülmek, eğlenmek istiyorsanız, filmi kaçırmayın derim.
Film, birinicisi gibi sanki devamı gelecekmiş gibi bitiyor. Eğer 3. film gelirse onda da elbette bir düğün olacak. Ama hangisinin... izleyin, öğrenin.


30 Kasım 2015

Doğuma Hazırlık Kursu.

Evet, ülkemizde artık doğuma hazırlık kursları veriliyor. Şu an her ilde verilmese de, yagınlaşması için çalışmalar sürüyormuş.
Pilot il seçilen illlerden biri de, benim yaşadığım il olmuş. Oh ne güzel olmuş.

Normal doğum düşünen bir anne adayının gitmesi taraftarıyım. Şahsen, aklımda hep normal doğum yapmak var. Ve bu kurs, beni daha da cesaretlendirdi.
Bu kurslar, devlet hastanelerinde ücretsiz, özel hastanelerde ücretli veriliyor.

Kursun temel amacı, anne adayına normal doğumun, çok normal bir süreç olduğunu anlatmak.
Misal, kaçımız biliyoruz ki, bedenimizin ve bebeğimizin doğumu kendiliğinden gerçekleştirdiğini..
Ve korkunun bu doğal süreci nasılda olumsuz etkilediğini. Öyle ki, acının neredeyse tümü sadece korkudan kaynaklıymış.

Kursta en çok üstünde durulan nokta, nefes egzersizleri oldu. Zira, doğum sürecinde doğru nefes almak ve vermek doğumu oldukça kolaylaştırıyormuş. Ciğerlerden değil de diyaframdan almak lazımmış. Yani ciğerler değil, mideyi şişireceğiz. :)
Kursta ayrıca bebek bakımı, doğru emzirme gibi doğum sonrası içinde bilgiler veriliyor. Hamilelikte olası şeker yüksekliği hakkında da ayrıca bilgi veriliyor.

Kurs 6 hafta sürüyor. Bittiğinde sertifikan bile oluyor. :)
Ben gittim. Çok da memnun kaldım.
İnşaallah kısa sürede tüm illerde verilir.
Ve bir tavsiye. Kursa hamileliğinizin ortalarında gidin. Bence başında gidince bilgiler unutulabilir. Sona doğru giderseniz, sonuna yetişemeyebilirsiniz. Bizde öyle birkaç kişi doğurdu kurs bitmeden.

Normal doğumu düşünen anne adayları, kursa gitmek isterseniz, bulunduğunuz ildeki devlet hastanesine bir sorun. Gidin, görün. Hem size değişiklik olur. Hem insan cidden birşeyler öğreniyor.

Rabbim İnşaallah isteyen herkese normal ve sağlıcakla doğum yapmayı nasip etsin.



16 Kasım 2015

Çocuğa İsim Bulmak ... Zor İşmiş.

Hamile olduğunu öğrenen bir kadın, içinde büyüyen o minik mucizeye, günler ilerledikçe seslenmek için, ya kızım ya oğlum demek ister. Yani istiyormuş. Ben öyle oldum. :)
Cinsiyeti öğrenince sanki herşey tamamlanıyor.
Ama sonra bakıyorsun ki, sadece oğlum, kızım demek de yetmiyor. İlginç.
Bu sefer, ay isim bulayım da ismiyle sesleneyim yavruma, diye istek duyuyorsun.
Amma velakin, bu iş o kadar kolay olmuyor. Bilginize yani.. Hoş, kimisi için kolay oluyor. Te ezelden belirlediği için.
Birde bu isim mevzusuna dalan 3. şahıslar vardır. Ah.. ah... anadan babadan evvel isim bulma derdine düşerler. Hiç düşünmezler ki, bu isim olayı öyle basit bir mevzu değildir. Ama bilmezler işte..
Neyse ki bende öyle dert yok.
Oğluma, oğlum, gülüm, yavrum diyorum. Ama bir isim bulaydık da ismiyle seslenseydim ne iyi olurdu.
Seçeneklerimiz var, yok değil. Ama karar vermedik. Sanırım doğmadan netlik kazanmayacak. Öyle hissediyorum.
Gerçi özellikle babasının seslendiği bir isim var. Ama dediğim gibi net değil. Ben net olmadığı için hala oğlum demeyi seçiyorum.



Ben bu aralar böyle kendimden, oğlumdan bahseder, dururum artık.. :))



11 Kasım 2015

Hayatın Hızı mı.. Yoksa Anlamı mıdır Kısaltmalar... ?!

