30 Kasım 2011

Acaba ?

Baktı. Bir daha baktı. Ve bir daha...

Emin olamıyordu bir türlü. Zaten hep böyleydi. Böyle oldu ömrü boyunca. Hep “acaba” vardı içinde? Atamıyordu ne yapsa bu soruyu.

Acaba kapıyı çıkarken kapamış mıydı?

Açık bir şey unutmuş muydu? Tuvaletten çıkarken bile acaba sifonu çekmiş miydi?

Bunları her defasında yapsa da, kısa zaman sonra aklında o soru beliriyordu. Acaba yaptım mı?

Acaba işten çıkarken, pc yi kapatmış mıydı? Ya açık bir şey unuttuysa? Üşenmez yine bakardı.

Yaptığı her işin ardından bakar, eksik bir şey var mı diye.

Bakmazsa içini bir şüphe kaplar hemen.

Vazgeçemiyor bu huyundan.

Huy... Huy mu cidden? Yoksa hasta mı?

Yok yok sadece takıntı. Öyle değil mi? Takıntıdır sadece.

Bir o mu böyle davranan. Vardır elbet başkaları da. Beyninde “acaba”lar dolanan başka birileri var mutlaka.

Vardır değil mi? Var mıdır acaba... ? !


29 Kasım 2011

İndiana Jones Serisi Beş'liyor

Duyunca sevindim. Serinin ilk filmlerini beğenerek izlemiştim. Harrison Ford zati iyi bir oyuncu.

Ve İndiana Jones filminin beşincisinde de İndiana Jones yine o olacakmış. Yani, illa ki demek lazım. Başkası götürmez ki.

Bir seri filmi çekmek için önce ilkini sevdirmeli biz izleyiciye. Birinci film, akılları almalı. Düşündürmeli ki konuştursun kendinden. Ve en önemlisi devamı geldiğinde, ya bunun ilk filminde ne olmuştu dedirtmemeli. Öyle akıllara kazıtmalı, önce karakterlerini, sonra olayı/ları.

Mesela Karayip Korsanları. Aklıma gelen son seri filmlerden. Ve çok tutan ve beğenileni de.

Ve seri filmlerde olması gereken, atlatılmaması, gözardı edilmemesi gereken diğer husus da oyuncu konusu. Kadro değişmemeli. Biz izleyicilerin öncekinden kalma göz aşinalığı hafife alınmamalı. Değişikliğe gidilmemeli. Bu büyük bir risktir yani. Hele ki söz konusu başroldaki, baş kahramansa.

İndiana Jones filminin 5. filmi de geliyormuş. Harrison Ford'u nicedir görmüyorduk. İyi olacak yani. Her ne kadar dördüncüsü pek iyi izlenim bırakmasa da, buna şans vermek önceki filmleri için değer.

Bekleyelim, görelim.

İzlediğimiz Dizilerden Şikayetçiyiz

İzliyoruz evet. Ama şikayetçiyiz de. Var mı itirazı olan. Bu sonuç bir anketten çıkmış. Gerçi ankete luzüm mü vardı ki ? Biz hem söylenir hem yaparız işimizi. Hele ki fazla seçenek hakkımız yoksa.

Toplumun Kültür Politikaları ve Medyanın Kültürel Süreçlere Etki Algısı adlı kamu araştırmasının sonucunda Türkiye'de çoğunluğun medyaya güvenmediği, dizilerin gençleri olumsuz etkilediği ve Türk gelenek ve göreneklerini yansıtmadığı ortaya çıkmış.

Şöyle bir düşünürsek şuan yayındaki dizileri, hangisi doğru bir şey ki ?

Mesela fazlasıyla abartıldığını düşündüğüm Hayat Devam Ediyor adlı dizi. Reklamlarında çocuk yaşta evlendirilen kızlarımızı hedef aldılar. Tamda gündemde onlar varken. Ama dizide gözardı edilen nokta, 70 yaşında bir adamla evlendirilmeye zorlanan 15 (sanırım, galiba) yaşındaki kız, o yaşta evleneceğiz diye! sevgilisiyle birlikte oluyor. 15 yaşında zorla evlendirilmesi yanlış yaşı küçük diye, ama cinsel manada birliktelik yapmak için uygun bir yaşta öyle mi? İşte bu husus hiç üstüne durulmadan es geçirilmiş. Bu mu Türkiye gerçeği, doğudaki yaşam böyle mi? Doğuyu geçtim Türkiye'deki durum bu mu? Din, örf gelenekler mi bunlar. Madem bir takım gerçekleri göz önüne getirmek için dizi yapıyorsunuz. Bu hafife alınmayacak ayrıntıyı( ayrıntı çünkü gözönünde tutulmamış doğru dürüst) niye araya sıkıştırmışlar anlamadım.

Amerikan aile dizilerinde ( yine mi Amerika derseniz ama bi dinleyin) aileler çocuklarını evlilik öncesi ilişkilerden uzak tutarlar. Öyle yetiştirirler. Kaldı ki bu ayrıntı onlar için ne dinen, nede örf adettir. Ama topluma öyle yansıtılır Amerikan aileleri.
Biz de ise evlenmeden yapmayanlar duyulunca ağzımız açık kalınır ve alay edilir! Hatırlayın Aşk ve Ceza adlı dizi. Aile dizisi denen Çocuklar Duymasın adlı dizi de bile lafı geçiyorsa bu durumun diyecek söz yok.

Bu bakımdan gerçekten ailecek izlenecek bir aile dizimiz şuan maalesef yok. Varsa siz söyleyin..

28 Kasım 2011

Orjin Sen Gerçek misin

Uydudan yayın yapan hemen hemen tüm kanallarda reklamı çıkıyor bu tip ürünlerin. Hemde dakikalarca.
Ürünün özelliklerini sayıyorlar da sayıyorlar. Hele ki bunları bizden sizden normal insanlara yaptırıyorlar ki inandırıcı olsun. Hele ki Orjin denen krem, kendini aştı. Trt de bile reklamları çıkmaya başladı. Reklamlarını daha profesyonel olarak yapmaya bile başladı.
Son reklamlarında karı-koca arası ilişkilere bile girildi.

