Uzaktan tanıyamadım. İyice yaklaşıp, ona bıraktığım izi görünce emin oldum. O idi. Çocukluğumun kalan tek şahidi.
Benden büyüktü ama benimle oynamayı severdi. Ya da sadece ben severdim de, o da ses etmeden oynardı benimle.
Yaklaştım, bıraktığım iz bedeninde bir damga gibi duruyordu. Yıllar onu yaşlandırmıştı. O iz olmasa tanımazdım bile.
Usulca bedenine dokundum. İncitmekten,
acıtmaktan korkar gibi. Yıllar önce hiç çekinmeden, düşünmeden
bedenine bıraktığım o ize, şimdi dokunmak bile içimi acıttı. Elimi üzerinde gezdirirken, küçüklüğüme gittim. Beraber oynadığımız oyunlar. Tepesine çıkıp dünyaya meydan okuyuşlarım. Hepsi güzel günlerdi. Bir tek yanlış vardı. O da dün gibi duruyordu.
Geldiğimi farkedince saçlarımı okşadı. Öptüm. Öptüm. Defalarca. Düşmüş bir çocuğun yarasını öper gibi. Belki acısı geçer diye. Sıkıca sarıldım.
Ona öylece hayran hayran bakarken, elinde sakladığı ipi farkettim. Salıncağın ipi. Hala duruyordu demek. Saklamış, korumuş.
Ben onunla konuşurken beraber geldiğimiz iş arkadaşım yanıma geldi.
-Neredeyse bu da kurumuş. Diğerleri çoktan kurumuş gitmiş zaten. Kessinler de biz de işe başlayalım.
Hem konuşuyor hem de ağacı inceliyordu. Bir süre bir şey diyemedim. Elimdeki ipe ve ağacın gövdesine kazıdığım adımın başharfine bakıyordum. Çocukluğumdu bunlar benim. Bu ağaç. Evimiz merkezden uzaktı. Bu sebeple okul olmadığında tek başıma kalırdım. Babamda oynamam için salıncak yapmıştı.
O da, bahçemizdeki salıncağa müsait dalları olan tek ağaçtı. Babam salıncağı yapmıştı ama annem razı değildi. Sallanırken düşmemden korkuyordu. Düşerdim de. Deli gibi sallanırdım. Ama kimse bilmezdi. Ağaçtan başka. Saklambaç oynarken gider, onun arkasına saklanırdım. Tepesine çıkar, meyvelerini toplardım. Bazen de avazım çıktığı kadar bağırırdım. Herşeyden büyük olurdum. Ve bir gün, oyun arkadaşım dediğim, benim dediğim ağaca, benim olduğu belli olsun diye, evden izinsiz aldığım makasla adımın başharfini kazıdım. O an ne mutluydum. Mutluluğum, annemin makası almama, babamın yaptığıma kızmasıyla bitmişti. İkisini de çok kızdırmıştım. Oysa bilememişim, en çok kızan ve canı yanan o imiş.
-Hayır, bu ağaç kesilmiyor. Kalacak.
-Ama nasıl olur? Plana göre kesilmesi lazım. Herşeyi ayarladık. Keselim de temele başlansın.
-Hayır dedim. Hayır. Bu ağaç benim tek arkadaşımdı. Yoldaşım, sırdaşımdı. Küçükken, onu sahip olduğum bir eşya gibi görmüştüm. Ama o benim çocukluğumun tek şahidi. Kalan tek hatırası. Kesilmeyecek. Anladın mı ?!
-Seni anlamıyorum. Alt tarafı bir ağaç işte. Evi yıkıyorsun ama ağacı hatırası var diye kesmiyorsun. O planı çizdirmek için kaç para verdik biliyorsun değil mi?
-Kesilmeyecek !..
Ona sarılıp kulağına fısıldar gibi :
-Kesilmeyeceksin. Buna asla izin vermeyeceğim arkadaşım. Asla...
Geldiğimi farkedince saçlarımı okşadı. Öptüm. Öptüm. Defalarca. Düşmüş bir çocuğun yarasını öper gibi. Belki acısı geçer diye. Sıkıca sarıldım.