Sanırım, ilk önce şöyle kocaman, sesli bir merhaba demeliyim. Hem kendime, hem sizlere.
Uyuşukluğumun hakkını layıkıyla verdiğimi düşünüyorum. Zira gelip buralara uğramamamın nedeni çokca bu huyumdur. Afbuyurun.
Tabi başka nedenlerde var. İşi bırakmış olmam mesela. Ev hanımıyım artık. Ve inanır mısınız.. koca gün bana yetmiyor. Öyle çok iş yaptığımdan değil. Sanırım yavaş bir insan olduğumdan. Ve çokca yorulduğumdan. Bir saat iş yapıp, bir saat dinlenmemden dolayıdır. Değil mi... uyuşukluk işte.
Kısaca olay bu. Belki özetle Uyuşuk geldi demeliydim.
Kısaca.
Hatırlıyorum da, ilk telefon aldığım zamanlardı. Kuzenimle mesajlaşıyoruz. Son mesajının sonuna KIB eklemişti.
Ablamla uzun bir süre KIB ne demek diye düşünmüştük. Sonra nasıl çözdük tam hatırlamıyorum. İzletme imkanım olsa, komik videolarda ilk sıraları zorlardık şimdilerde. Ya da o zamanlarda da cahildik, olabilir.
Misal, hala bazı kısaltmaları anlamakta zorluk çekiyorum.
Geçenlerde arkadaşın biri, AEO kısaltmasını kullandı. Ben yine, uzun bir süre bu ne demek diye kafa yordum. Ve sonunda kendim buldum yine. Çok mu safım yoksa çok mu akıllı.. hııı.. ne dersiniz. :))
Giriş konuşmaları uzun olmaz değil mi.. kısa keselim. Ama anlamlı olsun. ;)
Gitmeden diyeceğim bir şey daha var.
Maalesef sadece bir iki aylığına geri dönüş yaptım. Sonrasında uzun bir zorunlu ayrılığımız olacak. Sizlerle ve blogumla.
Neden mi..
Fidanım dediğim blogum yerine büyüyüp, kocaman olmasını izleyeceğim, her dakikamı ona adayacağım, canımdan bir parçam olacak Allahın izniyle.
Yani kaybolmamın tek nedeni uyuşukluğum değil deyip, suçu, içimde tekmeler atan oğluma atmak istiyorum ama kıyamıyorum. :)))

Yani biz geldik. Şimdilik..




31 Temmuz 2015

Korkaklık Var Serde Saklayamam.

Merhabalar.. :)
Anlatacaklarımdan sonra beni artık “ deli uyuşuk” diye çağırabilirsiniz. Alınmam. :D

Mevzuya şöyle giriş yapalım. Ben evlenmeden evvel evde öyle tek başına saatlerce kalan biri değildim. Ablam olurdu hep. Şimdi düşündüm de, mevzunun özü burada yatıyor galiba. Neyse ben size yine anlatacağım, merak etmeyin.

Eşimle film izlemeyi seven insanlarız. Bir iki kere korku filmi de izledik, maalesef. Ki tüm suçlu o filmler anacığım.
Film, şeytan ve kötü ruhlarla ilgili idi. Adını unuttum. Aylar oldu. Etkisi yeni kayboldu desem. :)))
Filmde karı koca bu işlerle uğraşıyorlar. Yani insanlara musallat olmuş ruhları şeytanları defediyorlar. Üstelik kadın, bu varlıkları hissetmekten öte görüyor.
Ve filmin asıl mevzusu bir aileye musallat olan kötü ruhlarla ilgili. O yaratığı evin küçük kızı da görüyor. Yok kapının ardında yok dolabın içinde. Falan filan. Yok kadın yatarken kadının üstüne çıkmış falan. Yazarken bile hoş oldum. Bendeki etki de böyle işte. Evde yalnız kalınca kendi kendimi fena korkutmayı başarıyorum. Yatarken gözüm dolabın üstüne gidiyordu. Gözümü kapatınca tepemde dikiliyormuş gibi hissediyordum. Banyoda özellikle kapı ardından çıkacakmış gibi oluyordu. Evin içinde sanki başka birileri varmış da her an çıkacaklarmış gibi hissetmeler. Alıyordu beni benden bu saçma sapan korkular. Dualar okuyordum. Biraz içimi ferahlatsa da bazı anlar işe yaramıyordu. Beynimin içindeki saçmalık ağır basıyordu. Evde sessizlik olmasın diye televizyon açıyordum. Ki önceden tv izlemeyi ne güzel bırakmıştım ben ya.. :D

Evet, şimdilerde tüm bunlar geride kaldı. Hala yalnız kalınca içimde manasız korkular ara ara dolsa da filmin ilk etkileri kadar değil çok şükür. Misal artık kapı ardında biri varmış gibi hissetmiyorum. :D

Şimdi, niye yalnız kalıyorsun eşin nerede derseniz. Adam camiye gidiyor. Kendisinin filmden bu kadar etkilendiğimden fazlaca haberi yok. Ama korktuğumu söylemiştim. :D Zaten artık o tarz filmler izlemiyoruz.

Beynin saçmalaması çok kolay. Hele o saçmalığa inanması daha kolaymış.

Şimdi filmi merak ettiniz mi... :D

Yoksa benim için Allah'a dua mı ediyorsunuz.. :p 




22 Temmuz 2015

Her Bir Yağmur Damlası...

Yağmur yağıyor. Ben onu dinliyorum. Camımı, camları döver gibi yağıyor. Yollara, toprağa kızmış gibi. Delik delik ediyor düştüğü yeri. Kaçırtıyor insanları kendinden. Huzur vermekten uzak çoğunluğa göre bu haliyle.

Oysa, bana en çok bu deli halleri huzur verir. Her bir damlasının düşüşünü izlemek için çaba sarfederim. İmkansızlık peşinde kendimi unuturum. Ve işte o an huzuru bulurum. Aklımda yağmur ve öfkesi. Gözlerim düşen damlalarında.

Maksadım ıslanmak değil. Yağmuru izlemek. Delice yağarken, o toprağı delen her bir damlaya odaklanmak. Yağmur kadar delice. Ve biliyorum imkansız. Ama biliyor musun... hoşuma gidiyor. Ve en önemlisi huzur veriyor. Tıpkı sonrasında açan o güneşin, insanı gülümsettiği gibi... 






29 Mayıs 2015

Ağla Anne...

Küçük kız, sıkılmış bir ses tonu ve yüzüne dondurduğu ağlamaklı ifade ile:

-Anne... daha çok bekleyecek miyiz?.. niye bekliyoruz hala?...

Annesi, avucundaki kızının minik elini parmağıyla okşadı. Derin bir nefes alıp:

-Bekle kızım. Az kaldı.