Bunları izleyen, özellikle kadınlar dertlerine derman olur diyerekten alıyor. Çünkü reklamlarında ağrılara iyi geldiği deniyor. Ama gelin görün ki bu krem bakanlıktan kozmetik ürün olarak izin almış.
Yani ortada tam bir dolandırma var. Reklamlarında ağrıya sızıya iyi gelir. Şifadır deniyor. İnsanları kandırıyorlar. Bakanlık işe al atınca, biz sadece kozmetik ürünüz diyorlar. Bakanlıktan bir şikayet yok, toplatılmıyor ürün deniyor.
Duymuşsunuzdur ya da duymadınız benden duyun.
Bakanlık, reklamlarıyla insanları ilaç gibi iyileştirdiğini söyleyen kremleri toplatma kararı almış. Orjinde bunlardan biri.
Hatta en birinci sıradaki.
Ama gelin görün ki bakanlıktan onlar için toplatılma kararlarının olmadığını söylüyorlarmış.

E siz de kozmetik ürün değil misiniz? Reklamlarınızda ağrınızı, sızınızı alır demiyor musunuz?
Yoksa sizde şu gsm operatörünün avukatı gibi, reklamlarda her duyduğunuza, gördüğünüze inanmayın mı diyorsunuz. Ya da onu demeye getiriyorsunuz da biz anlamıyoruz.
Adı üstünde reklam değil mi? Yalan olmalı. Orjin kozmetik bir krem. Ağrıya, sızıya iyi gelmez. Şifa dağıtmaz.
Bunu açıkca söyleyin de, millet de size inansın.

25 Kasım 2011

Kim Demiş Eskiye Rağbet Bit Pazarından Geçer Diye

Yalan yok. Eskiden birçok şey daha güzeldi. O güzel şeylerin içinde şarkılarda var hiç şühpesiz. Bunu ispatlayansa hala o eski şarkıları eskitememiş olmamız. Hala bıkmadan dinliyor. Özlemimiz, aşkımız sevdamız çoğalıyor her defasında.

Şimdilerde bir moda çıktı. Aslında pek de yeni sayılmıyor. Reklam sektörü yenileri geçtim, eski şarkılarımızı da kendilerine araç etti.
Mesela, Yarim İstanbul. Gittiler o güzel şarkıyı bir mobilya reklamına uyarladılar.
Ayten Alpman'ın Ben Varım şarkısı da bir bankanın şarkısı oldu çıktı.
Daha var. Şu an aklıma ilk gelenler bunlar oldu.

Bence bu durum, reklamcıların hazırcılığı. Tembelleşmişler artık. Bir firmaya kendilerince bir şarkı bulamıyorlar. Yahut o yol daha pahalı. Zira bizde emek dediğin çok ucuz birşeydir. Hele eskilerin çoğunun telif hakkı bildiğim kadarıyla yok bile. Bu bakımdan herhal hem kolaylarına hemde ceplerine böylesi iyi geliyor olmalı.

Tıpkı dizi sektörü gibi. Dizilerin yarısı bir kitap ya da filmden uyarlama diyebiliriz. Ve çoğu eskisini aratıyor maalesef.

Bu durumdan çıkan sonuç; artık iyi şeyler üretilemiyor. Hemde her alanda neredeyse. Herşey bir öncekinin kopyası. Yahut eskisinin yeni uyarlaması. O olmazsa yeni düzenlemesi. Ya bi şarkıcının albümünde (ki bu iyi bir şey yinede, iyi bir çalışma oluyorsa) ya da bir ürünün yeni melodisi oluyor.

İyiki vaktiyle ustalar iyi çalışmış. İyi çalışmalar, eserler ortaya çıkarlarmış. İyi ki.
Yoksa şimdikilerin hali nice olurdu. Demi ama !? ...


24 Kasım 2011

Keşanlı Ali Destanı

Nejat İşler geri dönüyor.

Hem de bir destanla. Keşanlı Ali Destanı adli dizi ile ekranlara gelecek. Keşanlı Ali karakterini oynayacak Nejat İşler, rolü için bıyıklı oldu.


Şahsen pek yakıştıramadım bıyığı. Büyük göstermiş Nejat İşler'i. Şimdi diyorsunuzdur ne küçüktü ama. Olabilir. Bıyık erkeği çok değiştiriyor. Nejat İşler'i de olduğundan çok farklı göstermiş.

Keşanlı Ali Destanı dizisi KanalD ekranlarında olacak.

10 Aralık Cumartesi saat:20.de başlıyor

Kadroda Nejat İşler olması, benim için izlenebilir bir dizi yapıyor. Yani ilk bölüme şans verebilirim. Onu seviyorum diye de diziyi sevmezsem izlemem ama.

10 Aralık tarihi geldiğinde izleyip görürüz bıyıklı Nejat İşler'i.

Peki Keşanlı Ali Destanı nedir, kimdir ?

Keşanlı Ali Destanı Haldun Taner'in yazdığı müzikal bir oyundur. İşlemediği bir suç yüzünden hapse giren ezik denilecek kadar efendi, sessiz Ali, hapisden bambaşka biri olarak çıkar. Artık susmayan, başkaldıran ve zalim biri olmuştur. Ama değişmeyen tek şey sevdasıdır. Ama sevdalısı artık ona düşmandır. Çünkü öldürdü diye hapse girdiği kişi Onun dayısıdır.

Keşanlı Ali Destanı, sinemaya 1965 yılında Atıf Yılmaz tarafından uyarlanmış, Keşanlı Ali'yi Fikret Hakan, Zilha(sevdiği) Fatma Girik oynamıştır. Film o zamanlar birkaç ödül de almıştır. Dizi olarak da 1988 yılında çekilmiştir.

23 Kasım 2011

Bir Ailenin Hikayesi

Bu aile, anne baba ve 2 çocuktan oluşuyor. Şimdilerde çok mutlular. Zira yuvalarının şen üyeleri olan çocukları yeni katıldı aralarına. Yaklaşık 1,5 aylık oldular.

Anne bu an için, çocuk sahibi olabilmek için çok uğraştı. Daha ortada baba adayı yokken bile çocuk özlemi vardı içinde. Bunu bilen çevresi, ona bir eş buldu. Yuvasını kurdu. Ama çocuk sahibi hemen olamadılar.

Bu süreçte ailede kavgalar bile çıktı. Zaten başta hemen ısınamamıştı eşine. Onun aklında anne olmak vardı. Ama zamanla alıştılar birbirlerine. Dağılmadılar. Vazgeçmedi anne. Denemelere devam ettiler. Ve sonunda mutlu son geldi. Aslında dördüz olacaklardı ama ikisi yaşamadı. Şimdi mini mini 2 çocuk sahibi oldular.

Yuvaları onların sesleri ile daha da şenlendi.