Ona öylece hayran hayran bakarken, elinde sakladığı ipi farkettim. Salıncağın ipi. Hala duruyordu demek. Saklamış, korumuş.
Ben onunla konuşurken beraber geldiğimiz iş arkadaşım yanıma geldi.
-Neredeyse bu da kurumuş. Diğerleri çoktan kurumuş gitmiş zaten. Kessinler de biz de işe başlayalım.
Hem konuşuyor hem de ağacı inceliyordu. Bir süre bir şey diyemedim. Elimdeki ipe ve ağacın gövdesine kazıdığım adımın başharfine bakıyordum. Çocukluğumdu bunlar benim. Bu ağaç. Evimiz merkezden uzaktı. Bu sebeple okul olmadığında tek başıma kalırdım. Babamda oynamam için salıncak yapmıştı.
O da, bahçemizdeki salıncağa müsait dalları olan tek ağaçtı. Babam salıncağı yapmıştı ama annem razı değildi. Sallanırken düşmemden korkuyordu. Düşerdim de. Deli gibi sallanırdım. Ama kimse bilmezdi. Ağaçtan başka. Saklambaç oynarken gider, onun arkasına saklanırdım. Tepesine çıkar, meyvelerini toplardım. Bazen de avazım çıktığı kadar bağırırdım. Herşeyden büyük olurdum. Ve bir gün, oyun arkadaşım dediğim, benim dediğim ağaca, benim olduğu belli olsun diye, evden izinsiz aldığım makasla adımın başharfini kazıdım. O an ne mutluydum. Mutluluğum, annemin makası almama, babamın yaptığıma kızmasıyla bitmişti. İkisini de çok kızdırmıştım. Oysa bilememişim, en çok kızan ve canı yanan o imiş.
-Hayır, bu ağaç kesilmiyor. Kalacak.
-Ama nasıl olur? Plana göre kesilmesi lazım. Herşeyi ayarladık. Keselim de temele başlansın.
-Hayır dedim. Hayır. Bu ağaç benim tek arkadaşımdı. Yoldaşım, sırdaşımdı. Küçükken, onu sahip olduğum bir eşya gibi görmüştüm. Ama o benim çocukluğumun tek şahidi. Kalan tek hatırası. Kesilmeyecek. Anladın mı ?!
-Seni anlamıyorum. Alt tarafı bir ağaç işte. Evi yıkıyorsun ama ağacı hatırası var diye kesmiyorsun. O planı çizdirmek için kaç para verdik biliyorsun değil mi?
-Kesilmeyecek !..
Ona sarılıp kulağına fısıldar gibi :
-Kesilmeyeceksin. Buna asla izin vermeyeceğim arkadaşım. Asla...
Duyarlı.duygusal bir yazı..sevdim,duygulandım :)
YanıtlaSil:) her ağaç dostumuz aslında. Onlar olmasa biz nasıl nefes alırız, yaşarız.
SilTeşekkürler. :)
Benimde dut ağacı arkadaşım vardı ama onu ben yokken babacığım kesmişti ve gördüğümde inan ki ağlamıştım çünkü benim çocukluğum onun dallarında geçmişti.
YanıtlaSilBizimde ağaçlarımız vardı. Küçükken kıydılar onlara da.
SilBalkonuma çıkıp da karşımdaki ağaçlara bakarken hep dua ederim gözü dönmüş insanlara akıl fikir ver de bu güzellikler yok edilmesin Allah'ım diye...
YanıtlaSilAmin...
Silçok güzel, vefa duygusu uyandıran bir yazı.
YanıtlaSilTeşekkürler. :)
Silbu senin yaşadığın mı böyle aynen yoksa hayal mi ettin. artık eskisinden çok daha iyi yazıyorsun ya. duygusal dramatik bir tarz oluştu sende sanki. :)
YanıtlaSilhayal sadece.. :)
SilBilmem..
:)
O ağaç kesilmesin. Hayat var onda ve bir de anılar.
YanıtlaSil:)
Kesinlikle.
Sil:)