Kadın, başını diğer yanına çevirdi. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Eliyle kızına çaktırmadan sildi yaşları yüzünden. Kızına baktı. Gitmek için can attığı her halinden belli oluyordu. Eli ayağı durmuyordu. Biliyordu, kalkıp oyun oynamak istediğini...

Kadının gözleri ağlayan bir kız çocuğuna çevrildi. Ağlıyor, ağlayıp yaşlar gözünden aktıkça inatla o yaşları siliyordu. Akıp gitmelerine izin vermeden. Ağlamak istemiyor gibiydi ama sanki elinde değildi. Akıyordu o yaşlar. O sildikçe inat eder gibi. Gülümsedi kızın o haline. Kendini düşündü. Ne zamandır tıpkı o kız çocuğu gibi, sessizce ve inatla akan yaşlarını kimse görmeden siliyordu. Küçükken gizlice ağlasa annesi hemen anlardı. Gözleri kızarırdı hemen. Şimdi kimsecikler ona neden ağladın diye sormuyordu. Kimse onun ağladığını bilmiyordu. Anlamıyordu. Bu konuda ustalaştığını düşünüyordu artık. Ya da artık gözlerinden akanın gözyaşı değilde başka bir şey olduğunu düşünüyordu. Gerçekten ağlasa, tıpkı küçükken ağladığı gibi, belki biri gelir de sorar, neden ağladığını. Yaşlar akıyordu gözlerinden ama o ağladığını düşünmüyordu. Nicedir ağlamamıştı ki...

-Anne.. !

-Efendim.

Kızı ona bakıyordu. O da yüzünü kızına çevirdi. Göz göze geldiler. Kızı, eliyle annesinin yüzüne dokundu. Tuttuğu elini, elinden çekti. Annesine sarıldı. Annesi, aniden sarılmasına biraz şaşırsa da, hemen oda yavrusuna sarıldı. Kızı annesini yanaklarından öptü.

-Yanakların tuzlu anne.

Gülümsedi kadın kızının bu lafına. Kızı yine sarıldı boynuna annesinin. Gözleri doldu kadının. Derin bir nefes aldı. Kızı o an kulağına şöyle dedi:

-Ağla anne. Sadece yaşlar akmasın gözlerinden. Ağla.

Sonra yine yanağından öptü annesini.
Parktaki bankta, anne kız sarılmışlar birbirlerine. Ve kadın hıçkıra hıçkıra ağlamakta. Tüm gözler onlara bakıyor. Onlar kimseyi görmüyor. İkisi de yaşadıkları o anın içinde kaybolmuş gibiler. 






21 Mayıs 2015

Birinci yıl Yirmibir Mayıs


O gün bana deselerdi, sen O'nunla evleneceksin, yok canım.. derdim. Yani bazılarının dediği gibi, O'nu ilk gördüğümde, işte bu benim evleneceğim adam, demedim. Çünkü ilk görüşme, bizim gibi aracılar eşliğinde olunca biraz formaliteden oluyor. Ve oluyorsa sonradan oluyor.

21 Mayıs 2014 Çarşamba. Saat 14.40 civarları. ( 15.40 da olabilir, tam kestiremiyorum.) İçeri giriyor. Tanışıyoruz. 
Aklımda kalan cümlesi, çok aç olduğu ve yemek istemesi. 
Aklımda kalan şaşkınlıklarım, telefon numaramı unutmam. Sürekli ekranın arkasında kalmam. Giderken oturayım kalkayım mı diye ikilemde kalmam.

O'nun kendisine has bir girişi vardır. O'na göre bana öyle gelmektedir. Gözlerimin içini güldüren insansın sen. O kadar farkın olsun gözümde.

Esprili.
Sevecen.
Seven.

O kim mi diyen var mı hala...
O benim eşim. Hayatımın diğer yarısı. Ruh ikizim. Sultanım. Karaböcüğüm.

Bu yılkı 21 mayıs yazım, blogum için değil, Onun için. Ne tesadüftür ki, tanışmamız blogumun yıldönümüyle aynı gün olmuş. Bunu o vakitler hemen farketmemiştim. Farkettiğimde garip bir şekilde sevinmiş, gülümsemiştim. U.H. kısaltmasının O'nun ismininde kısaltması olduğunu demiştim, hatırlarsanız.

Biz tanışalı tam bir yıl olmuş. Su gibi geçmiş zaman. Halbuki nişandan sonra alınan nikah tarihi bana ne uzak gelmişti. Nasıl geçer 6 ay diyordum. Ki geçti, üstüne artı bir ay daha eklendi. 
Rabbim nice güzel seneler nasip etsin. Cümlemize İnşaallah...




13 Mayıs 2015

Kapadokya Notları


En başta şunu demek istiyorum. Kışın gitmeyin. İyice yaz gelsin. Havalar ısınsın öyle gidin. Biz az biraz donduk da söylemesi ayıp olmasın.
Biz Nisan 20 de gittik. Şansımıza gittiğimizin ikinci günü kar bile yağdı tepelere. E tabi biz bu kadar soğuk beklemediğimiz için yazlık kaldık biraz. Yabancı turistler bizden daha tedbirliydiler. Eldivenler, atkılar, montlar.. bildiğiniz tam takım gelmişler yani. Bizde mevsimlik şal ve hırkalar.. düşünün halimizi.

Kaldığımız otel Nevşehir'in doğal güzelliklerine çok yakındı. Eşimle çıkıp rahatça gezme fırsatımız oldu.