Gözü gibi bakıyor anne onlara. Baba da anneye.

Çabuk büyüyor çocukları. Şimdiden yaramazlık yapmaya başladılar bile. Tıpkı annelerine benziyorlar.

Her göreni kendilerine hayran bırakıyorlar. Öyle tatlı öyle küçükler ki. Talipleri de çok ama. Gören birini bize versenize diyor. Ama onların sahibi var ne yazık ki.

Bu aile, bizim evin muhabbet kuşu ailesi. Bizim fingirdek, tavuk gibi yumurtlayan kuşumuz nihayetinde yumurtadan yavru çıkartmayı başardı. İkiside ona benziyor.

Ve harbiden çok ama çok tatlılar. Görmeniz lazım. Keşke çekebilsem de yayınlasam resimlerini. ):

Öğretmenlerime Sonsuz Sevgi ve Saygıyla

İnsanın okul hayatı bitiyor. Okuldayken, sınavı, sözlüsü, oydu buydu derken hiç özlenmeyeceği düşünülür. Ama özleniyor. Hemde her anı. Okuduğum okulun yolundan geçerken bile aklıma geliyor.

İlkokuldan üniversiteye kadar, sayısız öğretmenlere sahip oluyoruz. Evet sahip oluyoruz. Onlar bizim oluyor. Bizim öğretmenimiz. Sadece bizim. Böyle bir sahipleme oluyor işte öğrencilerde. Kolay gibidir öğrenci tarafından sahiplenmek. Ama sanıldığı kadar kolay olmaz öğretmenin işi. Hiç tanımadığı en az 30 bireye, öğrenciye kendini ispatlaması. Sevdirmesi demiyorum. Sevmezsin belki öğretmenini ama saygın sonsuzdur. Sahiplenirsin, benim öğretmenim dersin. Senin için kaybedilmeyecek bir hazine olur öğretmeninin.

İşte bu sebeple zordur öğretmenlik mesleği. Herkesin harcı değildir birinin öğretmeni olmak. Öğretmen olmanın ötesinde. Mesela mesleği öğretmendir biridir ama sadece mesleğin adını taşımakla kalır. Ötesine geçememiştir ne yazık ki. Çünkü öğretmenlik, öylesine bir meslek değildir. Olmamıştır. Olmayacaktır.

İşte, işte bu sebeple adıyla değil layikıyla öğretmenlik yapan tüm öğretmenlerin, öğretmenlerimin, bu özel günleri şimdiden kutlu olsun. İyi ki varsınız diyorum.


Hepinize sonsuz teşekkürler.
Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun !

22 Kasım 2011

Bırakın Sadece Çocuk Olsunlar

Hatırlasınız, geçen aylarda Rtük bazı kararlar alacağını duyurmuştu. Reklamlardaki çocuk oyuncular ve evlilik programları hakkında.

Çocuklar ile ilgili kısımda akıllara ( ne kadar iyi niyetliyiz biz) Turkcell reklamındaki çocuklar geldi ilk olarak. Çünkü söylenenlere göre, çocuklar bundan böyle sadece kendilerine uygun reklamlarda oynatılabileceklerdi. Mesela çocuk bezi reklamlarında.


Şimdilerde bir çocuk bezi reklamı dönüyor ekranlarda. Demet Akalın'ın geçen yaz hit olmuş şarkısı reklamın müziği. Sözler reklama uyarlanmış. Çocuklar sabah kalkıyorlar, giyinip süsleniyorlar, spora gidiyorlar, gezip tozuyorlar.

Eminim reklamı görmüşsünüzdür. O çocukları görünce içinizden “ay ne şeker şeyler” demek geçiyor mu? Benim geçmiyor. Çünkü çirkinleştirilmişler ! Çünkü çocukluklarından çıkarılmışlar !

İşte bu sebeple sormak lazım diyorum. Çocuklar için gelecek olan reklam sınırlamasında bunlarında bir önlemi alınacak mı?

Bugün okuduğum bir yazıda, reklam sapıklar için bir hediye olmuş deniyordu. Cinsel obje gibi sergilendirilmelerine dikkat çekilmişti. Haksızda değil. Değiller. Gerçekten öyle. Reklamı düşününce hiç haksız değiller hemde.

Çocuğun kendine uygun bir ürün reklamında, kendi gibi oynamaması nasıl bir ikilemdir?

Bu konuda eminim ki sesler duyulur. O reklama bir dur denilir.

21 Kasım 2011

Bu Mektup Benden Sana

Sevgili sen;

Evet evet sen. Bu mektubu, bu satırları okuyan sana yazılıyor bu mektup. Şaşırmış gibisin. Niye bu şaşkınlık? Sen hiç mektup almadın mı şimdiye kadar ? Yoksa yazacak kimsen mi yok senin. Yoksa bana gülüyor musun sen? Bu devirde mektup mu olur diyerekten. Oysa ben konuşmaktan öte yazmayı severim.

Ve neden ben diye mi soruyorsun bana. Sana yazdım. Çünkü sen okuyorsun yazdıklarımı. Şimdi okuduğun gibi. Seninle aynıyız belkide. Sende yazmayı seviyorsun değil mi? Yoksa sen okuma kısmıyla mı daha haşırneşirsin. Belli. Okuyorsun şimdi sana yazılmış bu satırları.

Belki yollarımız bir seninle. Aynı yollardan geçiyoruz. Akşam eve giderken ekmek alıyoruz. Ve belki yumurta. Ve biraz şımarıklık yapıp abur-cubur alıyoruz. Aynı hayatı yaşıyoruz. Birbirimizden habersiz gibi görünsek de takipteyiz karşılıklı.

Ve sen hala şaşkınsın. Farkındayım.

Sana yazdım bu mektubu ben. Sana...

Okur mu okumaz mı diye düşünmeden. Sevgiyle, muhabbetle yazdım bu mektubu sana.

Ve son olarak yazıyorum ki sana; sevgiyle kal.

Sonsuza dek...

Sen Yaşamak Kolay mı Sandın ?

Mendil satan çocuklar.
İşte onlar Türkiye gerçeğidir!
 Türkiye'nin her ilinde vardır. Bugün olmadı yarın elbet karşınıza çıkarlar. Acıyarak mendil alırsınız belki. Belki de küçümseyerek bakıp geçersiniz yanlarından. Görmezden gelmeniz kolaydır onları, küçüklerdir.
Oysa O, küçük değildi. Çocuk hiç değildi. Bundan olsa gerek, göze battı. Gözüne battı zabıtaların. Ya da onu orda görüp, görüntü kirliliği yaşadığını düşünen birinin.