Bunlar evlerin güvercinlikleri. Öğrendik ki, Nevşehirde o vakitler evinde güvercinlik olmayana kız vermiyorlarmış. Neredeyse her evin vardı. Bende dedim herkesin Maaşaallah oğlu varmış. Eşimde cevaben, demek ki kız da varmış dedi. :D Güvercinlerin gübreleri değerlendiriliyormuş. Toprak için oldukça faydalı içeriği varmış. Aklınızda olsun. Güvercin bakan tanıdığınız varsa bitkileriniz için isteyin bence.
Kiliseler çoğunluktaydı.




 Bu kilise dağın tepesinde bir başına. Biz buradayken kar yağıyordu. Manzarası müthiş. Rüzgarı kesiyor.  


 Bu gördüğümüz tek cami.

Artık ben susayım, resimler konuşsun.
Son olarak, insan buraları gördükçe şaşırıyor. İnsanlar eskiden buralarda nasıl yaşamış diyorsun. Yüksek yerler, heryer kaya.









1 Mayıs 2015

Taze Gelin Uyuşuk

Merhabalar...
Mayısta görüşürük dedim ve geldim..
Ben sözümü tuttum sizlerde tuttunuz mu bakayım... iyi baktınız mı bloguma ben yokken.. hıııı...
Efenim.. 19 Nisan günü bana sorulan o meşhur soruya " Evet.. " diyerek bende evliler kervanına katıldım.
Hala izindeyim. Pazartesi işbaşı.
Bugün evimi baştan başa temizledim. Sildim süpürdüm. Ve yoruldum.
Adımı yalancı çıkartmıyorum. Tüm güne işleri sığdıramıyorum. Son dakikalarda acayip telaş başlıyor. Kendime sinir oluyorum. Bir işi bitirmeden diğerini görüyorum. Ona başlıyorum. Diğeri yarım kalıyor.
Oyy... aman... kim demiş ev hanımlığı kolay diye...
Nevşehir'i bir ara anlatmaya geleceğim.
Şimdilik bana müsade...





27 Mart 2015

Kayıp Aramayın.

Efenim..
Şu sıra pek yokum, farkettiyseniz.
Şimdiden sonra hepten yok olacağım.
İzne ayrılıyorum.
Malum düğün günü yaklaşıyor.
Sonra balayı için Nevşehir. Bu arada Nevşehirde ne yapmalı, nereye gitmeli... öneri bekliyorum.
Mayısta kısmetse görüşürüz.
Yorumlara dönemem büyük olasılıkla. Şimdiden hepinize çok çok teşekkürler.
İyi bakın bloguma da kendinize...




10 Mart 2015

Gözler...

Kurs odasının kapısından girince O'nu yine yerinde, yaptığı resme odaklanmış şekilde buldum. Ben erkenciydim ama O, benden de erkenci idi.
Yanına gittim. Yine nasıl harika bir resim yapıyordu, merak ediyordum. Resmini görünce yine bayıldım. Kızın olağanüstü bir yeteneği vardı. O, dalgın dalgın resmini yaparken ben sanki kendi kendime konuşur gibiydim. Nihayet eseriyle olan o görünmez bağını kopartmayı başarmıştım. Beni farkedince gülümsedi.

-Senin soyun kesin şu ünlü ressamlardan birinden geliyor. Bu resminde harika.

-Seninkilerde çok güzel. Hepimizinki öyle.

-Yapma canım. Hepimiz biliyoruz, seninkiler başka. Hoca bile ağzı açık şekilde seninkilere bakıyor. Sen, senin resimlerin için sana bir ikazda bulunduğunu hiç duydun mu Allah aşkına. Şu sınıfta laf söylemediği tek kişisin. Adam uyuzun önde gideni. Fırçayı tutuşuna bile karışıyor. O an fırçayı kafasına geçirmek istiyorum.

İkimizde kahkahalarla gülüyoruz son cümleme. Tam o an, hoca içeri giriyor. Benim kahkalarım içimde kalıyor. Yeliz ise gülmeye devam ediyor. Ondan cesaretle bende gülüyorum.

-Hanımlar, erkencisiniz.

-Evet hocam, biz hep böyleyiz.

İçimden, dediğimi duymadığı içinde şükürleri sıralıyorum.
Hoca, Yeliz'in resmine bakıyor.

-Bunu şimdi yaptın değil mi?

-Evet.

-Bu kadar kısa sürede bu harika resimleri yapıyor olman senin ne kadar yetenekli olduğunun ispatı. Biliyorsun değil mi?

Yeliz, sessizce başını sallıyor. Yeteneği konusunda konuştuğunu zaten hiç duymadım. Bense şaşkınlıktan şok oluyorum. Kendi kendime, şimdi mi.. diye söyleniyorum.

-Neden evde değilde burada yapıyorsun? Birkaç haftadır seni görüyorum. Erken geliyor, resmini burada yapıyorsun.

-Evde yaptıklarımı beğenmiyorum.

-Evde yaptığın bir resmini görebilir miyim?

-Yok. Bir kere yaptım, beğenmedim yırttım hocam.

Hoca, bir şey demiyor. Resme bakıyor. Dalıp gitmiş gibi.

-Yeliz, senin resimler için bir sergi yapalım mı?

-Hayır.

Bu direk ve net cevap hocayı şaşırtıyor. Hiç beklemediği bir cevaptı. Benimde. Sonra daha beklenmedik bir şey oluyor. Yeliz, malzemelerini toplamaya başlıyor.

-Niye topluyorsun ki, birazdan ders başlayacak zaten.

-Yeliz.. ? !

Yeliz, bizi duymuyor bile. Kısa sürede toparlanıyor. Göz göze geliyoruz. Gözlerinden yaşlar akıyor. Ağlıyordu. Neden ?
Bir şey diyemiyorum. Soramıyorum. Çantasını alıp kapıya yöneliyor. Hoca arkasından sesleniyor. Nereye gittiğini soruyor. Yeliz ise hiç konuşmadan öylece çıkıp gidiyor sınıftan.
Hoca söylenmeye devam ediyor. Ne dediğini anlamıyorum. Duymuyorum daha doğrusu. Sonra Yeliz'in peşinden çıkıyor O da. Ben boş sınıfa bakıyorum. Yeliz'in boş yerine.

Günler sonra, kurs çıkışı Yeliz karşıma çıkıyor. Onu görünce öyle seviniyorum ki. Öyle çok samimi değildik ama o günden sonra, o gidişinden sonra aklımda hep vardı. Sarılıyorum. O da bana sarılıyor.

-Sana hediye getirdim.

-Bana mı..

Dedim ya, samimi bir arkadaşlığımız yoktu ki bizim. Yeliz gelir, sessizce yerine geçer, kimseyle konuşmadan resmini yapardı. Herkes yanına gelir, resimlerine bakar, iltifatlar yağdırır. O sessizce gülümserdi sadece. Gerektiğinde cevap verirdi.
En uzun muhabbetimiz o gün olmuştu.

-Senin için yaptım. Teşekkür etmek için. Yaptıkların için.

-Ne yaptım ki ben.

-O gün gitmeme izin verdin. Sorgulamadın. Sormadın.

Gülümsüyorum.

-Diyecek söz bulamadım ki seni öyle görünce.

-Ben sözlere değil, gözlere bakarım. O an, beni sorgulayan bakışların yoktu. Neyse, senin için bir şey yapmak istedim. Lütfen kabul et.

Elindeki çantayı elime tutuşturuyor. Tekrar sarılıyoruz birbirimize. Sonra vedalaşıp gidiyor.

Çantaya bakıyorum. İçimdeki meraka yenilip, yolun ortasında açıyorum. Gözler. Benim gözlerim. Gözlerimin resmi çıkıyor karşıma. Sanki kendimle gözgöze gelmişim gibi oluyorum.
Sonra bir not görüyorum. Aynen şöyle yazıyor:

gözlerindi benim en yakın arkadaşım... “



- öykü - 



Benim Karıncam

Saat 6 oldu. Hala gelmedi. Çocuğum benimle 6 saattir küs, konuşmuyor. Niye, çünkü ben bir katilim, onun gözünde. Karınca katili. Karıncasını öldürdüm. Öldürmüşüm daha doğrusu.

Bulaşıkları makineye dizerken, onun yerde oturmuş, somurtkan suratını farkettim. Yanına gittim.

-Oğlum, niye yere oturuyorsun. Niye suratın asık?

Yüzünü öte çevirdi. Kaşları çatık. Yere bakıyorum. Karınca var, üç beş tane.

-Ne oldu yavrum?

-Karıncam yok.

-Karıncan mı?

-Karıncam yok. Onu makinenle öldürdün.

Şok olmuş halde, bir yerdeki karıncalara bir de oğluma bakıyorum.
Makine dediği, süpürgem. Öldürmek olayı da, benim densizliğimden geliyor. Geçen evi süpürürken, süpürgenin mikropları içine alıp öldürdüğünü söylemiştim. 4 yaşındaki çocuğa söylenecek laf değilmiş.

-Oğlum, senin karıncan bu.

-Hayır değil.

Ben herhangi bir karıncayı göstersem de, O, o karıncanın kendi karıncası olmadığını söyledi. Onun karıncasını öldürmüşüm.
Ah karıncalar, başıma ne işler açtınız.

Nihayet babamız gelebildi sonunda. Karar verdim, bende ona surat asacağım. Ben koltukta, oğluşum yine karıncaların başında. İçeri girince önce hangimize yöneleceğini şaşırıyor adam. İkimizde beş karış suratla karşıladık adamı. Önce oğlunu seçiyor. Öpüyor, hatrını soruyor. İlk işi beni şikayet etmek oluyor oğluşumun. Kahroluyorum.

Sonra benim yanıma geliyor. Evimizin hakimi, olayı iki taraftanda dinlemeyi seçiyor. İlk cümlem, ben masumum demek oluyor. Gülüyor. Bende gülüyorum halime.

-Tamam, merak etme. Sizi barıştıracağım.

-Tamam, hadi başar bakalım.

-Başar ?

-Oğluşun böyle diyor. Başar bizi barıştırmayı bakalım.

Allahım, oğlunu çok çok seven ama dilini tam çözememiş bir babanın başarısına muhtacım. Yardım et.

Önce dolaptan keçeli, yeşil renk bir kalem alıyor. Ama gizlice. Yani en azından oğlumuzdan gizli. Ben pürdikkat onu izlemekteyim.
Mutfağa gidiyor. Bir zaman sonra oğlumuzun yanına çöküyor.

-Oğlum, bak kim geldi. Senin karıncan.

-Benim karımcam değil o.

-Senin karıncan bak. Asker karınca. Annen süpürgesiyle meydana çıkınca yeşil asker kıyafetini giyip siperlere saklanmış.

Bu cümle dikkatini çekmeyi başarıyor. Dönüp bakıyor karıncaya. Karıncada elden ele dolaşıyor. Totosu yeşil yeşil. Bir süre karıncayı inceliyor. Sonra yere bırakıyor. Gülen gözleriyle bana doğru koşuyor. Bende açıyorum kollarımı. Sanki yıllarca kavuşmayı bekleyen ana oğul gibi sarılıyoruz birbirimize.

-Özür dilerim anne.

Öpüyor öpüyor. Öpüyorum öpüyorum...



...