40'lı yaşlarında, hayatta tutunacak dal bulamamış bir kadındı O. Eşi tarafından terkedilen, yalnız kalmış kadınlardan yalnızca biri.

Öldürülmüş olsa bu kadar konuşulmazdı diye düşünüyorum. Çünkü öyle çoğaldı ki sayıları son günlerde. O, tüm yaşadıklarına inat, yaşamaya çalıştığı için belki de gündeme bir ateş gibi düştü. Gözyaşları ile. İsyanı ile. Yaşamaya çalıştığı için kesilen ceza, Onun ortalama 2.5 aylık ekmek parası belkide. Hesaba göre sadece ekmek parası üstelik. Başka bir şey yemezse yani.

Daha nicesi var kimbilir. Bilmediğimiz. Görmediğimiz. O mendil satan kadın belki de şanslı olanlarından. Kimbilir, biri çıkar iş verir Ona bugün. Sesi duyuldu ya bir şekilde.

Allah, sesi duyulmayanlara sabır versin.

18 Kasım 2011

İyi Hal İndirimleri Ne Demek ki

Şu iyi hal, hallerini merak ediyorum. Hani duyarız ya filmlerde, ( ben en çok ordan duydum) iyi halden cezan indirime uğradı diye. Ama orda iyi hal alanlar hep iyi olanlardı.

Bugün haberlerde okudum. Sevgilisini tam olarak 5 parçaya bölen mahluk için iyi halden ceza indirimi verilmiş. Müebbet olan cezası 14.5 yıl oluvermiş.

Hep deriz ya, film onlar inanmamak lazım. Hakikaten doğru. Böylesi filmlerde olmaz ki. Orda kazanan, eninde sonunda hep iyilerdir.
Ama gerçek hayat öyle değil.

Bugün Münevver Karabulut davasında da karar günü. Bakalım mahkeme, Cem adlı o mahluğa ne kadar ceza verecek. Hakettiğini verir diye umut etmeli.

Bu cinayetler, kadın cinayeti olmasının yanında, insan cinayeti. Hemde bilerek, isteyerek ve planlayarak.
Kadın cinayetleri, öldürülen eşler. İbretlik bir ceza verilmeli ki, bu cani kılıklılar biraz tereddüt etsin. Ürksün. Düşünsün.

İşte bu yüzden merak ediyorum. İyi hal kime, neye göre ve nasıl veriliyor?

Ben Seni Sadece Sevdim

Evet, sadece sevdim. Saf ve olduğu gibi. Olduğum gibi. Sevdim sadece.

Karanlıkta, cılız ama tüm varlığı ile yanan bir mum gibi. Karanlığı delen ama yok etmeyen.

Yağmur sonrası çıkan gökkuşağı gibi. Yağmurun hüznünü alan ama ihtişamını yok etmeden.

Sevdim. Gölge etmeden, gölgen olmadan.

Seni ayrı sevdim, kendimi ayrı. Bağlanmadan, bağımlı olmadan sevdim seni.

Unutmadım benliğimi severken seni. Çünkü ben, kalbimle sevdim seni. Araya başka bir şey koymadan. Koşulsuz, şartsız, öylece. Öylesine...

Şimdi, mumun ışığı yok. Söndü, söndürdün sen onu. Karanlığın ve ihtişamın yok etti sevgimi.

Sense, buna sevgi dedin. Oysa sevgi ne korkutur karanlığıyla, nede ezer ihtişamıyla.

Ben, seni sevmiştim sadece. Sadece...

17 Kasım 2011

Bedelli Askerlik de Yaş Sınırı Belli Oldu

Bedelli askerlikte sona yaklaşılmış sayılır. Trt'nin haberine göre yaş sınırı 30, bedel ise 25.bin olarak belirlenmiş.

Yaş sınırı en çok konuşulan ayrıntısıydı. O da artık kesinleşti diyebiliriz. Kimi sevinecek, kimi üzülecek artık.
Zira gördüğüm yorumlarda yaş olarak 20 olsun diyenler bile vardı.

Bedelli denilince akla tabiki bizim ünlü ve askerlik yapmayan şahıslarda geldi gündeme. Bununla ilgili çıkan haberlerde gördüğüm ve aklımda kalan isimlerde ilk sırada Kenan Doğulu var. Uzun saçlarıyla “sımsıkı sıkı sar beni” şarkısını söylediği yıllar hala hatırımda. Şimdi 37 yaşındaymış. Yani bedelli kapsamına giriyor Kenan Doğulu. Bu fırsatı kaçırmaz, yorumları öyle.

Ve bedelli ile gündeme gelmiş olan Tarkan. Hoş adam ne yapsa konuşuluyor. Eroin kullansa bile.
O da bedelli yapmıştı askerliğini. Her anı neredeyse kameralarla izlenmişti Tarkan'ın.

Ve sonrasında bedelli askerlik konulu bir film bile çektik. O Şimdi Asker filmi. Çok sayıda ünlü yer almıştı filmde. O zamanların sıcak sayılan gündemi deprem unsuruda unutulmamıştı filmde. Bir depremzede asker vardı aralarında.

Şimdilerde yine bedelli askerlik ile yatıp kalkıyoruz. Sonuca gelindi diyebiliriz. Ama sanmıyoruz ki bizim gündemde de son bulur.
Durun daha, kimler gidecek askere bedelini ödeyip. Onları konuşacağız daha.

İlgili haber: trthaber.gündem

16 Kasım 2011

En Büyük Sanat Eserim

Bir insanı yetiştirmek sanattır. Bir kadının, annenin sanat eseri. En büyük yardımcı ise baba.

İnsanı yetiştirmek kolay değildir elbet. Bir bebeğin bakımından bahsetmiyorum yalnız. Zira bakımını, şuan şirketleri bile kurulan bakıcılar yapar. Onlara dadı da denir. Bebeği/çocuğu bakmakla görevlendirilir onlar. Bakım denilen, yemesi, içmesi ve temizliğini kapsar.

Oysa, yetiştirmek o kadar değildir. Hiçbirşey bilmeyen, şekilsiz ve boş olan bir ruha şekil vermek hiç kolay değildir. Öyle ki o, sizin artılarınızı da eksilerinize kopyalar. O sebeple, elinizden geldiğince iyi bir kopya olmalısınız. Yani daha ziyade iyi bir yetiştirici olmalısınız.