Kurgudur.. :) :)


26 Ocak 2015

Uyuşuk Bildiriyor :

Öykülere ara verelim. Bu uyuşuk neler yapıyormuş bir bakalım. Yazarken bende bir bakayım, napmışım..
Malum, bilindiği üzre düğünüm için gün sayıyorum. Ki bu lafta değil. Az önce hesap makinesi ile hesap kitap ettim. Tam 82 gün kalmış. Burada kocaman, istediğiniz gibi kahkahalar atmanız serbest. Gücenmem valla. :D
Çeyiz işlerini hele hiç sormayın. Al al, bilmiyor. Hala alınacak ne çok şey var. Millet soruyor ne eksik, ne lazım. Alırız diyorum yavaş yavaş. Desem ya şu şu lazım alıver. Ama diyemiyorum ki yaa.. Tabiatımda yok. Sağolun diyorum, o kadar.
Evimizde bu arada yavaş yavaş oluyor. Bilmem söyledim mi, müstakbel eşimin ailesiyle aynı binada oturacağız. Aile apartmanı. Biz alt katta ikamet edeceğiz, hayırsıyla İnşaallah.
Evde bu yüzden bakım tadilat sürüyor. Rabbim bir ömür huzur versin. (amin)
Şunu da söyleyeyim, hala gelinlik yok ortada. :D
Almayalım, buluruz dedik. Bulduk. Gelinlik hala bana ulaşmadı. Bunun kınalığı da var. Onu da almak yerine kiralamak taraftarıyım. Evde durmasının bir anlamı yok.
Nikah yerimiz çok şükür belli de, biz kız tarafı olarak daha kına için yer beğenemedik. Bu gidişle sokakta yapmak zorunda kalmayız İnşaallah.
Fark ettim de, çeyizimdeki mutfak eşyalarının neredeyse çoğu Karaca. Farkında olmadan hep Karaca almışım. İnanın Karaca takıntım yok. :D
Misal, en son Karaca kepçe takımı aldım. Bakın, çok şeker değil mi.. Rengarenk. 

Bardakda Karaca çay setinin bardağı. Piyasada başka yok. Güzel değil mi? Ama benim müstakbel kocacığım pek beğenmedi. İnce belli bardak severmiş. Öylesini de alırız canım. Geçen beğendim de sonra baktım onlarda da aynısı varmış. :D İyi ki almamışım dedim içimden. Neden bilmiyorum. Alt tarafı çay bardağı yani. Nasıl farklı olabilir ki.. aman işte.
Beyaz eşyalarımız Profilo. Umarım hepsi sorunsuz çıkar. Ütüm ve süpürgem philips.
Süpürgem philihs dedim de, daha almak kısmet olmadı. Dün uygun bulduğum yere beraber almaya gittik. Maksat süpürgeyi ona taşıtmaktı. Tabi önceden söyledim kendisine. Haberi var. Ama kısmet olmadı. Tükenmiş. Netten alacağız bizde. Philips Fc 8475. Kullanan var mı içinizde. Memnun musunuz acaba, o mor küçük şirin süpürgeden.
Başka anlatacak ne kaldı.. Tül perde sorunum var aslında. Hala az biraz kararsızım. Sizce stor zebra mı olsun, yoksa tül fon perde mi olsun. 
 Zebra olursa bu tarz bir şey olacak. Çünkü mobilyalarım pembe. :D Ama bir yanımda olmasın diyor. Tül ve fon perdede biraz tuzlu, yani fiyatı neredeyse iki katına çıkıyor. Bilmiyorum yani. Bakalım nasıl olur.
Başka...
İyilik sağlık işte. 
Evlenince çalışmayı düşünmüyorum. Evimin kadını, çocuklarımın anası olmaya niyetliyim. Dergilere öykülerimi göndermeyi planlıyorum aslında. Birinde dikiş tutturursam, belki çalışan ve evde oturan bir kadın olabilirim. Neden olmasın. Dua edin bana. O kadar beğeniyoruz yazdıklarını diyorsunuz. Sizden cesaretle yapacağım bu işi. Hayırlısı artık.
Başkaca yazılarda görüşmek üzere... 
Bu iki kitapta çeyizimin en nadide parçaları. :D




19 Ocak 2015

En Acısı Unutulmak...

Meryem, tüm üzüntüsüne rağmen, yüzüne kocaman bir gülümseme kondurarak çocuğunun odasına girdi. Kapı açılır açılmaz oğlu ile göz göze geldiler. O an, yavrusunun gözlerindeki korkuyu gördü. Yabancılaştığını hissetti. Gözlerine bakar bakmaz, o acı sonun artık gelmiş olduğunu gördü. Gözleri doldu. Ama ağlamak istemiyordu. Yanılmış olmak istiyordu.
-Yavrum... Nasılsın ?
Çocuk, annesi yaklaştıkça geri çekiyordu kendini.
-Sende kimsin?
Meryem, kalakaldı olduğu yerde. Çocuğu, canının parçası, onu artık hatırlamıyor. Tanımıyordu. Doktor bu sona hazırlıklı olmaları gerektiğini söylemişti ama bir anne buna kendini nasıl hazırlayabilirdi ki..
Oğlu rahatsızlığından dolayı, kademe kademe her şeyi unutmaya başlamıştı. O kademelerin ilerleyen safhalarında en yakınlarını bile tanımayacaktı. Yani annesini, babasını. Kardeşini.
Meryem, bunu öğrendiğinden beri dualar ediyordu. Ama o gün gelmişti işte. Çocuğu ona yabancı gözlerle, dahası korkuyla bakıyordu.
Meryem, dizlerinin üstüne çöktü. Yaklaşamadı daha fazla biricik yavrusuna.Onun korku dolu o bakışları yüreğini deliyordu. Evladı ondan bir yabancı gibi kaçıyordu. Korkuyordu.
Ağzını açtı bir şeyler demek için. Ama konuşamadı. Kapadı ağzını eliyle. Eğdi başını. Gözyaşları sel gibi akıyordu gözlerinden.
Derken, kapıda diğer çocuğu belirdi. 3 yaşındaki ufaklık, bir annesine bir de yatakta, yorganın altında öylece duran abisine baktı. Masumca. Olan bitene anlam kazandırmaya çalışır gibiydi.
-Kardeşim... Umutcan..
Yatağından fırlayıp koşarak gitti yanına. Kucağına aldı. Öptü.. öptü.. Ağlıyordu bir yandan da.
Meryem gözleri yaşlı bakakalmıştı iki oğluna. İki kardeşe. Anladı ki, oğlu durumunun farkına vardı. Yüreği bir kez daha parçalara ayrıldı.
Yanlarına gitti. İkisini de sardı kollarıyla. Kokularını çekti içine. Oğlu baktı annesine. Biraz mahçup ama hala yabancı gibi...


 öyküdür.. 





 

15 Ocak 2015

Duymamak..

Kadın, elinde bavulu ile otelin koridorunda belirir. Adamı arar gözleriyle. Yanına gider, bavulunun çıkardığı sesle birlikte. Yanına gelene kadar gözlerine bakıyorken, yanına gelince kaçırır gözlerini gözlerinden. Bavuluna bakar.
-Gidiyorum.
-Nereye?
-Geldiğim yere. Görevim bitti. Gitmeliyim.
-Orası neresi? ...
Kadın gülümser:
-Ne fark eder.
-Belki eder.
Adam, kadının elini tutar. Kadın elini çeker. Gözlerinin içine bakarak:
-Gideceğimi biliyordun. Biliyorduk.
-Ama çok alıştım sana. Gitm....
Kadın, eliyle kapatır adamın ağzını. Sonra bir buse kondurur dudaklarına.
-Gidiyorum.
Otelin koridorunda, tekrar bavulun sesi yankılanır. Adam, kadının ardından bakar. Dönüp baksın ister, ama kadın bakmaz. Öylece uzaklaşıp kaybolur şehrin sokaklarında. Adam, bir süre sonra odasına çıkar. Hala uyumakta olan karısının yanına uzanır. Kadın duymaz bile.







12 Ocak 2015

Nokta Atışı.

Hayatın kurgusu.. O saniyelik nokta atışları.. Bilirsiniz değil mi o anları. Aslında çoğu kez farketmeyiz bile. Ahh... bir fark etsek, belki çok şey değişir hayatımızda. Hayatımızın ömürlük dediğimiz o yaşamının saniyelere nasıl ustaca işlendiğini.
Böyle ani kararlar verdiğim anlarda, başıma gelecek kötü ya da güzel bir şeyi kaçırdım mı acaba diye düşünürüm. Ve aslında çoğu kez beni, olacak kötü şeyden koruduğuna inanırım.
Elbette böyle düşünmeme neden olan çok önemli bir olay yaşadım.
Dün, çok da kalabalık olmayan trafikte, kırmızı ışıkta bekliyordum. Derken, biri gelip aniden arabanın ön camında belirdi. Öyle çok korktum ki. Çığlık attım. Yardım isteyen biri idi. Korkmuştum ama kızmıştım da. Camı açıp:
-Niye öyle aniden çıkıyorsun !? Ödümü patlattın.
-Affet abla, şimdi yeşil yanacak, seni kaçırmak istemedim.
Derken, yeşil ışık yandı. Ve anında arkamdaki araba kornasına basmaya başladı.
-Abla, gitmeden bir ekmek parası...
Bir ona baktım, bir yeşil ışığa. Sonra çantamdan elime gelen ilk parayı bakmadan verdim. Arkamdaki sabırsız şöförde bu arada beni sollayarak yanımdan kornasını çalarak geçti.
Bende tam gaza bastım ki, korkunç bir ses geldi. Kocaman bir tır, beni sollayıp giden arabayı ezip geçti. Dahası hala duramamış önüne gelen tüm araçlara çarpıyordu. Tırın arka kısmı sallanarak arabamın önüne kadar geldi. Tam önümde devrildi.
Şaşkın gözlerle olan biteni izlerken:
-Abla, başının gözünün sadakası dememe kalmadı. Allah razı olsun, inandım, cidden gönlünden koparak vermişsin.
Yüzüne baktım, verdiğim parayı öptü. Eyvallah deyip, uzaklaştı. Sanki çok olağan bir şey olmuştu. Ardından bakakaldım. Bir şey diyemedim.
Ortalık bir anda savaş alanına dönmüştü. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemez halde öylece kalmıştım.
İnsan derinlemesine düşününce içi ürperiyor. Benim önümü kesen o kişi, beni kurtarırken arkamdaki kişinin ölümüne sebep olmuş gibi görünüyordu.
Halbuki sadece hayat o nokta atışlarından birini yapmıştı. Neden sonuç ilişkisi.
Ömrümüz boyunca kimbilir böylesi kaç olay oldu da, biz farkında bile olmadık.



Kurgudur..





6 Ocak 2015

Mektup...

Zehra, her sinirlendiğinde yaptığı gibi, kendini bir odaya atmış, odayı sözde toplayarak aslında dağıtarak kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Ve yine kendi kendine konuşuyordu.

-Sevmiyorum işte.. sevmiyorum. Sevmem de bu saatten sonra. O benim hayatımı mahvetti yaa.. Onun yüzünden işimden oldum. Şu halime bak, hepsi onun suçu. Hala onu karşıma dikiyorlar. O da utanmadan ağlıyor, sızlıyor. Zaten sustuğu yok Maaşaallah.