Anne denilen sıfatı taşımakla da bir insanı yetiştirme sanatı elbet ve ne yazık ki aynı değildir. Çünkü zira, çoğu anne sıfatını taşıyan insan, doğurmaktan ötesini beceremez. Umarsamaz da diyebiliriz.

Bir insanı yetiştirmek, bir sanattır. Bir insanın en büyük eseri. O eser ki, ne bakmaya kıyabilirsiniz ne de bir kusurunu görmeye. Paylaşılmaya kıyılamasa da, başkalarından gelen övgüleri duymak, en büyük gururdur.

Zordur, bir insanı yetiştirmek. Bir sanat eserine dönüştürmek...

Tüm annelere sevgiler.

Dünyanın En Güzel Gözleri

Onların gözleri. Onlar, belki kimine göre inanması güç gelse de nesli tükenme sınırına gelen eşekler.

Eşekler, evcil ya da çiftlik hayvanı sayılmıyorlar. Mış demeliyim aslında. Bunu akşam haberlerde duydum. Ve nesillerinin tükenmeye başladığınıda.

Bu duruma el atan, Muğla'da çekimleri yapılan Entel Köy Efe Köye Karşı filminin ekibi olmuş. En başta yönetmeni Yüksel Aksu. Kendisine bu durumla ilgili gelen maile duyarsız kalmamış Aksu. Filmde eşekler ön planda. Hatta film tanıtımında tam 3.5 metrelik bir eşek maskotu kullanılıyor.
Filmde mesleği berber olan köylü, köye gelen entellere eşek satmaya çalışıyor. Her karede bir eşek görmek mümkün.

Entel Köy Efe Köye Karşı filmi 2 Aralıkta gösterimi girecek.

Köy halkıda nesli tükenen eşekler için, filmden güç alarak devlete, eşeklerin çiftlik hayvanı sayılması hakkında dilekçe sunmuşlar.

Eşekler, karakaçandır çoğu zaman ismi. Davaro filminin Kadife'si. Kemal Sunal'ın en iyi arkadaşı.

Eşekler, sıcağa atlardan daha dayanıklı diye Afrika ülkelerinde, insanların geçim kaynağı.
 İnat yapar gibi görünürler ama hisleri kuvvetlidir. Tehlikeyi hissederler.

İnanması güç( ben inanamadım hala, aklıma gelmezdi hiç) ama nesilleri tehlike altında eşeklerin.

Dünyanın en güzel gözleri bir daha açılmamak üzere kapanabilir yani.

Umalım ki devlet, köylülerin sesini duyar da birşeyler yapar, eşekler için.

14 Kasım 2011

Brad Pitt Veda Ediyor

O, kimine göre değil, Dünyaya göre yakışıklı biri. Simetrik bir yüzü var. Ki bu O'nu çekici yapıyor artı olarak.

Oyunculuğu kadar özel hayatıyla da konuşulsa da, O, oyunculuğuyla da en az yakışıklılığı kadar göz doldurdu.

Kimi zaman karşımıza melek olarak çıktı, kimi zaman vampir.

Bazen kanunadamlarını peşinden koşturdu, bazen kendi kanunadamı oldu. Yakaladı kötü adamları.

O yapılı vücudum boşuna değil der gibi, karşımıza bir dövüşcü olarak çıktı.

O sarı saçlarını kimi zaman uzattı, bazen kesti. Çoğunlukla önünden hafif dökülen haliyle kaldı. Savurdu saçlarını, hiç yalabık gibi yapmadı kendini.

Çoğu film ve dizide de adı genç kızların dilinde oldu.

O, şimdilerde 47 yaşında. Ama hiç birşey kaybettirmedi yıllar O'na.
Çok değil, 3 sene sonra 50 olacak ve sinemayı bırakacak. Bırakacağını açıkladı.
6 çocuk babası, evli ve mutlu Brad Pitt.
Sinemanın arkasında yapımcı olarak yer almaya karar vermiş. Ne diyelim. Başarılar.

14 Kasım, Orhan Veli, Ölüm Yıldönümü

Bir garip Orhan Veli geldi geçti buralardan...
Sayısız şiirleri, saygın kişiliği ile.

Şiirleri, aşıkların derdine derman oldu, olmakta. Birkaçı sanatçıların albümlerinde yer aldı. Şiir müzikle buluştu.

Bugün ölüm yıldönümü Orhan Veli'nin. 14 Kasım 1950 yılında vefat ettiğinde, öldüğünde bile kafiyeyi bırakmadı dedirtti.

En sevdiğim şiirini paylaşmak istiyorum. Sen unutulmazsın Orhan Veli.

Anlatamıyorum

Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda.
Dokunabilir misiniz, gözyaşlarıma ellerinizle?
...
Bir yer var, biliyorum;
Herşeyi söylemek mümkün.
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum.
Anlatamıyorum.

Türk Sineması ve 97 Yılı

Yıl 1914
Kasımın 14'ünü gösteriyor takvimler.

Ve bir tarih başlıyor o günden sonra. Birbirinden güzel filmler, birbirinden yetenekli oyuncular ve çok çeşitli bol bol ödüllerle dolu yıllar.
Yetenekleri kadar yakışıklılıklarıyla gönüllere adını yazdırmış olan, Ediz Hun, Kartal Tibet, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın, Tarık Akan...
Filmlerde hep kötü oldu Onlar; Erol Taş, Nuri Alço, Bilal İşçi, Hayati Hamzaoğlu, ...
Ve filmlerin tatlı babaları; Hulusi Kentmen, Münir Özkul, ...
Her biri güzel; Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Emel Sayın, Belgin Doruk, Gülşen Bubikoğlu, ...
Güzel ama kötü kadınları; Suzan Avcı, Aliye Rona, ...
Adlarını bu tarihe yazdıran değerli oyuncularımızdan sadece bir kısmı.



14 Kasım 1914, Ayestefanostaki Rus Abidesinin Yıkılışı adlı belgeselin gösterime girmesiyle, Türk Sineması doğdu. Bu tarih doğuş günü kabul edildi Türk Sineması için.

1914 yılından günümüze kadar milyonlarca film çekildi. Kimler geldi, kimler geçti sinemadan.

1934 yılında Türk Sinemasının ilk ödülü geldi. 2. Venedik Uluslar arası Film Festivalinde “onur diploması” ödülünü Leplebici Horhor Ağa filmi aldı.

1950, Kanun Namına ve Ayhan Işık dönemi startını alır.

Sonrasında gelen, Fatma Girik, Ekrem Bora... ve daha nice isim, adını yazdırır Türk sinemasına.