Yatağın altından çıkardığı kutuyu da sinirle attı, son cümlesini söylerken. Baktı ki, içinden kağıtlar, resimler çıktı. Bir an dikkati onlara kaydı. Hepsini topladı. Oturdu yatağın üstüne. Hepsini koydu kucağına. Kimdi acaba bu resimlerdeki bebek... Bir resmin arkasında bir not yazıyordu.

“ Seni sevmeye başladığım gün, doğduğum gün oldu. Canım yavrum.. “

Notu okuyunca, resme bir daha baktı. Bebek yeni doğmuş değildi. Tarihte düşülmüştü. Kendisinin doğduğu tarih ile aynı idi yılı. Hesap yaptı. Ay olarak doğum gününe bir ay kala çekilmişti bu resim. Kimdi ki bu bebek. Kendisi miydi.. Annesinin evi idi bu ev. Ondan kalan bir hatıra yok diye biliyordu. Bir resmi bile yoktu. Yüzünü hayal meyal hatırlıyordu. Zehra 7 yaşındayken annesi ölmüştü. Teyzesi büyütmüştü Zehra'yı.
Sonra kağıtları karıştırmaya başladı. Zarf buldu. İçinde kağıt vardı. Açtı çıkardı içindeki notu. Tarih vardı en başta. Resimdeki tarihin aynısı idi. Başladı okumaya...

Sevgili yavrum, canım benim.. sana bu mektubu yazıyorum ama aslında kendime yazıyorum bunları. Unutmamak için. Ve belki gün gelir de bulursun bu yazdıklarımı. Ya sevmeye devam edersin beni. Ya da hayallerinden bile çıkarırsın.
Sana hamile kaldığımı anladığım o andan itibaren senden kurtulmak istedim. Çünkü sen, benim kabusum olan o gecenin lanetiydin. Bana tecavüz eden o adamın çocuğuydun sen. Ve hiçbir kuvvet bana o pisliğin çocuğunu doğurtamazdı. Çok uğraştım. Ama olmadı. Sen mıhlanıp kalmıştın içimde. Doğurdum. Ailem benden çok sahiplendi seni. Bana kalsa seni doğduğun gün sokağa atardım. Yüzünü görmek, sesini duymak bana işkence gibi geliyordu. Sen o adamın tohumundandın. Yaşamaman gerekliydi. Günler aylar geçiyordu. Yüzüne bile bakmıyordum. Ananen, teyzen el bebek gül bebek ilgileniyorlardı seninle. Ananen yaşlıydı. Ama yinede elinden geldiğince bakardı sana. Sana son nefesine kadar baktı biliyor musun..
O gün işte.. ne olduysa o gün oldu. Annem seninle yalnızdı. Teyzenin acil olarak yarım saatliğine gitmesi gerekmiş. Bende çıkacaktım evden. Hazırlanırken burnuma duman kokusu geldi. Kapımı açtığımdan salondan dumanlar ve alevler çıkıyordu. Hemen koştum. Salonun kapısında yerde annem yatıyordu. Kucağında sen. Beni görünce sustun birden. Annem kımıldamıyordu. Seni aldım kucağıma. Ananeni dürttüm. Uyanmadı. Öldüğünü anladım. Öylece kalmıştım orada. Dışarıdan sesler gelmeye başladı. Kalktım, koşarak kendimi dışarı attım. Kucağımda sen, teyzen ağlayarak geldi sarıldı bana. Annem.. diyebildim. O ara itfaiye geldi. Ambulans geldi. Beni duman is içinde görünce ambulansa aldılar. Seni almak istediler kucağımdan. İzin vermedim. Tüm o gürültünün içinde kucağımda uyuyakalmıştın. Bir elin göğsümde. Kokunu çektim içime. Mis gibi kokuyordun yavrum. Mis gibi.. Hemşireler sağlığından endişeli idi. Israrla seni benden alıp muayene etmek istiyorlardı. Bırakmadım. Onun ilacı bende dedim. Seni usulca uyandırıp emzirmeye başladım. İşte o an, yaşadığımı anladım. Yeniden doğmuş gibiydim.
O yangın, seni bana kazandırmıştı. Ama ananeni aldı. Yangın sırasında kalbine yenik düşmüştü. Ama seni bana kavuşturmayı başarmıştı. Son nefesini verirken bile bana annelik yapmıştı.
Affet beni yavrum. Affet Zehram.. belki bunları hiç bilmeyeceksin. Eğer bir gün bu yazdıklarım eline geçer de okursan affet beni. Bilirim, teyzen beni sana bir melek gibi anlattı. Bunların lafını bile etmedi. Ama ben kendimi affetmedim. O günlerde, bana en çok ihtiyacın olduğun o günlerde yanında değildim. Affet beni canım yavrum..

Kulakları uğulduyordu Zehra'nın. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Resimlere baktı yine. Güldü kendine.
Sonra birden ağlama sesi geldi kulağına. Günlerdir her duyduğunda sinirlendiği o ağlama sesi, şimdi sanki onu çağırıyordu.

Koşarak gitti. Yavrusu babaannesinin kucağındaydı. Kadın, mahçup ve şaşkın bakıyordu. Yaşlar iniyordu Zehra'nın gözlerinden. Yaklaştı. Usulca aldı kucağına bebeğini ilk kez kucağına.
Oturdu koltuğa. Kaynanası da başladı ağlamaya. Zehra'nın başını okşadı. Torunu susmuştu. Zehrada kokladı yavrusunu. İçine çekti. Çekti...

Bir anne, yine bir anneyi yavrusuna kavuşturmuştu. 


....


öyküdür..