1960 yılı ile çocuk karakterli filmler ve Zeynep Değirmencioğlu merhaba der sinemaya. 60'lı yıllar sinemamıza Türkan Şoray'ı kazandırmıştır artık.

Sinemada 1975'li yıllara gelindiğinde ise artık renksiz film çekilmiyordu.

Günümüze kadar gelişen, adını dünyaya duyuran Türk Sineması bugün, 97. yaşını kutluyor.

Ve bu yıl, Uluslararası Pera Festivali açılışını, 14 Kasım 2011 günü Türvak'da yapıyor.

Daha nice senelere, başarılara Türk Sineması.

İyi ki doğdun.

11 Kasım 2011

Ben Mi Zayıfım, Hadi Canım Sende

Dünyada nüfusun nerdeyse yarısı ne yazık ki obezmiş. Ya da obez olma sınırında. Türkiye'de de sayı baya büyük. Yemeği severiz. Can boğazdan gelir demiş Atalarımız.

Ama şu dünyada gelin görün ki yemeği sevmeyenlerde var. Hastalıkları yüzünden.

İngiltere'de de bir anne bu hastalık yüzünden kızından daha zayıfmış.

Yandaki resim bu anne kıza ait. Görünen manzara, annenin aleni hasta olduğunun kanıtı değil mi? Ama anne bu ters orantıdan şikayetçi değilmiş. Kendini zayıf görmüyormuş üstelik.

Bu durumda kendini zayıf görmeyen bir tek o değil. Böyle bir hastalığa yakalanmış biri daha söylemişti bunu. Kendilerini zayıf görmüyorlar. Bu durum sadece hastalık nedeniyle zayıf olanlara özgü bir durum değil tabi. Normal olarak zayıf olan birine sorsanız onunda cevabı, ay ben çok zayıfım olmaz. Çünkü zayıflar kendilerini zayıf görmezler. Belki bazısı görüyordur ama çoğunluğu değil. Ben duymadım.

Kilolu biri kendi kilolarının farkındadır. E tabi şişmanımda der. Başkaları tarafından duymak ile kendinden duymak arasında da fark vardır tabi. Ama siz zayıf birine, sen zayıfsın dediğinizde, onunda evet evet zayıfım hemde çok zayıf dediğine şahit oldunuz mu? Cevap genelde teşekkür olur. Yani iyiyim, zayıfladım biraz tarzında olur.

Bende bir zayıf olarak kendimi zayıf görmüyorum. Görmüyordum yani. Ama artık görüyorum. Kollarım çırpı gibi. Neden mi? Yeni doğmuş yeğenimi kolumda rahatça tutamıyorum yahuu. Çocuğun kafası durmuyor.

Evet evet, ben zayıfım.

İşte O An - 2011/11

O özel tarihlerin sondan bir öncesi artık.

Bugün tarih 11.11.2011.

Bugün evlenmek isteyenler, çocuğunu doğurmak isteyenler oldukça fazla. Unutulmaz bir tarih bu. Hemde sonuncunun bir öncesi. Sonuncu 12.12.2012 olacak kısmetse artık.

Evlenmek için hakketen özel bir tarih. Gerçi bu özel tarihleri kimileri kendileri de planlıyor. Mesela takımlarının kuruluş tarihini seçiyorlar. Bir GS'li arkadaşım kendi için özel tarihin 19.05. olduğunu söylemişti. İtiraf edeyim baştan nedenini anlamamıştım. Şöyle bir düşününce koyu bir taraftar için gerçekten unutulmaz bir tarih, özel bir gün için.

Ben şuan tetikte bekliyorum. Pcde saat ve tarihin aynı olacağı an için. O anı yakalayıp, ölümsüzleştireceğim.

Geçenlerde 09.09 tarih ve saati yakalamıştım. Şimdiki hedefimde bugünün özel anı.

Ve işte o an.


Artık hedefim, 12.12.2012 ve 12.12 olacak. :)

Muck Size Gençler

Şu medya dediğin şeyin içinde farklı birşeyler görmek bir şanstır. Çoğu iş, birbirinin aynıdır. Aynı senoryadan yola çıkılmış birden fazla dizi mesela. Ama izler görürüz ki, sadece biri kalır ayakta. Şu günlerde ekranlarda sayıları çoğalan gençlik dizileri örneğin.

İlki olarak söyleceğim Pis 7'li dizisi. 7 fakir ama gururlu liseli gencin, özel bir lisede zengin çocuklarının şımarık hayatları içinde var olma, daha doğrusu okumaya çalışmaları anlatılıyor. Pis 7'linin her biri, olağanüstü keskin denecek derecede bilenmiş karakterler. Lakapları ise bi o kadar yani. Hele ki Cimbom lakaplı kıza, koca avcısı ama zengin olacak, denilmesi keskinliğin bir göstergesi bana göre. Ve tabiki de saçmalığın.

Böyle benzer gençlik çatışmasını Trt ekranlarında da görmek mümkün. Bilenler bilir. Geçen sezonun iyi işlerinden sayıldı ama bu sezon için akıbeti belli değildi yakın zamana kadar.
Elde Var Hayat dizisinden bahsediyorum. Guya bu sezon dizinin ismine Sınav eklendi. Ama gelin görün ki, dizideki gençlik, lisede ağalık kavgasına tutuştu. Aynı Pis 7'lideki gibi istenmeyen bir grup genç var karşımızda. Ama lise ordaki gibi özel falan değil. Bildiğimiz devlet lisesi. Ama Maaşaallah gençler pek bir şımarık. Öğretmenlere bile saygıları yok. Sırf sonradan geldiler diye. Kavga neyin kavgası anlamış değilim. Hele ki Kenan öğretmen( Emre Altuğ) ile yeni okuldaki aynı model kadın öğretmenin( adını unuttum ama Rojda Demirer oynuyor) kavgaları insanı deli ediyor. İkisi de sözde öğrencileri için ana-baba. Pehh... Boşanmış iki ailenin kavga eden aile reisleri gibi olmuşlar karakterleri bakımından. Çocuklarıda onlara uymuş.

Ve gelen bir gençlik dizisi Muck.
Nette bakındım, Glee adlı bir yabancı diziye benziyormuş. Kopya dizi olacak yani bizim Muck. Yani açılımı ile müzik umutları, cesaret kanatları. Danslı, müzikli bir diziymiş. Tabi içinde dramı da eksik olmayacakmış. Yani orjinaline uygun olursa. Biz sevgili izleyiciler bu Muck'u kabul eder miyiz bilemiyorum. Karşılığı tokat gibi bir cevap; izlememek ya da bir busede bizden olur, izleyerek. Bakıp, görelim.

Hee.. Birde bilmem kaç sezondur gençlik dizisi diye yoluna devam eden Arka Sıradakiler dizisi vardı demi? Elde Var Hayat dizisi de onun yontulmuş hali bence. Zira Arka Sıradakiler çok uç noktaydı. Hala da izleniyor ya ona şaşıp kalıyorum.

10 Kasım 2011

Ben Neden Uçamadım Hakim Bey ?

Uçmalıydım halbuki. O bebekten neyim eksik? Yoksa aldatıldım mı ben, Hakim Beyamca...
Kim mi o uçmayı başaran şanslı bebek? Hani var ya reklamlarda, yiyor börekleri de yüremeyi aşıp uçuyor. Ailesine şokla karışık sevinç yaşatıyor bebekcik.
İşte bende o yağla ile pişirdim ve yedim börekleri ama uçamadım. Neden ki acep Hakim Beyamca?

Bu konuyla ilgili haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız, size çok iyi bir avukat önermek isterim. O çok iyi avukat, bir gsm operatörünün avukatı. Dile kolay koskoca gsm operatörünün avukatı o. Adını sanını tam bilemiyorum. Ama öğreniriz ne olacak.

Bizim bu meşhur ve dahiyane avukat, gsm operatörünü mahkemeye veren bir kullanıcı için çok akıllıca bir savunma yapmış. Şikayetçi taraf, aldatıldığı, haksız olarak 7.500 T.L. fatura kestikleri için davacı olmuş operatöre. Limitsiz denilen tarifeyi seçmiş. Limitsiz diye tabiki de konuşmuş haklı olarak. Ama gelen fatura limitsiz olmamış. Reklamlarda görüp, tarifesini ona göre değiştiren ama kendinden haksız olarak bu kadar para talep edilen vatandaş, reklam afişlerini, filmlerini toplayıp sunmuş mahkemeye. Bizim gsm operatörünün avukatı da, reklamlarda çıkan herşeye inanılmaz demiş. Bununla ilgili de mahkemeye, şu uçuran yağ reklamı örneğini vermiş. Siz, şimdi o reklamda o bebeğin gerçekten uçtuğuna mı inanıyorsun da, bizim reklamdaki limitsiz lafına bu derece inandınız, diyerekten bir savunma yapmışlar.

Ne zeka değil mi? Eminim hatırlıyorsunuzdur. Gsm operatörlerinin sabit fiyatlar vererek, müşteri çekmeye çalıştıkları reklamları. O zamanlar, reklamda sadece vergisiz olan fiyat veriliyormuş. Vatandaş aldatıldığını öne sürmüş, mahkemede o fiyatların toplam fiyat olması yönünde operatörleri uyarmıştı. Ya da altta, reklamın bir kenarında belirtilecekti.

Görünen o ki, avukat bu hususu gözardı etmiş. Kendini zeki sanmış. Ama adalet yerini bulmuş. O şahıs, sadece 69 T.L. Ödeyecekmiş.

Reklamlarda illaki bir abartma olur. Amacı dikkat çekmektir zaten. Ama bu dikkati üründe mevcut bir özellikle yapar değil mi? Tıpkı o yağ reklamında dikkat çekilmek istenen, hafiflik özelliği gibi. Ama anlayana değil mi?

Ve siz, siz olun. Harbiden gsm operatörlerinin reklamlarda her dediğine inanmayın. Zira ben yanlış anlıyor olabilirim ama Turkcell'in Kadir Çöpdemir'li Kendi İşim Paketi adlı reklamın altından akıp giden o küçük yazıda, ücretlendirme 6 saniyede yapılmaktadır yazıyor.

Dikkatinize...

4 Kasım 2011

Sevgini İspatla Bana

Nasıl mı? Imm... Mesela deveye hendek atlat ya da pireyi deve yap.
Yapamazsan valla inanmam, sevgine de sanada. Bak yemin verdim.

Biri bana böyle bir şey dese, yürü git işine derim. Sevgimin ispatı gerekiyorsa şayet birine, varsın ispatı eksik kalsın. Ben sevgimden eminsem, karşımdaki bundan şüphe duyuyorsa keyfi bilir. Ya da benim gözümü açtığı için teşekkür ederim. Çünkü ben böyle birine nasıl sevgi duymuşum ya da harbi duyamamışım da öyle sanmışım ki bana böyle bir teklifte bulunmuş.

Hani birde şunu derler ya;
“ Beni seviyorsan yaparsın... “
Birde bunu şımarıkça söylerler. En çok da işi düşer de ondan gelir, o seveninin yanına. Maksatı kısaca kullanmaktır. Ama bunu o saf sevdiceği anlamaz işte. Hoş, anlayanı da vardır bu durumu. Onlar için durum sevgi gösterisi olmuş, çıkmıştır artık. Bu gibi ikili için tencere-kapak desek yeridir. İşin içinde sevgiden eser yoktur. Karşılıklı çıkar gözetilir.
Ama tabi, saf ve temiz sevgileri sömürülenleri bu durumdan istisna ediyorum.

Sevgi ispatı öyle birinin emirlerini yerine getirmekle olmaz. Sevgi eyleminde zati emir yoktur. Sevgide herşey içten gelir. İşte bu içtenliği anlamayanın gözüne bunu sokmaya çalışmanın, hiç ama hiç manası yoktur. Daha ziyade gereği yoktur. Bu oyuna gelenlerin sevgilerini gözden geçirmeleri tavsiye edilir. Zira o ispat sadece o iş içindir.

Gerçek sevginin ispatı bir ömür yaşanarak, yaşatılarak gösterilir.
İşte buna cesareti olanlar, hemde hiç koşulsuz. İşte onlar gerçekten sevenlerdir.

3 Kasım 2011

Two and a Half Men Ama Charlie'siz

Charlie Sheen denilince akla Two and a Half Men ya da tam tersi olarak Two and a Half Men dizisi denilince akla gelen Charlie Sheen olur.
 Bu tam 8 sezondur  böyle oldu. Pek de değişecek gibi değil. Her ne kadar Charlie Sheen diziden ayrılmış olsa da. Dizinin 9. sezonunda kaza sonucu ölerek diziye veda ediyormuş Charlie Sheen yani Charlie Harper.

Dizinin Charlie'nin gidişi ardından boşalan yerini Ashton Kutcher'le doldurması çok konuşuldu. Ki konuşulmaya devam ediyor, dizinin yeni bölümlerinin başlamasıyla. Kutcher diziye ilk başta söylenenlere yani dedikodulara göre yeni Charlie olarak katılmıştı. Ama yeni bölümler yayınlanınca gerçeğin böyle olmadığı ortaya çıktı. Kutcher farklı bir karakter, Walden Schmidt adlı internet milyoneri olarak diziye dahil edilmiş.

Dizi fenomenlerinin hiç hoşuna gitmemişti, Charlie ile yollarını ayırmaları. Dizi artık bitti, izlenmez gözüyle bakılıyor. Yeni bölümlere yapılan yorumlar, dizinin bu sezonla kalır, son bulur yönünde.
Charlie Harper karakteri ile özdeşleşen dizi, şimdi onsuz devam ediyor.
Bu gibi durumların genelde Türkiye dizileri için geçerli olduğunu düşünmüşümdür. Genelde bizde olur böyle durumlar. Baş karakter bir şekilde ayrılmayı seçer, ama dizinin reytingleri iyidir ya, diziyi bitirmeye kıyamazlar. Başka birini alırlar diziye. E tabiki dizinin eski tadı artık yoktur. Çoğu da bildiğim fazla devam etmemiştir.
Hele ki bu dizi 8 sezondur devam eden Two and a Half Men dizisi olunca baya cesur bir hareket doğrusu.

Two and a Half Men dizisini Kutcher'li izlemek isteyenler, ama Tv'den tabi.
14 Kasım, saat 20.de Cnbc-e ekranları başında olsunlar

Atasay 75.Yıl Özel Logo Yarışması

Atasay 75 yılına özel, özel bir logo arıyor.

Bunun için, son başvuru tarihi 19 Aralık olan bir yarışma düzenlemiş.

Yarışmanın temel şartlarından, göze çarpan unsur ise 7 ve 5 'in sayı yada rakam olarak kullanma zorunluluğunun olması, 75.yıl özel logosunda.

Yani Atasay bize yeterince malzeme veriyor. Onları güzel ve çekici bir logo haline getirmek, katılacak olan bizlere kalıyor.
Ayrıca yarışmaya online katılma olanağı da mevcut.


Detaylar burda: atasay

2 Kasım 2011

Korkularımız

Korku.

İnsanın en güçlü ve eski duygusu diye anılır korku.

Korkarız. İnsanlardan, hayvanlardan, nesnelerden...

Korkarız, terkedilmekten. Terketmekten.

Bağlanmaktan korkarız da yalnız kalmaktan daha ziyade korkarız.

Sessizlik korkulu rüyadır. Seslilik de aşağı kalmaz korkutmaktan.

Aldatılmaktan korkarız. Bunu öğrenmekten daha çok. Ve öğrenilmesinden de korkarız biz.

Karanlıktan korkarken, bir anda çıkan ışıktan da korkarız.

Başarılı olamamaktan korkarken, başarıdan ödü kopanları farkederiz.

Ağlamaktan da korkanımız var, gülmekten de.

Güvenmekten korkanlar ile güvenecek kimseyi bulamamaktan korkanlar, eşitiz bu dünyada.

Konuşmaktan korkmanın yanısıra susmaktan korkanlarımız var.

Güzel olamamak korkusundan öte güzelliğimizi kaybetmekten korkarız. Ve güzelliğimizden korkarız.

Yazmaktan korku duyarız bazen. Kalem titrer, el titrer.

Yazamamaktan korkanlarımız kalkan olur.

Korku, keskin kılıcın şerrinden kaçamaz. Kaybolur.

Dünyanın daha eski duygusuna yenilir, korku...

1 Kasım 2011

Çocuk ve Evlilik

Doğu ile Batının bir önemi yok. İnsan heryerde insan. Çocuk heryerde çocuk.
Çocuk kime denir ki diye sorsak? Çocuk kelimesi, gerekli olgunluğa ulaşmamış, saf kabul edilen, yaptıkları doğal karşılanan kimse olarak tanımlanıyor. Kanun ve mahkemelerde ise çocuk yaşına göre tanımlanıyor. Buna göre 18 yaşına girmemiş kişi, çocuk sayılmakta. Bunun yanı sıra kişi 15 yaşından küçükse ve suç işlemiş ise Çocuk Mahkemesine çıkarılıyor. Cezai ehliyet yaşı ise 12 kabul ediliyor. Evlenme yaşı ülkemizde 17. Ama bu yaş ailenin izniyle aşağı inebiliyor.
Bütün bunlar kağıtlarda yazan kanun ya da yasalar. Bunları bilmek insanı kültürlü yapar değil mi?
Peki biz kanun ve yasalara uyan, iyi vatandaşlarız değil mi? Evlenme yaşı 17 iken, anne-babaya çocuğunu daha küçük yaşta evlendirebilme hakkı verilmiş. Bu hakkı da bazı kesim anne-babalar kullanmaktan çekinmiyor. Hatta bu durumu abartıyorlar. Çocuk anne – babalar çoğalıyor. Evlilik kurumu tanımından çıkıyor. Anlamını yitiriyor. Ama asıl çocuk, çocukluğunu kaybediyor. Anlamı hiçe sayılıyor. Yok oluyor çocukluk.
18 yaş altı çocuksa, bir çocuğun neden, bir ülkenin temel taşı olan aileyi kurmanın temeli olan evlilik işlemine izin veriliyor. Ülkenin temel taşı temelinden sarsılıyor. Hemde göz göre göre. Sırf anne-babaları izin verdi diye. Bir çocuk saftır, yaptıkları hoş ve doğal karşılanır diyor tanımda. Gerekli olgunluğa ulaşmamış deniyor da, ama evlendirilerek aile kurumunu kurmasına hangi akla hizmetle izin veriliyor anlamıyorum.
İşimize geldiğinde çocuk çocuktur. Ama işimize gelmeyen bir durumda neresi çocuk, kocaman insan deriz. Hep keyfi davranıyoruz. Yasalar, kanunlar 18 yaşına varmamış kişi çocuk diyormuş.
Pehh... Kim takar. Herkes bakar işine, işine geldiği gibi.

Bu zihniyetle çocuklar, aile kurumunu kurar. Devlet de ülkem neden geriliyor, gelişemiyorum diye düşünür. Nedenini hiç anlamaz. Anladığı vakit bu evliliklere izin vermez, fırsat da vermez.